15 Temmuz 2013 Pazartesi
KABE BASKINI
Temelleri 1744’te atılan Vahabi (Vehhabi)’lik emir Muhammed bin Suud ile anlaşarak siyasi bir güç kazanmış oldu. Ve Osmanlıya karşı ayaklanarak isyanlara başladılar. Vehabi’liğin kurucusu İbn-i Abdülvehhap sapık fikirlerini yaymak için sağlam bir maddi desteğe kavuşurken, Muhammed bin Suud da kendi nüfuzunu genişleterek Arap Yarımadasına sahip olmak için fırsat elde etmiş oldu. İşte 1932’de Suud krallığını kuran Vahabiler halen bu zihniyeti sürdürmekte olup gittikçe diğer Müslüman ülkeleri de etkisi altına almaya başlamıştır.
Vahabilikte ölenler için dua etmek anlamsızdır, peygamberlerden şefaat dilemeyi şirk, türbe ve mezar ziyaretlerini puta tapmakla eş değer bir günah sayarlar. Bu yüzden yüzlerce sahabenin (ilk Müslümanlar) mezarını yok etmişler şimdide Hazreti Muhammet’in türbesini yok etmek için fırsat kollamaktadırlar.
Dünyanın en acımasız teröristleri Vahabiler arasından çıkmaktadır, çünkü inançları hiçbir esnekliğe yer vermemektedir. Tartışmak bile kafirlikle eşdeğerdedir onlar için. Kendileri gibi düşünmeyenlere karşı içleri nefretle dolu, canlı bomba olmak onlara göre cennete giden en kestirme yol.
Bunun en güzel örneğini Vahabi krallar, prens ve emirlerin ülkemize yaptıkları ziyaretlerde Anıtkabir’e gitmemelerinde görebiliriz.
Ortadoğu’da ve ülkemizde son yaşanan olaylarda yönetenlerin kendi vatandaşlarına karşı olan acımasızca davranışlarında, özellikle iktidar gücünü pekiştirdikçe dini en iyi ben bilirim edası ile yaşam tarzlarına müdahele edilerek farklı düşünenleri kafir gibi görmek, açıkçası katı Vahabiliğin etkilerini düşündürmektedir.
20 Kasım 1979 tarihinde, sabah namazı kılındıktan sonra, kraliyet muhafız birliğinde görev yapmış biri önderliğinde ve farklı ülkelerden yaklaşık kimi kaynaklara göre 500 kimilerine göre 234 eylemci Harem-i Şerif’i ele geçiriyor.Bu sırada mabedin içinde 100 000’e yakın hacı bulunmaktadır.
Eylemi gerçekleştirenlerin isteği mevcut monarşi rejiminin sona ermesi, batı ile olan ilişkilere son verilmesi, Amerika’ya yapılan petrol ihracatını durdurarak ülkenin ihtiyacı kadar üretim yapılarak milli servetin heba edilmemesi idi. Suud hükümeti ise ısrarla “bunlar islamiyetten çıkmış bir topluluk” diye lanse etmeye uğraşmıştı.
Eylemden 5-6 yıl sonra anlatılanlara göre ise belli bir süre Harem-i Şerif’i elinde tutan grubun Mekke Yönetimini’de ele alacağı hükmünün bulunması olduğu söyleniyordu. Yani belli bir süre Kabe’de namaz kılınamazsa, Kabe’yi koruyamadığı için otomatikman o yönetimin düşmesi gerektiği konusunda bir hükümden bahsediliyor.
Vahabi Suud rejimi çatışmalar sırasında ölenlerin veba salgınından öldüğü yalanına sığınıyor. Fakat günler geçtikçe isyanı bastıramıyor. Kutsal Topraklara 14 asır gayrı müslim giremediği içinde öncelikle Pakistan’dan destek istiyor. Buda işe yaramayınca önce Amerika’dan ardından da Fransa’dan gelen terör timleri ile 22 gün sonunda isyan bastırılıyor.
Fakat bir handikap yaşanıyor. Amerikalı ve Fransız Hristiyan askerleri Kutsal Topraklara nasıl sokulacaktır.?
İktidarlarını korumak için her tür hile ve yalana sarılarak dini kullanan yönetim buna da bir çözüm buluyor. Bir fetva ile daha önceden kağıda yazılan Kelime-i şehadet gelen Amerika’lı ve Fransız timlerine okutularak Müslüman olmaları sağlanmış?
İsyanın bastırılmasında o güne kadar kullanılmayan zehirli gazlar kullanılıyor. Özellikle dışarıda bulunan eylemciler üzerinde deneniyor bu zehirli kimyasallar. Son darbe ise Mekke su inşaatı ile Kabe’nin resterasyonunu yapan o zamanlar 22 yaşında olan Usame Bin Ladin’in ailesinin şirketi kanalların planlarını vererek bu kanallardan önce su basılması ardından elektrik verilerek isyanın bastırıldığı söylentileri yaygın şekilde anlatılmaktadır.
Hatta Batı’da, Kabe baskınının, 11 Eylül 2001’de ikiz kuleler saldırısı ile sesini iyice duyuran Radikal İslam şiddetinin, El Kaide’nin gelecek saldırılarına ilk ilham kaynağı olduğu tartışılmaktadır.
250 ölü ve binlerce yaralı ile bastırılan eylem Suudi rejiminin gayretleri ile tarihin unutulan sayfalarından biri haline getirilmeye çalışılmıştır.
İsyancıların bir gün kolları, ertesi gün bacakları kesilerek ve daha sonraki günlerde de halka açık meydanlarda ya da gizlice idamları gerçekleştiriliyor.
Bu olaydan sonra da Suud Rejimi’nin Kabe’de belli bir süre namaz kılınamazsa yönetim düşer maddesindeki süreyi çok uzun zaman dilimine çıkardığı söylenmektedir.
Baskından 30 yıl sonra Arap Baharı ile çivisi çıkan bir Ortadoğu’yu anlatan Ali Çimen’in Kırık Heykel kitabı Mart 2013’te piyasaya çıktı. Hala aydınlanamayan bu esrarengiz baskın özellikle ülkemizde pek bilinmediğinden dolayı merak edenler için ilginç gelebilir.
“Eğer gidip Araplarla yaşarsanız, özgürlük ve insan saygınlığı fikirlerimizi kesinlikle anlayamadıklarını görürsünüz. O ya da bu türde bir diktatörlüğün hakimiyeti altında o kadar uzun zaman yaşadılar ki onlardan özgür bir devleti başarı ile yönetmelerini nasıl bekleyebiliriz?” Soğuk Savaş döneminden beri Şam’dan Porto Rico’ya kadar bir güvenlik hattı için uğraşan ve bunun için gizli operasyonlarla hükümetleri kontrol etmeye çalışan Amerikan başkanı Eisenhower’ın 1957 lerde sarfettiği sözler bunlar.
Tabi o diktatörlükleri kendilerinin besleyip büyüttükleri yıllar sonra anlaşılacaktı.
10.07.2013
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder