29 Ekim 2014 Çarşamba

ASTROLOJİ SAFSATASI

Safsata belki de az kalır. İki yazıdır sözde bilim Astroloji tarihinden bahsetmekteyim. Bu gün ise hayatımıza, geleceğimize yön verdiği iddia edilen bu burçlar nedir, nasıl çıkmıştır ve neden bilimsel değildir açıklamaya çalışacağım. İnsanlar gökyüzüne baktıklarında öncelikle korku ve merak hakimdir. Ve daha Mezopotamya zamanında günlük işlerini kolaylaştırmak adına yıldızlardan faydalanmaya başlamışlardır. Ve gökyüzünü mitolojik kişiler ve hayvanlarla özleştirerek yıldız takımlarına bölmüşlerdir. Ve bunları oraya tanrılarının koyduğuna inanmışlardır. 17.yüzyıla kadar gök küre bu şekilde 48 takıma ayrılmış, bugün kuzey ve güney yarımkürede olmak üzere 88 takım yıldızı mevcuttur. Bu takımlardaki yıldızların kesinlikle fiziki hiçbir bağlantısı yoktur. Sadece gök küre üzerinde - insan gözünün derinlik algılama yeteneği olmadığı için – tüm takımdaki yıldızları aynı uzaklıkta görürüz. Mesela Büyük Ayı Takımyıldızında ki bize en yakın yıldız 53 ışık yılı, en uzak yıldızda 360 ışık yılı uzaktadır. Ya da Koltuk takımyıldızındaki yıldızlar 45 ışık yılı ile 700 ışık yılı arasında değişen uzaklıklardadırlar. (Bir ışık yılı yaklaşık 10 trilyon kilometredir.) Tabi ilk insanlar bu takımyıldızları ürünlerini ekmek, bakımını yapmak ve biçmek için kullanmışlardır. Mesela Avcı takım yıldızı gök kürede gözükmeye başladığında ekim zamanının geldiği haberini vermektedir insanlara. Ya da kışın geldiği, Mısır’da Nil’in taşma mevsimi başladığı habercisidir bir yerde. Modern astronomide takım yıldızlarından faydalanmıştır. Mesela Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımlarından faydalanarak Kutup Yıldızını bulmak çok kolaydır. Bu keşif özellikle gemiciliğin gelişmesinde ve insanların uzak denizlere korkusuzca açılmasına, yeni keşiflere neden olmuştur. Ve ilk insanlar – o zamanlar güneşin döndüğü varsayılıyordu- güneşin tutulum eksenini baz alarak 10 derecelik bir açı içindeki kalan takımyıldızları burçlar kuşağı olarak adlandırmışlardır. Ve bakış açımıza göre güneşin koç yada yada Akrep takımyıldızında olduğunu söyleyerek kehanetlerine başlamışlardır. İşte şimdi geldik zurnanın zırt dediği noktaya. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Mezopotamya’ya dayanan burçlar kuşağında aslında 12 değil 13 takımyıldızı bulunur. Bu kuşaktaki Yılancı takım yıldızı Astrolojinin gündeminde yoktur nedense ? Nedense diyorum aslında o çağlarda çağına göre ileri bir teknolojide bunun göz ardı edilmesi mümkün değil. Ama Mezopotamya 60 tabanlı sayı sistemini kullandığı için 360 dereceyi tam sayıyla ancak 12’ye bölerek bu konuyu çözmüştür. Ve Yılancı takımyıldızını Akrep Takımyıldızına katılmıştır böylece. Biraz daha bilimsel yaklaşıp bu safsatayı açmaya çalışalım. Güneşimiz her bir takım yıldızında astrolojinin iddia ettiği gibi otuzar günlük sürelerde bulunmamaktadır. Yay TY’da 32 gün, Oğlak TY’da 28 gün, Kova TY’da 24 gün, Balıklar TY’da 38 gün, Koç TY’da 25 gün, Boğa TY’da 37 gün, İkizler TY’da 31 gün, Yengeç TY’da 20 gün, Arslan TY’da 37 gün, Başak TY’da 45 gün, Terazi TY’da 23 gün, Akrep TY’da 7 gün, Yılancı TY’da 18 gün bulunmaktadır. (TY : Takım Yıldızı) Bizleri etkilediği iddia edilen gezegenlerden Uranüs 1781 yılında, Neptün 1846 yılında keşfedilmiştir. Hatta Neptün keşfinden önce matematiksel olarak bulunan ilk ve tek gezegendir. Ve en trajikomiği ve gülüncü ise Plüton’dur. 1930’da keşfedildikten 2006 yılına kadar güneş sistemimizin 9. Gezegeni idi. Fakat Plüton’un da bulunduğu Kuiper kuşağında 1978’de Chiron saptandıktan sonra –ki Plüton’un doğal uydusu olduğu anlaşılmıştır – daha sonra Eris (Plütondan daha büyük hatta keşfedildiğinde 10. Gezegen olarak düşünülmüştü) ve Ceres (Mars ve Jüpiter arasında ki asteroid kuşağında yer alır) ile birlikte yeni bir küme olan “cüce gezegenler” sınıfına dahil edilmiştir. Kuiper kuşağında binlerce cüce gezegen olduğu tahmin edilmektedir. Burada şunu hatırlatmakta da fayda var. Bu yeni keşfedilen gezegen veya gezegenciklerde günümüzde mitolojiden esinlenerek adlandırılmaktadırlar. Daha bitmedi safsatamızın kandırmacaları. Gökküresinde gök ekvatoru ile tutulum düzleminin kesiştiği iki noktadan her birine ekinoks –gün dönümü - denir. Yerin dönme ekseni tutulum düzlemi ile 23,5 derecelik bir eğim yaptığından, Güneşin yıllık hareketi sırasında, yılda iki kez gök ekvatoru ile tutulum düzlemi kesişir. 2000 yıl önce burçlar ortaya atıldığında bu kesim noktası Koç takımyıldızında idi. Fakat Ay ve güneşin çekim etkileri ile Dünya güneşin etrafında düz bir şekilde hareket edemez. Tabiri caizse salınarak hareket eder. Ya da yalpalayarak. Bu hareket sonucu gündönümü kesişim noktaları kaymaktadır. Ve bu kesişim noktaları tutulum düzleminde 26 000 (yirmialtı bin) yılda bir tur tamamlar. Ve ya şöyle söylersek bu kesişim noktası 24 000 yıl sonra yeniden Koç Takım yıldızında olacaktır. Hala yıldızların ve yakın gök cisimlerinin sizi etkilediğini düşünüyor musunuz? O zaman size Astronomi Biliminin ışığında günümüzde Güneş’in hangi tarihlerde hangi burçta bulunduğunu belirten çizelgeyi vereyim de günümüzde hangi burçta olduğunuzu bulun. Aşk, para, sağlık durumunuzu Plüton’unda etkisini düşünerek yorumlarda bulunursunuz artık. Tabi diğer Haumea, Maemake, Eris ve Ceres gibi cüce gezegenlerimizin hakkını yemeyelim lütfen. Sanırım en talihsizlerimiz de 30 Kasım – 17 Aralık tarihlerinde doğanlarımız. Çünkü onların bir burcu bile yok Astrolojide. Bana göre ise en şanslılar çünkü bu gelecek safsatası ile uğraşmaları gerekmiyor. Merak ediyorum yazılarıma konu olan Vakıf üniversitesinde açılan sertifikalı Astroloji programında bunlar anlatılacak mı acaba. Cumhuriyetimizin 91. Kuruluş yıldönümünde bu tür bir yazı yazmak ne acı. Böyle giderse Cumhuriyetimizin 100. Yılında bu tür yazılar yazmak bile hayal gibi görünüyor. Ruh Sağlığı Yasası – Çok geç olmadan Kampanyası için Link : https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

25 Ekim 2014 Cumartesi

SEN NE İMİŞSİN BE KLAUDYOS

Ansiklopedik bilgilere baktığınızda bu Klaudyos, MS 2.yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü bir bilim adamıdır. Tam adı Klaudyos Batlamyus. Hayatı hakkında hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Müslüman astronomlara göre 78 yıl yaşadığı söylenir. Yunan asıllı bir mısırlı, veya Mısır asıllı bir Yunanlı olduğu iddia edilmektedir. Hatta batı onu Klaudyos Ptolemaios olarak tanır. İki eser vermiştir. Büyük Bileşim Yunan ve Babil uygarlıklarının gökbilim bilgilerinin bir derlemesidir. Ve yazımıza konu olanda bu eserdir. Batlamyus’un bilime katkısı yoktur? diyemem ama olumsuz iki katkısı günümüze kadar sürmüştür. Bunlardan ilki, kendinden üç yüzyıl önce yaşayan Hiparkus’a dayalı derlemesinde Dünya Merkezli bir Güneş sistemi modeli önermesidir. Ve bu model Kopernik’e kadar Batı ve İslam dünyasında geçerli model olarak kabul edilmiştir. Bu kabul edilmişlikte insanoğlunun aşağılık kompleksi ve kliseninde büyük rolü vardır. Tanrı tüm evreni insan için yaratmış ve insan evrenin tam merkezinde olmak zorundadır. Bu görüş bilimin nerede ise bin yıl geri kalmasına neden olmuştur. Hatta Kopernik Güneş Merkezli sistemi ortaya attığında ilk tepki Protestanlardan gelmiş olup bu konuda Luther "Bu budala astronomi bilimini alt üst etme sevdasındadır. Oysa Kutsal Kitap, Arzın değil, güneşin döndüğünü söyler. Bu yeni yetmeye halk kulak verecek. Olacak iş mi?" Diyerek tepkisini ortaya koyar. Ve bu tepki sonucu Kopernik’in 1543 yılında basılan, Gök Kürelerinin Hareketi adlı ünlü kitabı ve Kopernik sistemini konu alan kitaplar, 1882 yılına kadar kilisenin yasakladığı kitaplar listesinde yer aldı. Batlamyus’un bilime verdiği ve hala günümüze kadar gelen en büyük ikinci zararı, daha önce Babil ve Yunan mitolojilerinden yararlanarak Astrolojiyi sistematize etmesidir. Daha da ileri giderek gök cisimlerinin insan üzerine etkileri olduğunu ilk ortaya atan kişidir. Uğurlu ve uğursuz günlerin belirlenmesi gibi falcılığı kapsayan bu bilgiler Ortaçağ ve Yeniçağ astrolojisi bu kitabın sunmuş olduğu birikime dayanmaktadır. Astroloji bir bilim değildir, ama astronomi ile birlikte doğmuş ve yaklaşık olarak 18. yüzyıla kadar bu bilimin gelişimini, kısmen olumlu büyük ölçüde de olumsuz yönde etkilemiştir. Gök olaylarına bakarak kehanetlerde bulunmak, özellikle de felaketleri kestirmek, tarihte pek çok toplumda gözlenmiştir. Günümüzde batıda varolan astroloji sisteminin kökeni Eski Yunan'dan gelmektedir. Büyük İskender dönemine kadar, Eski Yunan'daki gökyüzü incelemeleri yeryüzünde olan olayların açıklamasını ve kehanetleri içermezdi. Gelecekle ilgili tahminler, gökyüzü cisimlerinin hava durumunu etkiliyor olduğu görüşünden ibaretti. Bu dönemden sonra Mezapotamya uygarlıklarının etkisi ile Eski Yunan'da astronominin yanı sıra astroloji de boy göstermeye başladı. Astrolojinin yazılı tarihte ilk ortaya çıkışı ise MÖ 2500 yılında, gezegenlerin insanın kaderini etkileyen güçlü tanrılar olduğuna inanılan Mezopotamya'da olmuştur. Bu ilk astrologlar gökyüzünü dikkatle izlemeye ve onun geceleri parıltılı, muhteşem sessizliğinde gördüklerinin düzenli kayıtlarını tutmaya başladılar. Astroloji danışmanları Kraliyet ailesine devlet yönetimi konusunda akıl verirlerdi ve Mezopotamya tarihinin erken dönemlerinde astroloji "kraliyet sanatı" olarak düşünülürdü. Mezopotamya gökbilimcileri göklerin işleyişini açıklamak için yeni geometri bilimini kullanmaya başladıkları sıralarda, eski Yunanlılar, zaten tanrılarının geniş panteonuyla övünmekteydiler. Yunanlılar, Mezopotamya'nın astrolojik kehanet biçimini kendi mitolojileri ve yeni geometri bilimiyle birleştirip zodyaka dayananan kişisel bir astroloji geliştirdiler. Yunanca "zodiakos kyklos" ya da "hayvanlar dairesi" anlamına gelen bu kuşak, güneşin bir yıl boyunca gökyüzünde izlediği eliptik yörüngesinin her iki yanında dokuz derece uzanır. Zodyak -Koç, Boğa, Yengeç- gibi her biri bir hayvan tarafından simgelenen ve yılın belirleyen on iki parçaya bölündü. Böylece Yunanlılar astrolojiyi göklerinin yaşamlarındaki etkilerini merak eden bireylere danışmanlıkta kullanarak yıldız falını ortaya çıkardılar. Astroloji Roma kültürüne girdi ve oradan da Roma İmparatorluğu ile birlikte Avrupa'ya yayıldı. Hıristiyanlığın doğuşu ile bir süre karanlıkta kaldı: Ne de olsa, astroloji insanların kaderinin, yıldızların yaratıcısından çok, yıldızlar tarafından öneriyor gibiydi. Oysa ortaya çıkan Hıristiyanlık öğretisine göre bu yaratıcı, insanlara özgür irade bahşetmişti. Ancak, astroloji bir yolunu bulup genel olarak Hıristiyan öğretisinin içine sızdı ve gelişmeye devam etti. Noel için astrolojik tarihin seçimine dikkat edin. Nihayet, modern bilimin buluşları, astrolojinin mutlak bilimsel doğruluğuna olan inancı sarsmaya başladı. Zamanımızda astroloji yine de, bilim teorisine alternatif ve insan ruhunun zenginliklerinin dile getirilmesinin bir biçimi olarak her zamanki kadar popüler. Hatta Psikiyatride’de yerini almış, Carl Jung astrolojinin "bütün antik bilgeliği içerdiğini" söyleyerek psikoanalizde rüyaların açıklanmasında bunu önermiştir. Astroloji, kendilerini daha iyi anlamak isteyen çağdaş kadınlara ve erkeklere, ruhlarının evrenin sayısız mucizleri ile olan gizemli ilişkisini açıklamayı vaad eder. Batlamyus’un Dünya merkezli sistemi ve astrolojiyi sistematize etmesi bilim tarihinin belki de en kara dönüm noktalarıdır. RUH SAĞLIĞI YASASI-ÇOK GEÇ OLMADAN https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

22 Ekim 2014 Çarşamba

HASSSTROLOJİ ?

Bugün akıl sağlığından bahsetmeyeceğim direkt olarak. Akıl tutulması diyebiliriz belki. Hoş gazetedeki köşemin adı da “Akıl Tutulması” ama değerli bir psikiyatrımız köşemin adı konusunda bir daha düşünmemi uyararak şöyle yazmıştı. “Aklı olmayan bir toplumun aklı da tutulamaz ayrıca...” İşte tamda bu konuyu yazmak istiyorum aslında. Yazımın başlığına gelince hemen kötü düşünmeyin lütfen.! Ben üniversiteye başladığımda astronomi bölümleri üniversitelerimizde yeni yeni açılmaya başlamıştı. Diğer bölümlerden arkadaşlar “Hastronomlar” aşağı “Hastronomlar” yukarı diyerek sözde bu bölüm mezunlarının bilimsel falcı olacaklarını düşünürlerdi. Yani Has bilimsel falcılar anlamında kullanıyorlardı. Geçtiğimiz yıllarda bir Vakıf Üniversitesinde Astroloji seminerleri verildi. Tabi ülkemizde görsel ve yazılı medya tarafından kuşatılmış fal köşeleri olduğu için açıkçası üzerinde durmadım. Fakat 25.10.2014 tarihinde yine bir Vakıf Üniversitesinde başlayacağını okuduğum sertifikalı eğitim programını görünce ne yalan söyleyeyim, bir Hassssstroloji çektim. Eğitimin adı “ASTROLOJİ VE FÜTÜRİZM” Program açıkçası beni ilgilendirmiyor o yüzden yazmaya bile değmez ama notta eğitimin üç yıl süreli bir program olacağı, her seviye sonrası sınav yapılarak bir diğer seviyeye geçilebileceği belirtilmiş. Diğer dikkatimi çeken ise Astroloji ve Fütürizm. Ne alaka. Evet Fütürizm kelime anlamı olarak “gelecekçilik” demektir. Astrolojide gelecek hakkında kehanetlerde bulunduğu için uyumlu gibi görülebilir. Ama; Astrolojinin kökenleri yani Gök olaylarına bakarak kehanetlerde bulunmak, özellikle de felaketleri kestirmek, tarihte pek çok toplumda gözlenmiştir. Bunun ilk yazılı örneği Mezapotamya'daki Asur ve Babil uygarlıklarındadır. Fakat Fütürizm 20. Yüzyılın başlarında İtalya’da ortaya çıkmış bir sanat akımıdır. Bu akımın öncüsü İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'dir. Marinetti'nin 1909 da Paris'te "Le Figaro" gazetesinde yayımladığı "manifesto futurisita" (Fütürizm Bildirisi), fütürizmin bildirişidir. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphaneleri yerle bir edip ahlakçılık gibi bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız.' ifadeleri yer almaktadır. Bu, geçmişin bütünüyle reddi anlamına gelmektedir. Aynı bildiride. "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz." sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesi olmuştur. Süratin (hızın) üstünlüğünü iddia ve ilan eden Marinetti, bir yarış arabasının, Yunan heykelinden daha güzel olduğunu belirtmiştir. Hemen diyeceksiniz ki Türk Edebiyatında fütürizmin temsilcisi Nazım Hikmet Ran’dır. Tabi ki Nazım’ın şiirlerinde bu siyasal akımın izleri yaşanmaz. Tam zıt fikirler hakimdir. O sadece fütürizmin “sözcüklere özgürlük” parolasından etkilenmiş, şiirde geleneksel kuralları terk etmiş, ölçü ve uyaktan vazgeçmiştir. Aslında fütürizm; son yılların moda sloganı “kefenimizle geldik, ölümüne seninleyiz”’i çağrıştırmıyor mu sizce de ? Fütürizmin felsefesi neydi : Ahlakçılıkla savaşmak, savaş ve ölüme götüren düşünceleri yüceltmek. Günümüzde bunları yaşamıyor muyuz.? Ki bu Astroloji eğitimine başlayan Vakıf Üniversitesi geçen yıl öğrencileri için hazırlattığı kitapçıkta Türkiye’nin bir kısmını “kürdistan” olarak gösteren haritasının ortaya çıkması sonucu, tepkilere neden olunca “insan hatası” açıklaması yaparak olayı örtbas etmişti. Yine aynı üniversite, kendi öğretim üyesi Prof. Hayrettin Ökçesiz’i, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ki hukuksal mücadelesinden dolayı cezalandırarak görevine son vermiştir. Bunları da göz önüne aldığımızda, aslında yapılanın bir kelime oyunu olduğunu düşünüyor insan. Astroloji bahane, fütürizm şahane….. mi acaba. Diyerek asıl konumuz olan Hassstroloji hakkında da yazmaya devam edeceğiz. Ruh Sağlığı Yasası – Çok geç olmadan İmza Kampanyam için Link : https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

18 Ekim 2014 Cumartesi

“Ruh Sağlığı Yasası” kampanyasına önemli bir destek

10 Ekim 2014 Dünya Ruh sağlığı gününde sosyal medyada başlattığım imza kampanyası ile ilgili olarak Sn.Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ ın desteğine teşekkür ederek, ruh sağlığı konusu hakkında ki önemli ve değerli düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”  Kampanyanın muhatabı: Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU Dostlar, Toplum Ruh Sağlığı, sağlık sorunları bütünü içinde görece önemli bir pay alıyor. Ve bu pay yine görece sürekli artmakta. Son yıllarda, Dünya Bankasınca (DB) önerilen DALY (Hastalık Yükü – Disability Adjusted Life Year) ölçütüne dayalı irdelemelerde ilk 10 önemli sağlık sorunu içinde hep yukarılara tırmanmakta.. DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001 Dünya Sağlık Raporu (World Health Report),doğrudan Dünya ruh sağlığı sorunlarına ayrılmış durumda.. Aşağıdaki tabloda 1999’da DALY yüküne göre 5. sırada yer alan Unipolar Majör Depresyon, öngörülere göre 2020’de 2. sıraya tırmanacaktır. Yine 1999’da en yüksek DALY kaynağı 15 neden arasında yer almayan “Şiddet” (Violence), 2020’de en büyük 12. DALY kaynağı olabilecektir. (DALY : Hastalık – yaralanma nedeniyle erken ölüm yüzünden yitirilen yaşam yılları + bu nedenlerle engelli yaşanan yıllarına dayalı bir modern bir sağlık ekonomisi ölçütüdür) Keza, aşağıdaki çizime göre de nöro-psikiyatrik bozuklukların 4 ana DALY kaynağı içinde payı, 30 yıl içinde (1990… 2020) % 9’dan %14’e yükselebilecektir (DSÖ – WHO). Biz de konuyu sürekli işlemekte, Tıp Fakültesinde eğitimini vermekteyiz. Bu sitede Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Healthbaşlığı altında kapsamlı bir power point sunumunu bulabilirsiniz. (http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/) Bugün ülkemizde 500 binden çok ağır derecede, en az 6-7 milyon da sağaltım gerektiren, orta ve hafif şiddette ruhsal bozukluk tanısı alabilecek kişi olduğu kestirilmektedir. Bu kişilerin hastalıklarına tanı konamaması ve sağaltımlarının gecikmesi yalnızca tıbbi değil, sosyal ve ekonomik yitiklere de yol açabilmektedir. (Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. Sağlık Bakanlığı TSH Gn. Mdl. 2006 http://temelsaglik2.saglik.gov.tr/dosya/Yayinlar/tcruhsag.pdf, 25.05.10) ***** Uzun yıllardır Türkiye’de ULUSAL RUH SAĞLIĞI YASASI çıkarılması istenmektedir. Ancak son 20 yılda ciddi çabalara karşın TBMM önüne böylesi bir yasa siyasal iktidarlarca getiril(e)memiştir. Vize’den duyarlı bir yurttaşımız (Astronomi eğitimi almış..) sorunu bir kez daha göndeme taşıyor.. Ne var ki Türkiye ateş çemberinde.. Asıl sorunlarına dönük enerji harcayamıyor. Kendi başına sardığı sorunlarla boğuşuyor AKP iktidarı. Arada Orta Vadeli Program 2015-17 (OVP) birkaç gün önce açıklandı; ertelenebilir yanı yoktu. Bir de ileti verilecekti iç – dış çevrelere; “Biz duruma egemeniz.. gündem elimizde, tüm sorunlarla uğraşıyoruz..” gibisinden. OVP tam bir acı reçete ve ekonomik çöküş ve tutarsızlıklar… metni, o başka.. Evet, biz de Türk Psikiyatri Derneği’nin yılllardır süregelen kurumsal çabasına ve Sn. İlhan Vardar’ın çağrısına katılıyoruz :  “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !.. Web sitemizde yer alan Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health başlığı altında kapsamlı power point sunumunu incelemenizi diliyoruz.. (http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/) Ve son olarak, Türkiye’nin karmaşaya sürüklenen ortamında, Başbakan Davutoğlu’nun verdiği sözü unutmayarak, son derece gerileyen Akademisyenlerin ücretlerinin mutlaka ve hızla iyileştirilmesini (15 Ekim’e yetiştirileceğini Başbakan belirtmişti..) bekliyoruz. Sevgi ve saygı ile. 10 Ekim 2014, Ankara Dr. Ahmet SALTIK www.ahmetsaltik.net ================================================= Başlatan Kırklareli, İlhan VARDAR http://ahmetsaltik.net/2014/10/10/ruh-sagligi-yasasi-cok-gec-olmadan/ Desteğiniz için imza kampanyası linki ektedir. https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

16 Ekim 2014 Perşembe

DEVLET : “BU GÜN GİT YARIN GEL” ya da

Bir iş yapılmak istenmediğinde baştan savmak için kullanılan “bugün git yarın gel” sözü en çok kamu kurumlarında duyulduğu için Devlet kurumları ile özdeşmiş bir sözdür. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte artık yavaş yavaş unutulmaya başlamışken…… Kamu kurumlarında yeni terminolojiler geliştirilmeye başlanmıştır. İş yapmamak için vatandaşı bilgilendirmek yerine işi yokuşa sürmek, ya da vatandaşa “yanlış biliyorsunuz bu işi biz yapmıyoruz” demek gibi. Ya da teknoloji sayesinde bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bu devirde vatandaşı aptal yerine koymak gibi. Örneklersem daha kolay anlaşılacağım sanırım. Üniversiteyi bitiren bir genç, memleketine dönüyor ve adres beyanında bulunmak üzere Nüfus idaresine gidiyor. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde o adreste oturan kişi ile birlikte müracatı istenir. Adreste oturan kişi şehir dışındadır ve müracatı mümkün değildir. Gencimiz işleri aksasa da devlet kurumuna güvenerek geri döner ve adreste oturan kişinin şehre gelmesini beklemeye başlar. Fakat 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 48 inci maddesi b fıkrasında aynen şöyle denmekte. b) Daha önce beyan edilmiş bir adresin birlikte oturma gerekçesiyle bir başka kişi tarafından beyan edilmesi halinde, ilgilinin hali hazırda o adreste oturan kişi ile birlikte müracaatı istenir. Birlikte müracaatın mümkün olmaması durumunda, adreste hali hazırda oturan kişinin apartman-site yöneticisi, lojman idaresi sorumlusu veya muhtar tarafından birlikte oturulduğuna ilişkin yazılı beyanı kabul edilir. Neymiş birlikte müracatın mümkün olmaması durumunda muhtar tarafından birlikte oturulduğuna ilişkin yazılı beyan kabul edilirmiş. Ben değil Kanun böyle diyor. Geçtik. Sonrası daha trajikomik. Gencimizin birlikte oturacağı velisi şehre dönünce birlikte gidiliyor Nüfus Müdürlüğüne. Ve kayıtlara geçiriliyor. Bu arada gencimize Nüfus Kayıt örneği gerekmektedir. Ve bu talebini bildiriyor. Aldığı yanıt “Biz vermiyoruz muhtardan alacaksın” Nüfus Müdürüne çıkılıyor ve aynı yanıt alınıyor. Yine kanuna dönelim ve kanunu T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Nüfus ve Vatandaşlık İşleri genel Müdürlüğü sayfasından aynen alalım. NÜFUS HİZMETLERİ KANUNU Kanun Numarası : 5490 Kabul Tarihi : 25/4/2006 Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 29/4/2006 Sayı : 26153 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 45 BİRİNCİ KISIM Genel Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Tanımlar ALTINCI KISIM Nüfus Kayıtlarındaki Bilgilerin Verilmesi Nüfus kayıt örneği verilmesi MADDE 43- (1) Kişinin aile kütüğündeki kaydının çıkarılması ve aslına uygunluğunun nüfus müdürlüğünce onanması ile elde edilen nüfus kayıt örnekleri, aksi ispat edilene kadar geçerlidir. Nüfus kayıt örneği, istenme nedeni ve hangi amaçla kullanılacağının belirtildiği yazılı istek olmadan verilemez. Ancak kişinin kimliğini kanıtlayan resmî bir belge ile şahsen başvurması halinde yazılı müracaat aranmaz. Nüfus kayıt örneklerinde, bunları istemeye yetkili olanlar tarafından açıkça ve gerekçeli olarak istenmediği takdirde, kimlik bilgileri dışında kişisel bilgilere yer verilmez. Bu belgeler üzerinde silinti ve kazıntı yapılamaz. (2) Düzenlendikleri tarihten itibaren yüzseksen gün içinde kullanılmayan nüfus kayıt örnekleri geçerliliğini kaybeder. Nüfus kayıt örneğinin kullanılacağı alanlara göre Bakanlık bu süreyi otuz güne kadar kısaltmaya yetkilidir. Ayrıca yine T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI Nüfus ve Vatandaşlık İşleri genel Müdürlüğü sayfasında sık sorulan sorular kısmında 1- Nüfus kayıt örneğini kimler nasıl ve nereden alabilir? 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 43 üncü ve 44 üncü maddeleri çerçevesinde alt ve üst soylar ile ilgili nüfus kayıt örnekleri için kaydın sahipleri veya bunların eşleri ile veli, vasi, alt ve üst soyları ya da bu kişilere ait vekillik belgesini ibraz edenler, nüfus müdürlüklerinden doğrudan almaya yetkilidirler. Belki bu tek örnekle genelleme yapamayız ama bir işinizi yaptırmaya gitmeden önce lütfen ilgili kurumun teknoloji sayfalarına girerek o işin olurluğundan emin olmakta fayda var diyorum. Fazlada söze gerek yok sanırım.

11 Ekim 2014 Cumartesi

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan"

Başlattığım ve linkini verdiğim imza kampanyasına desteklerinizi rica ediyorum. http://www.change.org/p/mehmet-m%C3%BCezzino%C4%9Flu-ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan?recruiter=32781149&utm_campaign=twitter_link&utm_medium=twitter&utm_source=share_petition Kime : T.C.Sağlık Bakanlığı Mithatpaşa Cad. No: 3 06434 Sıhhiye/Ankara T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İnönü Bulvarı No: 42 06520 Emek7Ankara T.C.Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Ziyabey Cad. No:6 06520 Balgat/Ankara Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı TBMM 06543 Bakanlıklar/Ankara Türkiye Psikiyatri Derneği Tunus Caddesi 59/5 Kavaklıdere/Ankara Türk Tabipler Birliği GMK Bulvarı Ş.Daniş Tunalıgil Sok. No:2/17-23 06570 Maltepe/Ankara Her kırk saniyede dünyada bir kişi intihar ediyor. Siz bu satırları okurken; bir kişi intihara hazırlanıyor olabilir ya da bu açıklamaları okuduğunuz dakikalar içinde kaç kişinin intihar ettiğini varın siz hesaplayın. “İntihar eden insanların çoğunluğu akıl hastasıdır. Anoreksiya, major depresyon, iki kutuplu bozukluk (manik-depresif hastalık), şizofren ve sınırda kişilik bozukluğu en sık görülenlerdir.” Bu duygu halini bir düşünün, tabulara, dine (en büyük günah intihar), kadere, toplumsal baskıya rağmen bir insan canına kıymayı nasıl düşünebilir ? Daha da önemlisi son 30 yılda intihar edenlerin yüzde 440 artış göstermesi, son 10 yılda ise 25 000 insanımızın intihar neticesinde yaşamını yitirmesi olayın vahametini daha da arttırmaktadır ki bu oran belirtilen yıllarda ki trafik kazalarında yaşamını yitirenlerin nerede ise yarısına ulaşmaktadır. Özellikle uzmanların belirttiğine göre dünyada intiharların en fazla görüldüğü grubun 15-24 yaş aralığındaki kuşak olması konunun önemini daha da arttırmaktadır. Çoğu psikiyatrik bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir. Uzmanlar psikiyatrik bozuklukların genetik veya kalıtsal eğilimleri bir tetikleme olayı kombinasyonu sonucu olduğunu düşünüyor. Ve tıp artık bu rahatsızlıkların bir akıl hastalığı, ruh hastalığı olmadığını, beynimizdeki enzimlerin düzensizliği ile ilgili olduğunu söylemektedir. Diğer genetik fiziksel rahatsızlıklar gibi kesin tedavileri olmamakla birlikte beyin hastalıklarının kontrol altına alınabileceğine inanıyor. Beyin hastalıklarının kontrol altına alınabilmesi ve hastayı günlük yaşama döndürüp, topluma kazandırabilmesi tüm ülkelerin en birincil gündemi olması gerekmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan 'Ruh Sağlığı Eylem Planı' açıklandı. Türk nüfusunun ruh sağlığına ilişkin ilginç veriler, saptamalar ve önerilerin yer aldığı plan, 2011-2023 tarihlerini kapsıyor. Planın en önemli unsurlarından biri artık Avrupa'nın bazı ülkelerindeki gibi Türkiye'de de toplum temelli ruh sağlığı modelinin uygulanacak olması. TÜRKİYE'NİN RUH SAĞLIĞI PROFİLİ Eylem planında ruh sağlığına ilişkin yer alan verilerde şunlar ön plana çıkıyor: - Türkiye'de nüfusun yüzde 18'i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor. Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı yüzde 11. - Ruhsal hastalığı olan 6 kişiden sadece 1'i yardım arıyor. - Kardiyovasküler hastalıklardan sonra yüzde 19 ile ikinci sırada psikiyatrik hastalıkları bulunuyor. - Hastalara ayrılan yatak sayısı toplam 7 bin 356. Avrupa'da her 100 bin kişiye 8 akut psikiyatri yatağı düşen İtalya'dan sonra 100 bin kişiye 10 psikiyatri yatağı ile Türkiye ikinci en az yatak sayısına sahip ülke. - Türkiye'de Mart 2011 itibarıyla aktif olarak çalışan bin 625 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı bulunuyor. Bu kişilerin 862'si Sağlık Bakanlığı, 277'si üniversitelerde çalışırken 486 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı özel sektörde hizmet veriyor. - 100 bin kişiye düşen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı sayısı 2,20. Avrupa Birliği'nin 15 ülkesinde 100 bin kişiye ortalama 12,9 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı düşüyor.” Bazı hastanelerin içler acısı durumu yansıtıldıktan sonra alınacak önlemler ve yapılacak olan işler sıralanıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya genelinde akıl sağlığına ilişkin bilinmesi gereken temel noktalar, rakamlar ve istatistikleri 10 başlık altında toplayarak üye ülkelerin dikkatine sundu. WHO’nun akıl sağlığı raporunun en önemli sonuçlarından biri fiziksel olmayan rahatsızlıklardan dolayı acil servislere başvuruların son on yılda yüzde 5 artarak yüzde 6’dan yüzde 11’e yükselmesi ve dünyada psikiyatri hastalarına yönelik insan hakları ihlallerinin çok yaygın olması. İhlallerin başında fiziksel şiddet, ayrımcılık, temel ihtiyaçların ve mahremiyetin görmezden gelinmesi olarak belirtilmiştir. Çok az ülkede akıl hastalarının haklarını net biçimde garanti altına alan yasal düzenlemeler bulunduğu ise özellikle vurgulanmıştır. “ Evet yapılacak işler arasında bakanlık yasal düzenlemelerden bahsetmiyor. Bahsedilenler hekim sayısının, hastane sayısının artması, mobil hizmetlerin gelmesi üzerinedir. Peki yasal düzenleme olmadan bunlar nasıl gerçekleşecek? Bu arada Türkiye Psikiyatri Derneği'nce 1999’da başlatılan, 2002'den bu yana defalarca Sağlık Bakanlığı’ndan ilgililere sunulan Ruh Sağlığı Yasası'nın gerçekleşmesi yönünde çalışma olmadığı gibi Kasım 2006’da Meclis gündemine de yansıtılan kampanyalar ve Derneğin hazırladığı Ruh Sağlığı Yasa taslağı ne yazık ki göz ardı edilerek görmemezlikten gelinmektedir. Türkiye’de ruh sağlığına toplam sağlık bütçesinin %1’inden daha az pay ayrıldığı tahmin edilmektedir. Son beş yılda ise ülkemizde antidepresan kullanımı %65 artmıştır. Büyük çoğunluğunun bilinçsiz bir şekilde tüketilmesi var olan psikiyatrik rahatsızlıkların tetiklenmesine neden olmakta ve sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirmektedir. “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan" Yasa Çalışmaları devam ederken öncelikli olarak; 1- Bu tür rahatsızlıkların tedavileri ve ilaçları, teşhis ve kontrol altına alınması süreci çok pahalıdır. Ve tedavinin devamlılığının önemi de düşünülürse ülkemiz ekonomik şartları göz önüne alındığında, Sosyal Güvenlik Kurumunun desteğinin hemen hemen hiç olmaması, aileleri tedaviden vazgeçirmekte ve hastalar kaderlerine terk edilmektedir. SGK özel hastahanelerle bir çok anadal için sağlık anlaşmaları yaptığı halde özel hastahanelerin birçoğunda psikiyatri klinikleri ile anlaşma yapmamaktadır. Ayrı bir boyutta sözde aynı çatı altına toplanan SGK farklı uygulamalar yapmaktadır. Özel sigorta ve Vakıf'lara üye olan hastalar kısmen de olsa özel hastahanelerin psikiyatri kliniklerinden faydalansa bile devlet memurları bu haktan mahrum bırakılmaktadır. SGK tüm vatandaş için desteği arttırmalı ve farklı uygulamalar yerine eşit uygulamalar getirilmelidir. Ayrıca SGK normal şartlar altında alınması gerekenden yüksek ücret talep eden ve ödeme yapıldıktan sonra herhangi bir hak iddia edilmeyeceğine dair hastalara imzalatılan belgeleri gerek özel gerek vakıf hastanelerinde kontrol altına almalı ve durum yasadaki gibi işlemelidir. 2- Hastaların hekime (Psikiyatr) ulaşamaması, aslında yukarıdaki madde ile bir bütün teşkil etmektedir. Devlet ve Özel hastahanelerin bir çoğunda psikiyatr servisi bulunmamakta, üniversite hastahaneleri ise çok yoğun olduğu için yeterli olamamaktadır. Şöyle örneklersek bu rahatsızlıklardan Manic Depresyon ve Şizofreni türü olanların teşhisi ve hekimin sürekliliği çok önemli olduğu halde Devlet Hastahanesine başvuran hasta depresyon teşhisi ile gönderilip depresyon ilaçları ile tedaviye çalışılmaktadır. Dolayısı ile depresyon ilaçları bazı rahatsızlıkları tetiklediği için hastada belirtiler düzelmediğinden dolayı kendisi ve yakınları tedaviden vazgeçmekte ve yine kaderlerine terk edilmektedirler. Hasta ve yakını pes etmeyip yeniden gittiğinde bu kez bir başka sorun çıkmakta karşımıza. Farklı bir hekimle karşılaşmak. Çünkü bu konuda merkezi bir bilgi sistemi bulunmadığı için hekimlerin değişikliği bu kez teşhisin konulamamasına ya da tedavi sürecini zora sokmakta ve hastaya yararlı olamamaktadır. 3- Son yıllarda gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin. Kadın cinayetleri, çocuk istismarı, çocuk ve büyüklere cinsel istismar ve taciz konularında da bu tür rahatsızlıkların etkili olduğunu düşünüyorum. Özellikle ülkemizin akıl sağlığı konusunda gün geçtikçe kötüleşmesi ve bu olayların son yıllardaki artışı ile bir paralellik gösterdiği düşüncesine sevk etmektedir insanı. Örneklersek Manic Depresif bir hastanın manic dönemlerinde cinselliğe daha fazla ilgi göstermesi, makyajını abartılı yapması, seksi kıyafetlere yönelmesi, özgüveninin artış göstermesi ve eşe, aileye karşı çıkması özellikle hasta kadınsa bir Türk erkeği namusum için öldürdüm diyebilmektedir. Dolayısı ile bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak bu tür vakalarda madur ve sanığın psikiyatrik durumları incelenerek daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir ve geç kalmadan önlem alınabilir. Tabi ki tüm vakalar için aynı iddiada bulunmasam da bir çoğunda etkili olduğunu düşünüyorum. Bu geçici önlemler acilen alınırken “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan"

8 Ekim 2014 Çarşamba

YALNIZLIK

“İnsanoğlu, Ey İnsanoğlu!... Anlaşılamayan, alışılamayan, şefkat ve nefret dolu, yapayalnız insanlar… Aşık olur kimi, bir kalbe, bir bedene, bazense hiçliğe boşluğa. Özler insan, hemde delicesine, iliklerine kadar özler. Hasret duygusu kaplar her yerini, yutar adeta, esir alır sanki benliğini. Nefret eder insan, hayattan, sistemden, kendinden… İsyankardır genelde, sıkıcı hayatına renk katmaya çalışır rutinlikten kaçınır ama bilmez ki hayatının bir kadrajdan ibaret olduğunu, kadrajdan taşarsa o hayat, görüntü bulanıklaşır, kayboluverir… Eğlenir insan, daha doğrusu öyle zanneder, bedeni güler fakat ruhu ağlar, aydınlatamaz bedenindeki karanlığı. Ağlar, kaçar, düşünür…İşte budur insan, anlatması bu kadar kolay anlaması ise bir o kadar zordur. Bir nota dizisinden ibarettir hayat. Çalgının gitar, kaynağın ruh olduğu ahenk ve uyum içinde giden bir dizi ama çoğu zaman nota kaçırır, kalınlaşır hatta kopana kadar incelir hayat. Ama kopmaz, bir arkadaş, sevgili, anne, baba veyahut bir şarkı ayakta tutar o teli, izin vermez kopmasına. Hata yapar insan evladı. Pişman olacağı hatalar. Ancak kaçırdığı teli unutamayıp şarkıyı bırakanlar kaybederler. Şarkıya elinden gelenin en iyisi ile devam edenler mutlak kazananlardır. Bazen kendimiz bir ritim yaratırız, bir yerlere bağlı kalmadan, inişli, çıkışlı… İşte bu ritimde hata yoktur her nota bizim doğrumuzdur, bir yaşanmışlıktır. Bazen bir gitar yetmez hayata, farklı sesler gerekir yaşam ordusuna. Azraile karşı savaşanların tarafına. Bir umut gerekir bazen. Bir ışık. Bir alem gerekir müziğin ruhuna…” (ÖEV) Yalnızlık veya yalnız kalma bir insanın boşluk duygusuyla karışık kendini dünyadan kopmuş hissetme duygusudur. Yalnızlık arkadaş eksikliğinden veya başkalarıyla birlikte olma arzusundan daha da öteye giden bir duygudur. Yalnızlık duygusu sıradan bir yalnız olma halinden farklıdır. Bazen insanlar bilinçli olarak tek başına kalmayı tercih ederler ve yalnız olmaktan zevk alırlar. Bu yalnızlık duygusundan farklı bir durumdur. Yalnızlık duygusu istek dışı bir yalnız kalma durumundan dolayı ortaya çıkar. Yalnızlık duyan insan terkedilme, dışlanma, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, anlamsızlık, değersizlik ve kızgınlık duygularıyla doludur. Kendisinin hiç kimsenin sevgisine değer olmadığını düşünür, o yüzden de sosyal yaşamında zorluk çeker. Bu durum yalnızlık duyan insanın diğer insanlarla sağlıklı sosyal ilişkiler kurmasına sekte vurabilir. Endüstrileşme ve modernleşme hareketiyle; özellikle de telefon, cep telefonu, televizyon, bilgisayar, internet kullanımının yaygınlaşması ile birlikte uzaklar yakın, özel alanlar kamusal, mahremler aleni olurken, sosyal hayat da yerini yavaş yavaş bireysel hayata ve o da yalnızlığa bıraktı... Evet toplumumuzun geleceği ergen ve gençlerin ne duruma geldiğini örneklemek için bu örnek verilmiştir. Çünkü yukarıda okuduğunuz tırnak içinde ki yalnızlık duyguları 17 yaşında bir ergene aittir. Ergenlerin yalnızlık düzeylerini etkileyen en önemli kaynaklardan biri kuşkusuz ailedir. Bu dönemde aile içi ilişkiler daha da önem kazanmaktadır. Bu durumun farkında olmayan aileler ergenlerin ruh halini anlayamamakta ve dolayısıyla yeteri kadar destek olamamaktadırlar. Bu yüzden okul psikolojik danışmanları bireyin yalnızlık duygusunun fark edilmesi ve önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla anne babalara ergenlik döneminin özellikleri konusunda eğitici seminerler verebilirler. Akıl sağlığının gittikçe bozulduğu, eğitim sisteminin bilimsellikten uzaklaştığı, hele hele rehberlik hizmetlerinin nerede ise olmadığı eğitim sistemimizde bu ülkenin geleceğinden endişe etmek yeterli olmamalı sanırım. Yorumu sizlere bırakıyorum.

BAYRAMLIK

Bir kurbanlığın günlüğü 1. GÜN: Sevgili günlük, bugün bayramın ilk günü. 10 gündür elimden geleni yapıp bir şekilde satılmamayı başardım. Arkalara kaçtım, sürekli yüzüme hastalıklı bir hava verdim. Şans da yüzüme güldü, bugüne geldik. Ama bu iş boşlamaya gelmez. Her an biri gelebilir,orama burama bakıp, şu başımda dikilen herife kilomu sorabilir. O da zaten beni satamadı diye gıcık, en az 10 kilo fazla söyler. Adam inanıp alır beni evine götürür, evin küçük kızı gelip beni sever, oynar. 1 gün sonra o kızın babası gözlerimi bağlayıp besmele çekip bıçağı boğazıma dayar ve keser. O sırada hayatım gözlerimin önünden bir film gibi geçer. Film de film olsa. Hep aynı kare: Ot yiyorum, etrafa bakıyorum, ot yiyorum etrafa bakıyorum... Hayat mı bu be? Dünyaya gel, birkaç sene ot ye, sonra seni yesinler! 2. GÜN: Sevgili günlük, ben eşeğim. Yani koyunum ama eşeğim . Sana dün ne dediysem oldu, iyi mi?! Saatine mi geldi nedir?! Şu an herifin birinin bahçesindeyim. Şu saate kadar bayramlaşmaydı, gelen giden falandı derken beni kesmediler ama en geç yarın bu iş biter! Kesecekler beni günlük duyuyon mu? Kıyacaklar kınalı kuzuna . Hayır boğa olsaydım, sahibimin elinden kaçar, sokaklarda terör estirirdim. Televizyonlardaki bütün haber bültenleri beni gösterir, en azından ölmeden meşhur olurdum. Ama tabiatım boğa kadar asabi değil ki! Koyun gelmişiz, koyun gideceğiz 3. GÜN: Günlük, inanmayacaksın ama hâlâ hayattayım. Bunlar beni kesmeyecek galiba. Şaka yapıyorlar. Camdan bakıp bakıp gülüşüyorlar. Son gün de beni salacaklar. Haklısın! İyimserliğin de bu kadarına yuh artık. Yok yok bu defa işim zor, hem de çok zor. Yarın görüşemeyiz, hakkını helal et. 4. GÜN: Günlük, benim ben. Hahahaha!! Yırttım oğlum. Bu sabah aslında tam gidiyordum, adam bıçakları, tülbenti hazırladı. Yanıma koydu. Tamam dedim, bu sefer ağzımla kuş tutsam yolcuyum. Sonra 'ne dedim lan ben' dedim kendi kendime. Ağzımla kuş tutmak! Tabii ya! Kuş gribi. Bunu bir becerirsem ağzımda kuşla beni hayatta kesmezler. Hemen dalda duran bir kuştan rica ettim. Gel iki dakika ağzımın içinde dur sonra uçarsın hesabı. Kuş gıcık çıktı. "Hay senin kafana" deyip tam kesilirken kafamın orta yerine hacetini bıraktı. Bunu gören sahibim panikleyip kuş gribi olmamak için beni saldı. Kafana kuş pislemesi uğurlu gelir derlerdi de inanmazdım. Bayram diye buna derim oğlum! Değmeyin keyfi -meeeee!!! * * * Cemaat, camide namazını kılmış, tesbihat yapıyormuş. Birden içeri elinde çifte su verilmiş bursa işi bir ekmek bıçağı bulunan bir adam girmiş ve gür sesiyle: - aranızda Müslüman var mı? Diye bağırmış. Cemaat, eli bıçaklı adamdan acayip korkmuş tabi. Ama içlerinden yaşlıca biri cesaretini toplamış, her şeyi göze almış artık ve elini kaldırmış: - ben... Ben müslümanım. Adam bunu dışarı götürmüş. Meğer Kurban kestirecekmiş. Kurbanını yaşlı adama kestirmiş ama adam yaşlı tabi, yorulmuş. Ben yoruldum evladım, derisini de başkası yüzsün demiş. Kurban sahibi adam camiden içeri tekrar girmiş, bu sefer bursa işi bıçağı kana bulanmış gören cemaat iyice korkmuş tabi. Adam: - aranızda başka Müslüman yok mu? Diye bağırmış. O anda herkes imama bakmış. İmamın ödü kopuyor tabi. - ne bakıyorsunuz bana ya, demiş ve eklemiş: -iki rekat namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk.. * * * Yukarıda ki fıkranın Erzurum versiyonu Müslüman Erzurumlu Erzurum'da ermenilerin olduğu dönemde, kurban bayramı. Erzurumlular kurban kesiyorlar, bunu gören ermeninin biri arkadaşına; - Ben de kurban kesmek istiyorum, der. - Olur mu saçmalama. Sen müslüman değilsin, kurbanı niye keseceksin ki? diye karşı çıkar arkadaşı. Tabi ermeni kararlı, gidip bir inek satın alır ve eline bıçağı alıp ineğin başına gelir. Elindeki bıçakla ineği ve kendini kan revan içinde bırakır ama bir türlü ineğin canı çıkmaz. Bunun üzerine ermeninin arkadaşı yanına gelip; - Ya bu kadar işkence çekeceğine git şu karşıdaki Müslüman kahvesine bir tanesinden rica et gelip kessin, der. Ermeni elinde bıçak üstü başı kan içinde kahveye girer. - Bir müslüman arıyorum, der. Kahve halkından biri korkudan "Ca..ca..camiye gittiler, burada müslüman yok" der. Adam camiye gelir ve içeri girip, " Müslümanlar buradaymış, öyle mi?" der. Cemaatte çıt yok. Sonunda dayanamayıp arkası dönük olan hocayı gösterirler. Ermeni hocanın karşısına dikilir; "Burada tek müslüman sensin heralde". Hoca kanlı bıçağa bakar ve "Çim? Ben?... Bene müslüman diyenin celmişini ceşmişini...." * * * Kurban bayramı arefesin de mini etekli aşırı dekolte giyinmiş bir bayan, o vaziyette kurban pazarına kurban almaya gitmiş. Pazara girer girmez değil insanların, kurbanlık davarların bile dikkatini çekmiş uyanığın biri - buyrun hanımefendi bir arzuniz mi var? bayan cilveli,cilveli sırıtarak - kurbanlık bakıyorum adam bir dudağı yerde, bir dudağı gökte - kurbanı nedecahsin ben sahan kurban olurum deyince kadında, - hani senin boynuzların yok demiş. - valla sen beni alırsan üç güne kalmaz boynuzlarim çıkar demiş. * * * Bayramınız kutlu olsun.

1 Ekim 2014 Çarşamba

BİPOLAR BOZUKLUK HAKKINDA KISA NOTLAR

"Unutmayın ki, bu rahatsızlık sizin hatanız değil. Kendinizi suçlamayın." -“Bipolar Bozukluk, uygun ilaç ve psikoterapi ile kontrol altına alınabilir.” -“Bu hastalık kimyasal dengesizliklerden kaynaklanıyor ve bunda sizin bir suçunuz yok. Bu yüzden, hastalığınızı kabullenin. Yapmanız gerekenleri (psikoterapi+ilaç tedavisi) aksatmayın.” -“Bipolar bozukluğu olan yakınınıza yararlı neler söyleyebilirsiniz : * Bu hastalıkla yalnız kaldığını düşünme, yanındayım ve destek için hazırım. * Bu düşüncelerine ve duygularına neden olanın bir hastalık olduğunu anlıyorum. * Şimdi inanmayabilirsin ama hissettiğin sıkıntılı duygular değişecek. *Senin ne hissettiğini tam olarak anlamıyor olabilirim ama sana değer veriyor ve yardım etmek istiyorum. * Benim için önemlisin ve senin yaşamın da benim için önemli.” -“Bipolar Bozukluk, “depresif, karma ve manik ataklarla seyredebilen bir hastalıktır.” -“Bipolar Bozukluk tanısı almış kişinin kendisi ile ilgili en dikkat edeceği konuların başında düzenli, her gün aynı saatlerde uyumak, uyku kaçıran durumlardan uzak durmak gelmelidir. Uyku düzeninin bozulması hastalık dönemlerinin tekrarı için en önemli risk faktörlerindendir.” -“Bipolar bozukluğun temel tedavisi ilaçlarla yapılır. Bu hastalığın niteliğinden dolayı, çoğu zaman hem manik hem depresif belirtileri kontrol altına almak için tek ilaç yeterli olmayabilir; bu sebeple hastalık dönemine belirtilerin şiddetine bağlı olarak birden fazla ilaç kullanılması gerekebilmektedir. İlaç tedavisinin temel hedefi manik ve depresif dönemlerin sayısını azaltmaktır. Hastanın dönem sayısı ne kadar fazla olursa, belirtilerin tedaviye dirençli hale gelmesi ihtimali de o kadar artacaktır.” -“Bipolar Bozukluk Hangi Yaşlarda Görülür? En sık başlama yaşı 20’li yaşların ortaları gibi görülmekteyse de ilk belirtinin ortaya çıkması genelde 15- 19 yaşları arasına rastlamaktadır. Ergenlik öncesi görülmesi seyrek olsa da mümkündür. Bipolar bozukluğun ortalama başlama yaşı erkekte 18, kadında 20 olarak saptanmıştır. 12 yaş altında mani görülmesinin nadir olduğu düşünülür. Geç yaşlarda başlaması ise seyrek olmakla birlikte, gene mümkündür, ancak öncelikle bedensel başka bir hastalığa bağlı olduğunu düşündürür.” -“Bipolar Bozukluk hastalarına şizofreni, şizofreni hastalarına bipolar bozukluk tanısı konulması sık rastlanan durumlardır.” -“Uzun süredir izlenen bir bipolar bozukluk hastasının şizofreni olma ihtimali oldukça düşüktür.” -"Çocukluk Çağındaki Bipolar Bozukluk Vakalarındaki Belirtiler Nelerdir? -Artmış enerji -Distraktibilite(dikkatin kolay dağılması, bir konuya odaklanamama) -Basınçlı konuşma -İrritabilite (Olumsuz olaylara sinirlenme eşiğinin düşük olması) -Grandiozite (Büyüklük sanrıları) -Fikir uçuşması -Uyku ihtiyacının azalması -Aşırı keyifli olma -Cinselliğe aşırı ilgi ve artmış aktivite” -"Acil Durum İşaretleri Herkeste aynı olmamakla birlikte, daha önceki hastalık dönemleri başında da olan bazı davranışlar, değişiklikler yeni bir hastalık döneminin geldiğini düşündürebilir. Bu belirtiler saatler günler içinde şiddetlenip, yoğun hastalık dönemini getirebilir. Bu durumda acilen hekime ya da acil psikiyatriye başvurmak gerekir. Mani dönemi için en sık başlangıç belirtileri; sinirlilik, uyku bozukluğu, enerji artışı, konuşma miktarında artış, odaklanma güçlüğü, cinsel ilgide artış, para harcama. Depresyon dönemi için ise, üzgün, durgun, sıkıntılı hissetme, isteksizlik, enerjisizlik, iştah değişiklikleri, uykuya dalmakta ya da sürdürme güçlüğü, bazı kişilerde de aşırı uykulu, yorgun hissetme.” -“Türk Ceza Kanununa göre bipolar bozukluk hastası cezai ehliyete sahip midir? Atak döneminde bir suç işlerse yasal bir istisnai durum var mıdır? Her hastanın, her hastanın geçirdiği her bir dönemin ve işlenen suçun üç etken olarak birlikte değerlendirilmesiyle ceza sorumluluğu kararına varılır. Her durum kendisine özgü olacağından genelleme yapılamaz.” -"Bipolar Bozukluk Genetik midir? Aile ve kalıtım araştırmaları Bipolar Bozukluğu olanların birinci derece akrabalarında hastalanma riskinin belirgin olarak yüksek olduğunu göstermektedir.1. derece akrabalarında Bipolar Bozukluk olanların hastalanma riski genel toplumdan 4- 6 kat yüksektir. Bipolar bozukluk 1.derece akrabalardan herhangi birinde bulunması halinde risk % 25, ana babanın her ikisinde bulunması halinde % 50- 75’e yükselir. Hastaların yarısında 1. derece akrabalarda Bipolar Bozukluk saptanmaktadır.” -"Doktorunuz ile Uyum İçinde Olmak Önemlidir. Doktorunuzla ve psikoterapistinizle yapacağınız düzenli görüşmeler, onların sizin duygu durumunuzun nasıl olduğuna dair daha iyi fikir edinmelerini sağlayacaktır. Bu sayede ilaç düzenlemeleriniz ve terapi süreci daha iyi işleyecektir.” -"İlaçlarınızı doktorunuzun verdiği şekilde her gün düzenli halde mutlaka kullanın." İlaçlar sizi uzun vadede korumaya ve manik ve depresyon dönemlerini engellemeye yöneliktir. Yani, ilaçları sadece manik ve depresif hissettiğinizde kullanmayın.” -"Hastaya uzun bir süre boyunca yanlış teşhis konulmuş (ör: şizofreni), yanlış tedavi uygulanmışsa; ve bir dönem sonra aynı hasta başka bir sağlık kuruluşunda doğru teşhis sonucu daha iyi olduğunu ve yaşam kalitesinin yükseldiğini görürse önceki tıp uzmanlarına karşı yasal hakları nelerdir? Bipolar hastalara şizofreni, şizofren hastalara bipolar tanısı konulması sık rastlanan durumlardır. Özellikle ilk dönemlerde “yanlış tanının günahı olmaz”. Doğru tanıyı koyan ekip aradan geçen süredeki gidişatı anlayarak öğrenme avantajını kullanmıştır. Eğer ilk tanıyı koyan(lar)ın vicdan muhasebesi yapması isteniyorsa durumu kendilerine aktarmak önerilir.” Bipolar Yaşam Derneğine teşekkürlerimle…