29 Mart 2014 Cumartesi

SEÇİM YAZISI

Yarın seçimler var. Bu sakin istirahat gününde birazcık ta olsa tebessüm etmek adına köşemi seçtiğim Bektaşi fıkralarına bırakıyorum. * * * Sofu Bektaşi’ye İslam’ın şartını sorar. -Birdir. der Bektaşi -Daha İslam’ın şartının 5 olduğunu bilmiyorsun, birde bilimden dem vuruyorsun. Deyince. Bektaşi : -İmanım, hac ve zekatı siz kaldırdınız, oruçla namazı da biz kaldırdık, geriye kelimeyi şahadetten başka ne kaldı ?.. * * * Bir mecliste Bektaşi’yi namaza davet etmişler, bakmış herkes kalkıyor, O’da kalkmak zorunda kalmış. Yanına ki sofu : -Erenler sen abdest aldın mı? diye sormuş. -İmanım hamurumuz topraktan yoğrulmuş, su ile fazla oynamaya gelmez, demiş. * * * Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi: -Ey Allah’ım! demiş, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım... Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capa canlı... Dışardan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş: -Ulan, demiş; bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı? Çocuk göstermiş: -Bu sarı, bu kırmızı! Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş: -İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun? * * * Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyordu. Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşi’nin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu: - Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu ? Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap verir; - Dolduruyorum ki, orada sirke olsun. Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sordu : - Sirke dersin ama, ya şarap olursa ! Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi : - Orasını Allah bilir. der. * * * Meyhanelerden çıkmazdı hiç. İçkisini içer, geç vakitte naralar atarak evinin yolunu tutardı. Ne çocuğuna, ne eşine, ne anasına, babasına ve ne de çevresine hayrı dokunmamıştı. “Ayyaş Hamdi” böyle bir yaşamın sonunda rahmetli oldu. Cenaze namazı kılındıktan sonra İmam sordu : -Merhumu nasıl bilirdiniz ? - İyi insandı… Kimseye kötülüğü olmadı… Toprağı bol olsun… ve benzer cevapları duyan Bektaşi sabredemedi ve yanındakinin kulağına fısıldadı: - Bizi neyse de, Allah’ı da aldatmaya yelteniyorlar. * * * Bektaşi babası İstanbul’da gezinirken, Padişahın Sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yanından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu. - Faytona binen Padişah mıdır? - Hatır Padişahın bir kuludur. Cevabını aldı. Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytonda ki adama baktı. Sonra kendi haline baktıktan sonra, ellerini açarak: - Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi. * * * Yolu camiye düşen Bektaşi namazdan sonra: - Ey ulu Tanrım, bana bol bol şarap ver. Diye dua etmiş. Yanında namazı bitiren kişi de ellerini kaldırmış: - Rabbim bana iman ver diye dua etmiş. İki duayı da işiten hoca Bektaşi’ye dönmüş: - Bak herkes iman istiyor Tanrıdan sen de şarap istiyorsun. Utanmıyor musun? Demiş Bunun üzerine Bektaşi hocaya dönüp : - Ne yapalım hoca efendi herkes kendisinde olmayanı ister. Demiş. * * * Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o günkü vaazında içkinin kötülüklerinden bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek verir : - Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova a rakı koyun hangisini içer ? diye sorar. Bektaşi elini kaldırarak cami imamının sorusunu yanıtlar : - Hocam suyu içer. İmam: Tabi ki suyu içer, peki neden suyu içer? Diye sorunca, Bektaşi cevaplar : - Neden olacak hocam, eşekliğinden! * * * Hoca ile Bektaşi birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca: - Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya….. Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam… Bektaşi’nin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş : - Yahu bu ne uzun namaz böyle ? - Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları da kıldım! demiş hoca. Yola koyulmuşlar, bir müddet sonra mola verdiklerinde bu kez namaz kılmak için Bektaşi müsaade istemiş ve başlamış namaza… Ama ne namaz, bitmiyor! Sonunda hoca dayanamamış : - Erenler, senin namazda uzun sürdü! - Önümüze ki haftanın namazını kıldım! demiş Bektaşi. Hoca şaşırmış : - Yahu olur mu böyle şey? Bektaşi gülmüş : - Yukarıda ki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?

26 Mart 2014 Çarşamba

ŞEYTAN İŞ BAŞINDA

“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?” Daniel de Foe ****************************************************** Bir ülkede, yaklaşan kış aylarında ne yapacağını kara kara düşünen evsiz, barksız garibanın biri; bir gün Başbakana hakaret etmenin cezasının altı ay hapis olduğunu öğrenir. Kışı hapiste geçirecek baharda yeniden dışarı çıkacaktır. Ve sokaklara çıkıp “Hırsız var” diye bağırmaya başlar. Polisler yaka paça alıp sorgularlar adamı ve mahkemeye çıkarırlar. Dava görülür, Hakim “Yirmi yıl, altı ay cezalandırılmasına” hükmeder. Gariban şoktadır. Hakime sorar “Hani Başbakana hakaretin cezası altı aydı ?” Hakim ; “Evladım haklısın, Başbakana hakaretin cezası altı ay, geriye kalan o yirmi yıl devlet sırrını açığa vurmanın cezası” * * * Bazı sırlar vardır ki tam olarak çözemeseniz bile, satır aralarını okuyarak birazcık ta olsa aralayabilirsiniz. Ağustos 2013’te Sözcü Gazetesi’nde Bora Erdin’in haberinde : De­niz Ti­ca­ret Oda­sı Mec­lis Üye­si Le­vent Ka­ra­çe­lik; “ Yük bul­mak­ta bü­yük so­run ya­şa­nı­yor. Bu­nun en bü­yük ne­de­ni ya­şa­nan fi­nan­sal kriz. Kü­çük şir­ket­le­rin yük­le­ri azal­dı­ğı için if­las­lar art­tı­” de­di. Le­vent Ka­ra­çe­lik, es­ki­den ha­zi­ran-tem­muz ay­la­rın­da kö­mür ta­şı­ma­cı­lı­ğı­nın yo­ğun ol­du­ğu­nu an­cak iç pa­zar­da kö­mür re­zerv­le­ri tü­ke­ti­le­me­di­ği için ye­ni ta­le­bin ol­ma­dı­ğı­nı ifa­de et­ti. Ka­ra­çe­lik söz­le­ri­ni şöy­le sür­dür­dü: “Buğ­day ve kö­mür ta­şı­ma­sı azal­dı. Bu­nun ne­de­ni fi­nan­sal gü­cün azal­ma­sı. Ör­nek ver­mek ge­re­kir­se es­ki­den kö­mür ala­cak ki­şi ban­ka­yı ara­ya­rak kre­di alı­yor ve 30.000 ton kö­mür yük­lü­yor­du. Şu an bu­nu ya­pa­ma­dı­ğı için 5.000 ton ka­dar alım ya­pı­yor. Di­ğer yan­dan sa­na­yi üre­ti­mi­nin düş­me­si ile hur­da de­mir ta­şı­ma­cı­lı­ğın­da da azal­ma ol­du. De­mir-çe­lik­çi­ler el­le­rin­de­ki ma­lı sat­ma­dık­la­rı için ye­ni mal alı­mı yap­mı­yor­lar.” Fakat gemiciklerini 6’lıyan Burak Erdoğan’ın gemileri dünya limanları arasında mekik dokumaktadır. Hatta İsrail’in etkili gazetelerinden olan Yedioth, İsrail ile ilişkilerin kötü olduğu dönemlerde bile “gemiciklerin” Türk ve İsrail limanları arasında yük taşıdığını yazıyor. Bu dönemde denizcilik sektörü, tarihin en büyük krizlerinden birini yaşarken “Gemicikler” 4 kıtada sefer rekoru kırıyor. Ayrıca denizcilik sektöründe 20-25 firmanın iflas ettiği, haksız rekabet ortamı oluşturulduğu sektörde konuşulmaktadır. İnsan düşünmeden edemiyor, 2007 yılında gündeme düşen gemicik ile, kesin tarihi bilinmeyen (2009 ya da 2010 olduğu tahmin edilen) ama Eylül 2011’de Ankara’yı sarsan ve sızan ses kayıtları, 5.si gerçekleşen PKK-Devlet Oslo görüşmelerini açığa çıkmasına neden oldu. Bu görüşmelerin geriye dönük olarak 2,5 yıldır devam ettiği söylenmektedir. Şeytan dürtüyor. Bu krizde “gemiciklere” işi, bu görüşmeleri koordine eden İngilizler ve çıkarı olan Amerika ve İsrail mi bulmaktadır? Ayrımcılığı belki de onlar yapıyordur. Diğerleri iflasın eşiğine sürüklenirken, kısa sürede büyüyen “gemicik” filosunun işleri arasında PKK ile bir bağlantı olabilir mi? Hadi canım sende… PKK’nın taşıtacak ne malı olabilir ki? Dünya gençliğini uyuşturan uyuşturucudan, ya da Türk gençliğini öldüren silahtan başka? Git işine be şeytan. Ayartma insanı ve bela arama. * * * Geçtiğimiz günlerde ses kaydı sızıntıları farklı boyutlara taşınmaya başladı. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da diğer mahkumlarla yaptığı sohbetlerde müzakere sürecinin tartışıldığı tape’lerin sızdırılması, Öcalan’ın sesi olduğu iddia edilen konuşmalarda Öcalan’ın adeta bir hükümet görevlisi, bakanı gibi hükümeti övüp muhalefeti eleştirmesi Youtube’da yayınlanan ses kaydında göre dikkat çekici. Bu arada basında yayınlanan bu haberlerin yanı sıra fısıltı gazeteleri de iş başında. Neymiş efendim bebek katili İmralı’da değilmiş !? Acaba cemaatin hamlesine karşılık koruma altına mı alındığı sorusunu sormadan edemiyor insan. Ya da gerçekten seçimlerden sonraya bir hazırlık mı yapılıyor? Fısıltı gazeteleri de bir haber çıkıyor anında konturu bastırıyor. Bu günlerde şeytan yoğun mesai yapıyor sanırım.

22 Mart 2014 Cumartesi

Kılıçdaroğlu'na açık mektup

Antisthenes şöyle dermiş: "Sana karşı çıkanı sen de ona karşı çıkarak değil, aydınlatarak susturabilirsin” . CNN TÜRK’te şöyle buyurdunuz; “Gülen Cemaati’yle her hangi bir flörtümüz, birlikteliğimiz, ilişkimiz, bir araya gelme, oturup konuşma söz konusu değil. Ama biz belli bir inanç grubunun bir araya gelip cemaat kurmasına karşı değiliz. Siyasete girmemek koşuluyla. Çünkü biz inançların siyasete malzeme olmasını istemeyiz.” Sn.Kılıçdaroğlu, daha önceki dinsel açılımlarınızda da sizi aydınlatmaya çalıştık. Ne yazık ki din dersinizi çalışmamışsınız hala. Cemaatin siyasete girmemesi ne demek, lütfen güldürmeyin, İslam, Devlet Biçimidir. Bir yönetim tarzıdır. Ve İslam Devletlerinde oluşan müesseseler dinin esaslarına aitmiş gibi kabul edilmiştir. Peygamber ilk İslam Devleti başkanıdır. “arkasından başa geçen” anlamında ki Halifelerde sonraki İslam hükümdarlarıdır. Yani siyasetle iç içedir cemaatler. Hele hele Cemaatin, tüm İslam ülkelerinde örgütlenmesi siyasi değil mi? Türki ülkelerde okulları kapatılmaya, çalışanlarının CIA ajanı olarak ülke dışına sürülmesi dinsel amaçlı mıdır? Evet, cemaat dinde ibadet etmek için bir araya gelen topluluklara denir. Siz, Sosyal Demokrat bir parti başkanı olarak sosyolojik bakmalısınız. Sosyoloji literatüründe ise cemaat kavramı, cemaatin üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye -genellikle ortak bir ideolojiye ya da bir kimlik duygusuna- dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünüdür. Ortak ideoloji şeriat, kimlik din değil midir ? Başında olduğunuz partinin ve T.Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal sonradan Cumhuriyet’in başına bela olmasın diye cemaat, tarikat, tekke ve zaviyeleri laf olsun diye mi kaldır dı.? O da “siyasete girmezlerse” diye düşünemedi mi? Lütfen dürüst olalım kurmaylarınız flört ettiğinizi açıklamadı mı cemaatle, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum. Ayrıca, aynı zamanda FBI danışmanlarından biri olan Prof. Williams, cemaatin içyüzünü, planlarını ve yeni kitabını gazetelere şöyle anlatmıştı: “Daha önce Fethullah Gülen’in çiftliğini çok kez ziyaret ettim. Gülen okullarındaki müdürlerle konuştum. ABD’de Gülen’in çiftliğine gelip giden bazı insanların söylediği kadarıyla cemaat, AKP’yi terk edip CHP’yi desteklemeye karar verdi. Amaçları bu partiyi de ele geçirmek. Bu düşüncenin planlandığı yer, Gülen’in Pensilvanya’daki çiftliği... Gülen’in CIA’ya hizmet ettiği biliniyor.” Hadi siz gözden kaçırdınız danışmanlarınızda mı bunu kaçırdı da tek kelime etmediniz bu konuda. CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayınız yoldaşınız, Mustafa Sarıgül CNN TÜRK’te Tarafsız Bölge programında; “Gülen cemaati öyle bir yere oturtuldu ki her gelen onlardan bahsediyor. Ben Gülen Cemaati’ne yapılanların çok haksız olduğunu düşünüyorum. Doğru bulmuyorum… Sarıgül hiçbir zaman güçlülerden yana hiç olmadı her zaman haklılardan yana oldu. Gülen cemaatine büyük bir zulüm yapıldığı kanısındayım.” Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? 30 Kasımda ABD’ye giderken ABD ziyaretinin, "CHP'nin görüşlerini, düşüncelerini, ilke ve değerlerini Amerikalı muhataplarla paylaşmayı" amaçladığını belirttiniz. Amerikalı muhataplarınız kimlerdir? Düşünce kuruluşlarının davetlisi olduğunuzu belirttiniz. Bunlar Kurucu üyesi olduğunuz Tesev gibi kuruluşlar mıdır? Daha parti üyeleriniz, ülkem insanları bile görüşlerinizi, düşüncelerinizi, ilkelerinizi öğrenemedi Amerikalı muhatabın bunları bilmesindeki yarar nedir Türk halkına? Yine başında olduğunuz Partinin Büyük kurucusu bırakın parti başkanı olarak, Devlet Başkanı olarak bile hiçbir ülkenin ayağına gitmemiştir. Hele hele AKP-Cemaat savaşının kızıştığı günlerde yapılan bu ziyaret manidar değil midir ? Ziyaretinizin ardından Cemaat son yolsuzluk darbesini vurmadı mı AKP’ye? Tarihten demi ders almıyorsunuz? Humeyni İran’a geldiğinde ona en büyük desteği veren, komünistler, sosyalistler, sosyal demokratlar ilk darağaçlarına gidenler değil miydi.? Ha AKP, ha Cemaat her ikisinin de amacı Türkiye Cumhuriyet’ini yıkıp yerine şeriat Devleti kurmak değil mi? BOP’un işlerliğini yitirdiğini düşünen ABD, boşluğu doldurmak için yeni planlar yaparken sizin taraf olmanız kime hizmettir.? Seçim propagandalarınızda sürekli cemaatin ortaya çıkardığı AKP’nin yolsuzlarının yerine koyacağınız planlardan hiç bahsetmiyorsunuz. Cemaat sütten çıkmış ak kaşık mıdır ? Işık evleri, kampları, nasıl devleti ele geçirmeye çalıştığı gazete arşivlerinde mevcut. Hiç mi merak etmiyorsunuz ? Kurdukları Vakıf’ların yolsuzlukları da arşivlerde. Bu ilişkileri, satır aralarını ve partiye zarar verenlerin deşifre edilmesini, “Partiye zarar veriyor” diyen; düşünmeyen, duymayan, görmeyen, üretmeyen parti başkanına kulluk seviyesinde bağlı, kemikleşen ahmaklar, bu ilişkilerle Atatürk’ün partisine kim zarar veriyor.? PKK avukatlarından, Tesev Vakfından, Cemaatten medet umanlar mı yoksa partinin kuşatma altına alınmasına, ülkenin karanlığa sürüklenmesinde partinin uluslararası planlarda ki rölüne dikkat çekenler mi? Yine noktayı Antisthenes’le koyalım. Antisthenes'e göre önemli olan erdemdir ve erdem de bilgelikle elde edilebilen kendine yeterlilik durumudur.

19 Mart 2014 Çarşamba

ANA MUHALEFET

90’lı yıllar. Milliyet gazetesi bir anket yapıyor. Türk siyasal tarihinde ülkeye en çok zararı dokunan politikacılar kimlerdir.? Tabi ki ilk sırayı Kenan Evren alıyor. Peşinden Turgut Özal, Süleyman Demirel ve çeşitli yüzdelerle Adnan Menderes’e kadar iniyor liste. Bugün böyle bir anket yapılsa o yıllardaki liste gittikçe kabaracak. Ve sıralamada Ana Muhalefetteki birçok isim liste başı olabilecek konuma çıkacak bana göre. Çünkü muhalefet koltuğuna! öyle bir sarılmışlar ki iktidar olmak ya da halkçı söylemlerle, halkı yanlarına çekmek akıllarına gelmiyor hiç. Ve sürekli düşünmüşümdür neden böyle ? 1977’de barajsız d’Hondt sistemine göre yapılan seçimlerde 1. Parti olan CHP, % 41,4 oy oranı ile koalisyon kurmak zorunda kalmıştır. Bu oy oranı ile tüm oyların % 47,3’ünü temsil etmiş, temsil edilmeyen oy % 0,5’te kalmıştır. 2002’de Ülke barajlı d’Hondt sistemine göre yapılan seçimlerde ise 1. Parti olan AKP, % 34,3 oy oranı ile tüm seçmenin % 66,0’sını temsil ederek % 45,3 temsil edilemeyen oy ile tek başına iktidara gelmiştir. 2002 seçimleri neden önemli ? Ağır, aksak yürümeye çalışan demokrasimizin en büyük sorunu dokunulmazlıklar, seçim sistemi ve ülke barajıdır. 2002 seçimlerinde % 34 oyla iktidara gelen AKP’nin genel başkanı Erdoğan, siyasi yasağı nedeni ile seçimlere giremedi ve milletvekili seçilemedi. Bu yasağın kalkması için TBMM’ine bir yasa teklifi veriliyor ve yasa oy çokluğu ile kabul ediliyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer “öznel, somut ve kişisel” olduğu gerekçesi ile yasayı veto etse de, ikinci kez meclisten aynen gelince onaylamak zorunda kalıyor. 25 Temmuz 2007 tarihinde Zülfü Livaneli yazdığı yazıda; “Tayyip Erdoğan’ın parlamentoya girmesine yol açmakla iftihar ettiğini, bunu demokrasinin gereği olarak önemsediğini ve karşı çıkanları önemsemediğini” dile getiren ana muhalefet lideri Deniz Baykal’la –Erdoğan olayının perde arkasını anlatıyor. Uzun uzun bunları tekrarlamanın anlamı yok. Önemli olan çıkarılacak ders. Bir, parlamento içinden ve dışından uyarılara kulak asmayıp, “karşı çıkanları önemsemediğini” dile getirmek ki, bu karşı çıkanları önemsememe hastalığı şiddetini arttırarak kronikleşmiştir partide.. Kronik Hastalık; tıbbî tedavi ve rehabilitasyona rağmen hastalığın, veya herhangi bir özrün giderilememesi sonucunda rahatsızlığın süreklilik arz etmesidir . Sürekli bakım ve tedavi gerektiren hastalıklardır. Hele hele kişisel olmaktan çıkıp ta kurumsallaşırsa vay o toplumun haline. Düşünmek bile istemiyorum. Geçtiğimiz haftalarda Kılıçdaroğlu, grup toplantısında konuşurken, sözünü kesen bir partiliye, kürsüye yumruğunu vurarak verdiği yanıt, eleştirenleri önemsememenin kronikleşmesinin en güzel örneğini teşkil ediyordu. “Ben, bu partinin genel başkanıyım. Sen Genel Başkanının sözünü nasıl kesersin” Bu kişisel olsa kolay, psikiyatrlarımız, nedenleri bulur, tanı koyar, gerekli tedavileri uygular ve sorunu çözer. Partide kurumsallaşan bu kronik sorunun tanısı, ( özgürlük, eşitlik, adalet ve dayanışma temellerine oturan) Sosyal Demokrasi zihniyetinden uzaklaşmaktır kanımca. Olaydan çıkarılacak ikinci ders ise, demokrasi adına kaçan tarihi fırsat. Eğer Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesindeki bu uzlaşmada Deniz Baykal, demokrasimizin kanayan yaralarından biri ya da hepsini (dokunulmazlık, seçim sistemi, baraj) bu “öznel, somut ve kişisel” yasaya soksa idi ülke siyasal tarihinde, ülkeye en fazla yararı dokunan siyasetçiler listesinde birinci sıraya oturur, uzun yıllar birinciliği kimseye kaptırmazdı.

15 Mart 2014 Cumartesi

Paranoyak akıl oyunları 3

Evet, sizleri fazla sıkmadan, satır aralarını okumayı sürdürüp kaldığımız yerden devam edelim ve bitirelim. 2012 yılında Suudi Arabistan ülkemize 10 milyar hibe ediyor. Bu para resmi kayıtlara girdimi, örtülü ödenekte mi kaldı, nerelerde kullanıldı bu güne kadar hala bilinmiyor. Nasıl ki ABD rejim ihraç etmeye çalışıyorsa Suudi Arabistan’da kendi Vahabi Şeriat’ını ihraç etmek için çabalıyor. 12 Eylül faşizmi döneminde, yurtdışında ki İmam’larımızın maaşını Rabıta örgütü aracığı ile Suud Hanedanının ödediği hepimizin bilgisi dahilinde. Hatta Uğur Mumcu Rabıta Kitabında bunu uzun uzun anlatır. Fakat son hibenin dolambaçlı yollardan değil de aleni olarak direkt verilmesi düşündürücü. Belki de şu meşhur hükümetin övünerek bahsettiği IMF borcunu kapatmak için kullanılmış bile olabilir. Halkın her şeyi bilmesi gerekmiyor değil mi? Geçtiğimiz Ağustos ayının sonlarında Hürriyet Gazetesinde İzzet Çapa’nın bir röportajı yayınlandı. Ne yazık ki bu röportaj gündeme hiç gelmedi ve tartışılmadı. Veya özellikle göz ardı edildi. İlginç olan ise AKP-Cemaat, dershane çatışmasının da bu aylarda gündeme gelmesi. Dershane kisvesi altında lanse edilen bu çatışmanın derinlerine indiğimizde, Aytunç Altındal ile yapılan bu röportaj daha da önem kazanıyor sanki. 1988 yılında açıklanması gereken Atatürk’ün vasiyetinin açıklanmasını, yine 12 Eylül Faşist darbesinin diktatörü Kenan Evren, “Halk bunu zor hazmeder” gerekçesi ile 25 yıl, yani 2013 Kasım ayına kadar yasaklıyor. Ve Altındal bu vasiyette halifelikle ilgili önemli ifadelerin olduğunu belirtirken hilafetin aslında kaldırılmadığını öne sürüyor. Ve “Halife’yi halife yapan da, ondan bu görevi alan da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Sonuçta Halife gitmiş, hilafet kalmıştır. Bununla ilgili çıkarılan kanunda; ‘Halife hal edilmiştir’ diyor. ‘Hilafet kaldırılmıştır’ demiyor.” Sonrasında sorulan “Halife Başbakan mı olur?” sorusuna ise; “Başbakan Halife falan olmayacak, kimse heveslenmesin. Çünkü Hilafet kurumu TBMM’nin manevi şahsiyetindedir. Hilafeti meclis temsil eder, şahıs değil. Başbakan’a gelince, zaten benim açıklamalarımdan önce bu işlerin içindeydi.” yanıtını veriyor. Bu yanıtla sizin aklınıza da bazı soru işaretleri getirmiyor mu ? Mesela Recep Tayyip Erdoğan’ın bildiğimiz Cumhurbaşkanlığı hevesi yoksa halifelikle mi örtüşüyor? İşin hazin kısmı da 2013 yılı Kasım ayında, Atatürk’ün vasiyeti açıklanmıyor ama bu konuda iddiaları ortaya atan Aytunç Altındal ani bir şekilde ölüyor. Yine bir röportaj’la devam edelim. Ocak ayında Obama’nın Almanya’nın ZDF kanalına verdiği demeçte: “Ülke ülke yorumda bulunmayacağım. Alman istihbaratı ya da diğer başka bir ülke istihbarat biriminde olduğu gibi, bizim istihbaratımız da dünyadaki her ülkenin, devletin niyetleriyle ilgilenmeyi sürdürecek. Bu durum değişmeyecek. New York Times ya da Der Spiegel’de okuyabileceğiniz şeylerle sınırlı kalmak isteseydiniz, zaten istihbarat birimlerine ihtiyaç da duyulmazdı”. (Cüneyt Ülsever-Yurt Gazetesi-23.01.2014) Sanki Obama evet Türkiye’yi de dinliyoruz diyor kısaca. Ama bu dinleme “devletlerin niyetleri ile ilgilenmeyi sürdürmenin” çok ötesinde sanki. Toparlarsak ; ABD, AKP iktidarını desteklemeye başladığından beri BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) devam ediyordu. Hatta Eş Başkan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Fakat ABD projenin yürümediğini, özellikle de radikal İslam Terörünün gittikçe tırmanması yeni bir projeye ihtiyaç duymasına neden oldu. Bu Hilafet Proje idi. Hele hele İslam Dünyasında dönüşümlü olarak uygulanarak devreye sokulacak olan bu Proje hem terörü önlemede hem de Orta Doğu’daki ABD – İngiltere- İsrail’in çok işine gelecekti. Hilafet Makamını TBMM kaldırdığı için bunu yeniden devreye sokmak, kılıfına uydurmak sanırım yine TBMM’ye kalıyordu. Fakat, Orta Doğu’da ve ülke siyasetinde ki yanlış uygulamaları, Ergenekon davaları, gezi olayları Recep Tayyip Erdoğan’ın gittikçe gözden düşmesine neden oldu. Proje’nin yürürlüğe girmesi için 2006’da CIA referansı ile yeşil kart alan Fetullah Hoca bu iş için biçilmiş kaftandı. Ve düğmeye basıldı geçtiğimiz yaz aylarında. Dershane tartışması başladı, 17 Aralık’tan sonra da yolsuzluk ve kaset savaşları devreye sokuldu. Tabi Obama’nın dediği gibi CIA destekli dinlemelerle Fetullah Hoca desteklenmeye devam ediliyor. Erdoğan direniyor ama nereye kadar. Evet şimdi soruyorum. Bu AKP-Cemaat kavgası dershane veya rant paylaşımından çıkabilir mi? Kirli çamaşırların ortaya dökülmesi bu kadar ucuz mu? Hele hele hataları, günahları bile “bizdendir” diyerek görmeyen bu zihniyetlerde. İktidar ve güç savaşları halkların acı çekmesine neden olmadı mı tarih boyunca. Ve en büyük acılarda din adına yapılan savaşlarda yaşanmadı mı? (*) Kudüs’ü son olarak Selahaddin’e teslim eden Haçlı komutanı soruyor. - Kudüs senin için ne anlam ifade ediyor. - Hiçbir şey. Kısa bir duraklamanın ardından - Ve her şey yanıtı ile noktalayalım bu paranoyak akıl yürütmelerini. (*) Cennetin Krallığı filminden bir replik.

8 Mart 2014 Cumartesi

PARANOYAK AKIL OYUNLARI – II

II. Paylaşım (Dünya) Savaş’ı sonrası. Soğuk savaşın başladığı yıllar. Amerika dünyayı komünizmden temizlemeye çalışırken, diğer süper güç Rusya ise dünyaya sistem ihraç etme faaliyetlerine girişiyor. Bundan tabi ki ülkemiz de nasibini alıyordu. Hem de fazlası ile. Kore savaşındaki şehit olan yüzlerce askerimiz, Çekoslovakya’da, İran’da rejim değiştirme faaliyetleri sırasında ölen binlerce insan. Hele hele 60’lı yılların ortasında Küba krizi sırasında nerede ise 3. Dünya savaşını başlatacak kriz, Türkiye’deki Amerika’nın Jüpiter füzeleri sayesinde savaşa davetiye çıkarıyor. Amerika’nın dibinde Sosyalist bir devlet olan Küba, Türkiye’yi komünizmden kurtarmak adına ülkemize ABD tarafından yerleştirilen füzeler. ABD’nin Rusya’ya “Küba’dan çekil!” çağrısı, Rusya’nın, “Türkiye’deki füzeleri kaldırmazsan Türkiye’yi bombalarım!” tehditleri. Bu hegemonya savaşları sırasında ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi devreye giriyor. İslam’ı kullanarak ülkemizi de kapsayan komünizme karşı kalkan oluşturmak. Bu projeye ek olarak ülkemize has Türk-İslam projesi devreye sokuluyor. Türkçülük akımlarının kökenlerinde din olgusu olmadığı halde bu proje ile Türkçülük akımları din’in ipoteği altına alınmış oluyor böylece. Bunun etkilerini günümüzde de yaşıyoruz. Özellikle AKP iktidarı dönemlerinde MHP’nin etkili kararlarda AKP’yi desteklemesi, stepnesi durumuna düşmesi bunun sonucu olsa gerek. Fakat Yeşil Kuşak projesi işlemiyor. Özellikle Ortadoğu’da ABD’nin istediği gibi işlemiyor. Devreye bu projenin daha yumuşatılmış hali ile Ilımlı İslam Projesi sokuluyor. Özellikle fanatik İslami gruplar güçlendirilmeye başlanıyor. En büyük maddi desteği de tabi ki Suudi Arabistan ve Katar’dan alıyor. Duvar’ın yıkılmasının ardından Soğuk Savaş bitiyor ve Ilımlı İslam Projesi’de işlevselliğini yitiriyor. Ne yazık ki ABD’nin soğuk savaş döneminde güçlendirdiği radikal terör bu kez kendini de vurmaya başlıyor. Ve son 20 yıldır dünyada terör eşittir İslam olgusu güçleniyor. Ve İslam terörle anılmaya başlanıyor. İşte bu aşamada BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) devreye sokuluyor. Artık Komünizm tehlikesi yok olmuş, bunun yerine Amerikan Demokrasi’si adı altında ABD tarafından terör ihraç edilmeye başlanmıştır Ortadoğu’ya. Bu projenin de pek başarılı olduğu söylenemez. Irak, Mısır, Suriye örnekleri en güzel ispatı. Peki Amerika’nın besleyip büyüttüğü, bu radikal terör nasıl önlenecek? Yoksa yeni bir proje mi devreye sokuluyor? Ve işte paranoyak akıl oyunları, aklımızın bize oynadığı oyunlar böyle bir projenin devreye girebileceğinin sinyallerini veriyor gibi. AKP-Cemaat savaşı, önceki yazımda da belirttiğim gibi, öyle rant kavgasından ortaya çıkabilecek bir çatışmaya benzemiyor. AKP ve Cemaat, Ortadoğu ölçeğinde daha açıkçası İslam alemini kapsayan, ABD-İngiltere-İsrail üçgeninde uygun görülen ve düğmeye basılan projenin piyonları konumunda sanki. Akıl oyunlarına devam edelim isterseniz: Her dinin yönetildiği bir merkez bulunmakta. Katolik ve Protestanlar için Vatikan, Ortodokslar için İstanbul, Yahudiler için Kudüs. Peki İslam için böyle bir kavram ya da merkez var mı ? Ve böyle bir merkez olmadığı için 3’lü trio (ABD-İngiltere-İsrail) İslami terörü önleyemediğini düşünüyor olabilir mi? Acaba, son aylardaki satır aralarını okumaya devam ettiğimizde bu olabilirmiş gibi gelmiyor mu size de… Devam edeceğim...

5 Mart 2014 Çarşamba

PARANOYAK AKIL OYUNLARI – I

Yeniden merhaba… Geçtiğimiz Ağustos başından beri yazılarıma ara verdim. Çünkü, bilindiği gibi bu köşenin en büyük amacı, hem dünyada hem ülkemizde gittikçe bozulan Akıl Sağlığı konusunda farkındalık ve bilinç yaratıp, siyasilerin, yönetenlerin, Sivil Toplum Örgütlerinin, aydınlarımızın dikkatini çekip fason gündem tartışmalarından ziyade insan odaklı düşünmeyi merkez alıp bazı konularda ilerleme sağlaması açısından yararlı olmaktı. Sağır, dilsiz, kör üç maymunu oynayan siyasiler, ya da suni gündemler ile halkı oyalayan, satır aralarını okuyamayan aydınlar, insan odaklı değil de güç ve iktidara odaklandıkları için yazmanın hiçbir anlamı olmadığını hissettiğim için ara verdim yazılarıma. Bu, ara vermekten ziyade, depresif bir sonuç belki de. Umudun yitmesi, bu güzel ülkenin, güzel insanlarının görmezden gelinmesi, geleceğin karanlığını hissederek hiçbir şey yapamamanın hissettirdiği soğuk terlerle uyanılan korkunç bir kabus… Tabi ki öncelik ülkemin güzel insanları; diğer yandan sonsuz evrende bir toz zerreciği olan dünyamızın yok olması, kendi kendimizi yok etmezsek daha milyarlarca yıl tek yaşam alanımız olan bu küçük mavi toz zerresinin yok oluşunu görmenin, yaşamanın çaresizliği. Sağlıklı, eğitimli güzel insanlar olmazsa, kapitalizmin afra tafraları havada kalacak belki de. Dolayısı ile eğitimsiz, sağlıksız insan sürülerini gütmek en kolayı, yok etmek için insanlığı. Neyse efendim, bunlar asırlarca yazılan, söylenen gerçekler, her ne kadar sonuç vermesede… * * * * Bu köşenin yazarı genellikle gündemi tartışmaktan kaçınır. Fikri olmadığı için değil aslında, Einstein’ın dediği gibi “Sabit fikirleri yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur.” Hele hele son aylarda ki Cemaat-AKP çatışmasının satır aralarını okumaya çalışıp da bunları yazmamak, bu paranoyak akıl oyunlarımı paylaşmamak, yazımın başındaki düşüncelere ihanet etmek olur sanırım. Açıkçası bu çatışmanın nedeninin dershaneler olduğuna inanmak bana biraz tuhaf geliyor. Çünkü Cemaat ve AKP karşılıklı ilişkilerle güçlenen aynı safların aynadaki görüntüsünden başka bir şey değil. İkisininde amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamiti koyup şeriatı getirtmek. Ekonomik olarak çok güçlü olan Cemaat, dershanelerinin kapatılması ile çökecek değil sanırım. Hoş, birde kendi dershanelerinde çalışan on binlerce öğretmen devlet kadrolarına girecek. Azımsanmayacak bir fikir gücü, transferi olacak bu. Atama bekleyen yüzbinlerce öğretmen dururken, devlet kadrolarını tamamen ele geçirmede ve siyasal güç elde etmede AKP’nin de işine gelecek bir durum belki de. Aynaya tersten bakmıyorlar, ayna önüne geçip amaçları doğrultusunda birbirlerini tamamlıyorlar. Peki, bu savaşın nedeni ne olabilir? İşte paranoyak akıl oyunları burada devreye giriyor. “Akl-ı beşer nisyan ile maluldür” sözünde olduğu gibi en büyük akıl hastalığımız olan unutkanlık belki de bizleri uçuruma sürüklüyor. Çok eskilere 1950’lere gidip, 2013 yılından bugüne geldiğimizde okuduğumuz satır aralarının başlıklarını hatırlarsak: Türk-İslam Sentezi, Yeşil Kuşak Projesi, revize edilmiş hali Ilımlı İslam, son olarak Büyük Ortadoğu Projesi… Suudi Arabistan ve Katar’ın İslam Dünyası’ndaki liderlik yarışı… Sırrı hala çözülemeyen Suudi Arabistan’ın 10 Milyar dolarlık hibesi… Kapanan IMF borcu ! Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hevesi… Atatürk’ün açıklanması ertelenen vasiyeti : Hilafet… AKP’nin 17 Aralık depremi… Obama’nın telefon dinlemeleri ile ilgili ZDF kanalındaki röportajından çıkan yansımalar… Acaba Fettullah Gülen’in de bir hevesi var mı ? Yoksa ABD Ortadoğu projeleri çerçevesinde heveslendirildi mi ? Çüşşşşşşşşşşş artık diyebilirsiniz, bu satır başlıkları ile ne bağlantısı var Cemaat-AKP kavgasının. Haklısınızda … Cumartesi ve sonraki yazılarda bu ana başlıkları paranoyak akıl yürütmeleri ile ilişkilendirmeye devam edeceğim….