28 Şubat 2015 Cumartesi

BİPOLAR : Asla bir insan tek başına hasta değildir

Hasta yakınlarının durumu Psikozlu veya bipolar bozukluğu olan insan kendini ve çevresini değişik algılarlar. Bunun tersi olarak kendisi de çevresine yabancılaşır ve bütün güç ve zaaflarıyla birlikte güven verici gözükmez. Bunun doğrudan veya yavaş yavaş olması, neşenin ve motivasyonun bulunması veya bulunamaması hiç fark etmez – aile yakınlarına, eşine veya dostlarına korku verir ve büyük külfet yükler – teşhisten çok önce veya yardım önlemleri başladıktan sonra. Hasta ile ne kadar yakın yaşanıyorsa güvensizlik de o kadar büyük olur. Buna rağmen güveni muhafaza etmek ve aileyi işlevsel tutmak büyük bir zorunluluktur. Ruhsal bunalımlar esnasında hasta yakınları hem soğukkanlı hem de dikkatli olmak, ilgi ile sınırlamayı, duygudaşlık ile düşünmeyi dengede tutmak zorundadırlar. Birbirlerine destek olmak zorundadırlar, ancak profesyonel bilgi ve yardıma ihtiyaçları vardır. Hasta yakınları sadece ebeveyn ve eşler değildir. Çoğu zaman kardeşler, çocuklar veya diğer akrabalar da bu konudan muzdariptir. Anne, baba, kız kardeş, erkek kardeş, oğul, büyükbaba, büyükanne – herkes destek vermek ve normale dönüşü sağlamak açısından önem taşır. Ancak bu yakınların her biri özel külfet, sorun ve dayatma ile karşı karşıyadır. Dışlanmadan trialoga(hastaların, hasta yakınlarının ve profesyonellerin doğrudan, yüz yüze görüşmesi demektir.) Hasta yakınları psikiyatri tarafından uzun süre rahatsız edici ve suçlu görülerek dışlanmıştır. On yıllar boyunca hasta yakınlarının farklı biçimlerde suçlanmasına neden olan biyolojik veya sosyal teoriler olmuştur: Hasta yakınlarına yöneltilen suçlamalar sonunda sorgulanmış ve ortadan kaldırılmıştır. Psikiyatri hasta yakınlara karşı suçlu olduğunu kabul etmiştir: Hastalık ne genler ne de belirli iletişim tarzları ile edinilmektedir. Ailedeki duygusal heyecan (High expressed) ile nüksetme sıklığının birbirine bağlı olabileceği düşüncesi tek yanlı olarak kullanılma tehlikesi oluşturmuştur: Ancak, hasta yakınlarının heyecanı mı nüksetmelere neden olmakta yoksa korkulan nüksetme durumu mu heyecana neden olmaktadır? Gerçek basittir ve hiç de sanıldığı gibi karmaşık değildir: İnsanlar birlikte otururlarsa ve birbirlerini kendilerine yakın hissederlerse, ruhsal idrakleri ve ruhsal sağlıkları açısından birbirlerini etkilerler. Ve bu karşılıklı etkileşim kısmen yapıcı olabilmekle birlikte elverişsiz de olabilir. Aile bireylerinden biri veya birkaçı (ruhsal açıdan) hasta ise veya hepsi sağlıklı ise bu karşılıklı etkileşim çok büyük önem taşır. Hasta yakınlarının desteğe gereksinim duymaları tartışılmazdır, üstelik bu destek onların ebeveyn, çocuk, kardeş, eş veya arkadaş olarak oynadıkları role uygun olmalıdır – bu destek ortak ve ayrı görüşmelerde, hasta yakınlarının oluşturduğu gruplarda veya çok sayıda deneyimlinin, hasta yakınının ve profesyonelin katıldığı psikoz seminerlerinde sağlanabilir. Bunların yanında eşzamanlı yardımlar "sosyal alanı" yeniden ortaya çıkarmalı, geliştirmeli ve çalışmalara dahil etmelidir. Bu gereklidir, çünkü gittikçe artan sayıda hasta zamanlarını evlerinde geçirmektedir – psikiyatri ortamının dışında. Bu reformun yükünün hasta yakınlarının omuzlarına binmemesi için "yapılar üstü" (tedavi statüsünden bağımsız), esnek ve hareketli olmalıdır. Sadece uzun vadeli değil, hastanın kendi evinde akut yardımlar da mümkün olursa, kliniklere havale işlemlerinden kaçınılabilir. Hasta yakınlarını dahil etmeden psikozların ve bipolar bozukların tedavisine çalışmak meslek hatası anlamı taşır. Çocukların durumu Çocuklar ebeveynlerinin psikolojik durumlarındaki değişiklikleri doğrudan idrak ederler. Çocukların çok az filtreleme yetenekleri vardır kendilerini koruyamazlar. Çocukların korunmasızlığı kendi ifadelerinde ortaya çıkmaktadır, özellikle de erişkin çocuklar geri dönüp kendi deneyimlerini anlattıklarında. Çocuklar aynı zamanda kendi olağan tasavvurlarına ve olumlu deneyimlerine büyük bir dayanıklılıkla bağlılık göstermektedir. Uzun süreler anne veya babalarının hasta ve sağlıklı durumlarını gözlemleyebilir ve bu konuda kendilerine özgü bir tablo oluşturabilirler. Ruhsal hastalığı olan ebeveynlerin çocukları uzun süre ihmal edilmişlerdir ve şimdi keşfedilmektedirler – özellikle risk grubu olarak. Bu çocuklar gecikmeli de olsa şimdi dikkate alınmakta ve kendilerine yardım edilmektedir. Ancak burada da yardımların türü ve terapistlerin davranışı belirleyici olmaktadır. Çocukların doğal olanı uzun süre sürdürme konusunda büyük yetenekleri vardır: Bazen tuhaf da olsalar, anne ve baba anne ve babadır. Aynı zamanda çocuklar belirli fazlarda suçluluk duygusuna da kapılırlar: Annemin durumu iyi değil, çünkü ben başarısız oldum. Şunu veya bunu yaparsam, babamın durumu düzelir. Böyle bir "ben merkezcilik" çocuk gelişimine uygundur. Çocuklar başka insanların duygusal ilişkisine yaşamsal ölçüde muhtaçtır. Önemli bir insanla olan ilişki geçici olarak başarısızlığa uğrarsa, bütün suçu üzerlerine almamaları için bunun neden böyle olduğu onlara açıklanmalıdır. Ve çocuklar başka kişilerin desteğine ihtiyaç duyarlar. Çocuklar özellikle şunlara ihtiyaç duyarlar: Yaşlarına uygun açıklama (suçluluk duygusunun giderilmesi de dahil) Bunalım durumlarında mümkünse aile içinde (diğer ebeveyn tarafı, büyükbaba veya büyükanne) veya bakıcı aile veya profesyoneller içinden rahatlamaya yardım edecek kişi Mümkünse aileye yardım eden yardım önlemler Aynı deneyime sahip diğer kişilerden oluşan gruplardan yadım (Eğer bu koşullar sağlanırsa çocuklar çok şeyi dengeleyebilir!) http://www.psikoz-bipolar.com/ sitesinden yararlanılmıştır.

25 Şubat 2015 Çarşamba

BİPOLAR BOZUKLUK ve AİLE DESTEĞİ

Bipolar bozukluğu olan biriyle yaşamak aile içinde strese neden olur. Aile bireyleri bu süreçte en çok suçluluk duygusu, korku, kızgınlık ve çaresizlik duygusu arasında git gel yaşarlar. Bu ilişki açısından da problem yaratır. Fakat hastalık kabullenilir ve detaylı öğrenilirse problemler en aza indirilebilir. Öfke ve ya suçluluk duygusuna kapıldığınızda unutmayın ki, bipolar bozukluk kimsenin suçu değildir. Hiçbir şeyin normale dönüşmeyeceğini düşünmeyin. Günümüz tedavileri tüm belirtileri ve bozuklukları önemli ölçüde tedavi edebilmektedir. Fakat gerçekçi beklentiler içinde olmak gereklidir. Özellikle hasta kişiden kısa sürede çok şey beklemek başarısızlık yaratır. Uzun süreler içinde küçük hedefler koymak aynı şekilde yanlıştır. Ayrıca destekçi aile bireyleri de kısa ve uzun vadede kişiye tutarlı olarak, sürekli ve belli bir miktarda yardımcı olmalıdır. Fakat bu da hastayı özgür bırakmak ve fazla üstüne düşmek sınırlarının tam ortasında olmalıdır. Hastanın sınırlarını bilin: Bipolar bozukluğu olan hastalar kendi modlarını kontrol edemezler. Kontrollü olarak depresyon evresinden çıkıp mani evresine (ya da tam tersi) geçemezler. İstemek, kontrol etmeye çalışmak kişiye yardımcı olmaz. Aynı şekilde birinin nasihat etmesi de. Kendi limitlerinizi bilin: Unutmayın kimseyi bu hastalıktan çekip çıkaramaz, ya da onu daha iyi etme sorumluluğunu üstlenemezsiniz. Mutlaka desteğinize ihtiyacı var fakat genel iyileşme sağlamak hastanın kendi ellerinde. Stresi azaltın: Stres bipolar hastalığın seyrini ağırlaştırır. Bu yüzden stres yaşayan aile bireyine sorumluluklarını paylaşıp paylaşmak istemediğini sorun ve kabul ederse paylaşarak (üstlenerek değil) yardım edin. Kişiye sağlıklı bir günlük rutin yaşamasında yardımcı olun. Düzenli uyku saatleri, sağlıklı ve zamanında beslenme de bunlara dahildir. İletişim: Açık ve dürüst bir iletişim bipolar hastalıkla baş etme yöntemlerinden en güçlüsüdür. Endişelerinizi sevgi dolu bir dille paylaşın, ne hissettiğini sorun ve gerçekten dinleyin. Karşıt fikre sahip olsanız ya da anlattıklarını konuyla alakasız bulsanız bile. Şunları söylemeniz yardımcı olabilir ; Yalnız değilsin. Ben senin için buradayım. Düşüncelerin ve duyguların hastalığından dolayı böyle karışık ve seni rahatsız ediyor. Sen inan ya da inanma, gerçekten düzelecekler. Nasıl hissettiğini ve ne düşündüğünü anlamadığımı düşünebilirsin ama ben her zaman sana destek olmak için buradayım Sen benim için önemlisin. Sağlığın ve hayatın en az benimki kadar değerli. Bipolar bozukluğu olan hastalar genelde doktora gitmek , ilaç kullanmak istemez ve sosyal destek kabul etmez. Eğer hasta hastalığını kabul etmiyorsa üstüne gitmeyin, çünkü hastalığından korkması onu tedaviden uzaklaştırabilir. Ona rutin bir medikal checkup önerin ve hatta ona eşlik edin. Psikiyatri bölümünde uykusuzluk, yorgunluk gibi nedenleri konuşacağınızı söyleyin ve ikna edin. Fakat gitmeden önce doktoru bipolar şüphelerinizden haberdar edin. Bipolar bozukluk bir hastalık, diyabet gibi. Bu yüzden tıbbi tedavi gerektiriyor. Hastalığından utanma. Bu senin suçun değil. Daha iyi hissetmeni sağlayacak bir çok tedavi var. Eğer tedavi edilmezse daha kötü hissedeceksin, halbuki bu aşamada her şey çok kolay. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa o kadar yararlı olur. Tedavi hem belirtileri hem de bozuklukları ortadan kaldırır. Bipolar Bozukluk hastasına nasıl davranmalısınız ? Tedavinin başarısının büyük ölçüde sizin desteğinize dayandığını unutmayın. Yapabilecekleriniz: İyi bir dr bul, Randevu al, Tedaviye başlat, Hastayı devamlı gözlemle, Tedavisi hakkında devamlı bilgi al, Tedavideki gelişmeleri kaydet, Problem durumunda hemen doktora başvur. Hastalığın en önemli tedavisi ilaçtır. Bir çok hastanın düzenli olarak ilaç kullanması gereklidir. Fakat hastaların büyük çoğunluğu ilaç kullanımını bırakma eğilimindedir. Bazıları hastalık psikolojisinden kurtulmak için, bazıları ilacın yan etkilerinden dolayı ilacı bırakır. bazıları ise manik dönemden zevk aldığı için ilacı o dönemin ortalarında bırakır fakat düşüşten kendini kurtaramaz ve tekrar depresyon yaşar. Yan etkilerden yakınan hastalar doktoruyla görüşerek başka bir ilaç kullanmaya başlamalıdır. Diğer durumlarda hastanın zamanında ve düzenli bir şekilde ilaçları alması sağlanmalı ve kişi ilaçların ona kendini daha rahat hissettireceğine ikna edilmelidir. Tedavi altında olsa dahi hastalığın semptomlarının tekrarladığı zamanlar olmaktadır. hastanızın davranışlarını gözlemleyerek duygu durum değişikliklerini önceden fark etmeye çalışın ve doktoru ile durumu konuşun. Manik sinyaller: Az uyku , Değişken ruh hali , Halsizlik Mani belirtileri: hızlı konuşma , artan aktivite , sinirlilik ve agresiflik Depresyon sinyalleri: yorgunluk, fazla uyuma , sorunlara odaklanma Depresyon belirtileri: ilgi kaybı, bir şey yapmak istememe ,herkesten uzaklaşma, iştah değişiklikleri Mani ve Depresyon durumunda hasta yakınlarına tavsiyeler : Eğer hasta depresif dönemdeyse: Hastalığın yarattığı semptomları üzerinize alınmayın: Hasta sizi kırabilir ve ya utandırabilir. Manik durumda hasta eleştirel, şüpheci, agresif ve umursamaz olur. Depresif durumda ise sizi reddeder, sinirlidir ve şiddete yatkındır. Bu gibi davranışları kişisel algılamamak çok zordur fakat unutmayın ki bu bir mental bozukluktur bencillik ya da olgunlaşmamışlığın sonucu değildir. Kırıcı davranışlara hazırlıklı olun: Manik ya da depresif olduğu durumlarda kişi saygısız ve kırıcı davranışlarda bulunur. Önceden planlama bu konuda en iyi çözümdür. Hasta iyi ve olumlu olduğu zamanlardan birinde kendisine kibarca bu durumu açıklayın ve böyle zamanlarda araba anahtarlarını alma, ev giderlerini yönetme ve doktor randevularını planlama sorumluluklarını geçici olarak üstlenmek istediğinizi söyleyin. Bunu duymak onun için de zor olacağından doğru anı ve yöntemi belirleyin. Kriz anında ne yapacağınızı bilin: Kafanızda bir kriz planı yapın. Terapist, doktor ve diğer acil numaraları devamlı yanınızda bulundurun ve hastanında cüzdanında taşımasını sağlayın. Ona zor durumlarda mutlaka sizi ve doktorunu aramasını söyleyin. Acil durumda yalnız kalmayın: İlerlemiş bipolar bozuklukta kişi çevresindekilere ve kendine zarar verir. Bu gibi bir şüpheniz olursa onu kesinlikle yalnız bırakmayın ve yanınıza güvendiğiniz birini çağırın. Gerekirse ambulans ve polisi arayın. Eğer hasta manik dönemdeyse: Hastayla vakit geçirin: Manik dönemdeki hastalar kendilerini diğer insanlardan izole olmuş hissederler. Bu yüzden onunla kısa bile olsa zaman geçirmeniz olumludur. Eğer hasta çok enerjikse beraber yürüyüşe, koşuya çıkın. Hareketli olun ve bu esnada konuşun. Sorularına dürüst cevap verin. Fakat manik dönemde kesinlikle kavga etmeyin ve tartışmayın. Derin konulara girmekten kaçının. Hiçbir yorumunu kişisel algılamayın: Yüksek enerjili olunan dönemlerde kişi genelde aslında demeyeceği şeyler söyler ve genelde çevresindekilerin olumsuz yanlarını görür. Eğer ihtiyacı varsa, biraz uzak durun ve tartışmayın. Yemesi içmesi kolay yemekler hazırlayın: yüksek enerjiye sahip hasta oturup yemek yemekle uğraşmak istemez. Bu yüzden hemen yiyebileceği sandviçler, meyve suları ve dilimlenmiş kekleri devamlı hazır ve göz önünde bulundurun. Hastayı fazla uyarıcıdan ve aşırı aktiviteden koruyun. Etrafı düzenli, temiz ve sakin tutmaya çalışın. Sakin müzikler dinleyin. Mümkün olduğu her zaman uyumasına izin verin. Yüksek enerjiden dolayı hasta uyumakta zorluk çekecektir. Bu yüzden ne zaman olursa olsun gün içinde 23 saatlik şekerlemeler yapmasına izin verin. Kesinlikle kendinizi ihmal etmeyin. Fiziksel ve duygusal olarak kendinizi devamlı denetleyin. Gerektiğinde destek alın. Kendinizi ihmal etmeyin ve desteğinizi suistimal ettirmeyin. Kendi yaşamınıza odaklanın. Kendi amaçlarınızı, ideallerinizi unutmayın. Arkadaşlarınızı ve ailenizi ihmal etmeyin. Planlarınızı uygulayın ve eğlenin! Destek arayın. Sizin de duygusal desteğiniz olması en az hastanın desteğe duyduğu ihtiyaç kadar önemli. Mutlaka güvendiğiniz kişilerle konuşun. Gerekirse yardım isteyin. Sınırları çizin. Gerçekçi olun. Kendi hayatınızdan çalmadan ona en fazlasını vermek için neler yapabileceğinizi düşünün. Stresini yönetin. Düzenli ve sağlıklı beslenin. Yardım isteyin. Yardım edebileceğini düşündüğünüz güvendiğiniz kişilerden yardım istemekten çekinmeyin. Böylece hem sorumluluğunuz hem de stresiniz azalacaktır.

21 Şubat 2015 Cumartesi

BİPOLAR ŞİDDET ve TACİZ – 2

Bipolar bir kadının güncesine devam ediyoruz. “Boşandıktan sonra bir de dul olmak derdi ile baş etmek zorundasınız. Lanet olasıca ülkemde dul olmamalısınız. Çocukluğundan beri seni tanıyan, başını okşayan bakkal amcanın bile bakışları değişir. Hele hele saatlerce oturup dertleştiğin komşu teyzenin kocası ile bir yerde karşılaşıp hal hatır sordun mu hemen damgalanıverirsin. Ailenin evine dönmüşsündür. Hem de dul olarak. Yeri gelir en yakınların, yeğenlerin bile orospu diye aşağılamaya çalışırlar. Ailen daha büyük bir baskı uygulamaya başlar. Bekar biriyle evlenemezsin. Yaşlı ve dul biri ile evlenmek zorundasın. Evlenmek ne kelime. Fikirlerim aileme bile uçuk geliyor. Bazen o kadar sinirli oluyorum ki, etrafımdaki her şeyi kırıp dökmek istiyorum. Bu durumlarda bir caniye dönüşüyorum çevreme göre. Ailemin huzursuzluğu, tepkileri çok aşırı olduğu için tamamen kontrolden çıkıyorum. Alıp başımı gitmek, kaçmak bir çözüm benim için sanki. Ya da alkol almak. Dünya umurumda olmuyor. Kaçıyorum da ailemden uzak şehirlere. Çocuklarımdan uzaklara. En büyük acı da bu kaçışlarımda namus bekçisi kesilen ailen onlardan uzak oldun mu çok mutlu. Ne yapıyorum, kimleyim, çalışıyor muyum, param var mı sorgulamalarına girmez bile. Ama kaçmakta çözüm olmuyor bu kez pişmanlıkla kör bir kuyuya düşmüş gibi hissediyorum kendimi. Boğuluyorum sanki. Her şeyin sona erdiğini düşünüyorum. Ölüm benim için kurtuluş gibi. Aşırı duygusal bir yük. Yer değiştiren bir kum üzerinde durmaya çalışmak gibi. Acılar içinde kıvranıyorum. Ne yaşadığımı kimse anlamıyor. Çalışırken sürekli beni ilgilendirmese de her işe burnumu sokuyorum. Bazen patronlar bunu perfonmansıma veriyor ama genelde problemler ve işten ayrılma ile sonuçlanıyor. Acı olan yaşadıklarımın benim karakterimi yansıtmaması. Bu yıldırıcı iniş çıkışlar nedeniyle hayvansal içgüdüyle hareket edebiliyordum. Kaçmalar bir yere kadar. Yine kürkçü dükkanına dönmeler. Yine başa dönmeler. Dışarı çıksam suç, evde alkol alsam suç. Sürekli kavga ve didişme. Hiç yapmadığım şeylerde yapıyordum. Sonunu düşünmeden anlık kararlar veriyorum. Çocuklarımın yanına gitmem bile suç. Çünkü eski eşimle kalıyorlardı. Ama onlarla da mutlu olamıyordum. Kimse bilemezdi içimi içim kadar. Dışarıya karşı her ne kadar açık, neşeli olsa da bu ruh içten içe erimekte ve yok olmakta… Her şey bir hayal aslında hiç var olmayan. Gizli ben işte burada çıkıyor hayata.. Boşluk ve mutluluk… Ne kadar zor o anları yakalamak eğer evde her şeyine karışan, yaptıklarına nankörce bakan, ne yapsan beğenmeyen, sana emirler yağdıran, hayattan bezdiren, Allah’a inanmanın sadece dua okumakla olmadığını davranışlarla da gösterilen bir şey olduğunu bilmeyen birileri varsa… Ya da en boktan sevdalar seni bulmuşken ve sen hala akıllanmamış hala o sevdalar peşinden koşarken ve bir mıknatıs gibi kötülükleri kendine çekerken bu mutlu anları yakalamak ne kadar zor. O kadar kolay ki birilerine bir şey söylemek, akıl vermek zor zamanlar da.. söylemek o kadar kolay ki teori de her şey o kadar basit her şey o kadar çözülebilirmiş gibi ki.. ama gel gör ki hayat öyle değil yaşamayan anlamıyor tabi.. Herkes kendince yorumluyor hayatı sanki hepimiz birer piyon değilmişiz gibi.. sanki hepimizin sonu aynı değilmiş gibi.. sonun aynı olduğunu neyin ne olduğunu biliyorken üzüntü niye.. hayır hayır üzüntü yok. neye üzüleceksin.. bir dert var mı.. hayır hayır yok, olmamalı.. Gel yanıma otur konuş benimle sonra git yanımdan uzaklaş hayatımdan.. Kalmaya çalışma yanımda yoksa sende boğulup gidersin bensizliğimle.. ama gelirken bir de şarap getirsen her şey o kadar güzel olur ki.. inan çok güzel vakit geçiririz ama kalma.. bunun için de üzülmeye gerek yok.. çünkü hayat bu, piyonlarıyız oyunun üzülmeye gerek yok. bağlanmaya gerek yok. hayal kurmaya gerek yok.. sadece yaşa.. şarabımı alma elimden yeter .istersen çok inançlı ol, içme şaraptan ama saygı duy bana yeter.. karışma elimdekine bu yukardakiyle benim aramda.. gel sadece anı yaşayalım beraber.. üzülmeyelim yeter.. yorum yapma, yargılama, sadece sus ve gel şarabımdan bir yudum al ve anı yaşa.. bazen.. bir şey olur, bir kıvılcım.. işte bu dersin aradığım.. sanki kaybettiğin ve yıllarca arayıp da bulamadığın şeyi bulmuş gibi olursun. .işte o an sigaranı yakarsın.. dumanı ağır ağır ciğerlerine giderken, ciğerlerin tutuşurken aslında başka bir şeydir ya tutuşan.. işte tam da bu haldeyken o ateş sönüverir.. gelen hemen gider.. bulduğunu yine kaybedersin. tam mutluyken, geleceğe umutla bakarken, bu sefer doğru bir şey yaptım, düzgün bir şey oldu derken yine başa dönersin ya.. zor olan kaybetmek değildir belki de.. zor olan başa dönmektir, yeniden kurmaya başlamaktır bir şeyleri boş, umutsuzca.. hayallerin yıkılmıştır bir kere, yıkmışlardır.. umudunu, hayata bağlandığın tek şeyi de almışlardır senden.. işte o an yine bir sigara yakarsın bu sefer tutuşanın kendin olduğunu bile bile..” Not : İki yazıdır süren bipolar günceleri çeşitli vakalardan esinlenerek kurgulanmıştır.

18 Şubat 2015 Çarşamba

BİPOLAR, ŞİDDET ve TACİZ - I

“Dünya; kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.” Albert Einstein “Ben orta yaşı geçmiş bipolar bir kadınım. Bir evlilik yaşadım ve çocuklarım var. Özgecan kızımızın vahşice katledilişinden sonra toplumsal isyanı öfke, panik ve korku ile izlerken, gittikçe artan şiddet olayları karşısında toplumun bu kadar öfke nöbeti ile sarsılmasına açıkçası anlam veremedim. Binlerce kadın katledildiği halde. Ya da 13 yaşında ki kızımıza tecavüz eden onlarca erkek onu öldürmediği için mi sessizce geçiştirildi. Bu tepkiler o zaman olsa idi acaba Özgecan’ımız şu an yaşıyor olur mu idi.? Sanırım olayın vahşiliğinde idi bu tepki ve öfke. Çünkü, şiddete, işkenceye hem de yakınları tarafından uygulanan baskıya, tecavüze karşı tepkisiz olan, görmeyen, yardım etmeyen toplum ölümlerden sonra niye bu kadar tepkili ? Lütfen bu cümlelere hemen tepki vermeyin bir okuyun yazacaklarımı. Ailemin en küçüğü idim. El bebek gül bebek büyümüştüm. Öğretmenlerim dikkatimi toplayamadığımı, düşüncelerimin karışık olduğunu söylemişler aileme çocukluğumda. Bunun üzerine ailem hayatım hakkında tüm kararları almaya başladı. Sosyal aktivitelere kattılar beni. İstiyormuydum bilmiyorum ama tüm kurslara katıldım ve bitirdim. Güzel bir çocukluk idi benim için. İnsanlarla çok kolay iletişim kurabiliyorum, ama bir müddet sonra nedense başlayan problemlere anlam veremiyordum. İlişkilerim hep kısa süreli idi. Çok arkadaşım olmadı diyebilirim. Kardeşlerim gezerken ben evden çıkmıyordum. Genç kızlığımda da sürdü bu, ama evde de müzik dinlemekten başka bir şey yapamıyordum. Bazen dışarı çıktığımda ise eve dönmek bilmiyordum. Kendimi kontrol altına alamıyordum. Hep bir şeylere karşı gelme, isteksiz, dirençsiz, tam başına buyruk olmak istiyordum. Tabi sürekli ailem, kardeşlerim tarafından frenlenmek, kocaman bir boşluğa düşmek, en deli fikirlerle alışveriş isteği uyandırıyordu. Sonra o anlık mutluluktan etkilenip bir anda moral bozukluğu içinde ağlamak, sürekli iniş çıkışlarla yaşamak. Duygu ve düşüncelerime gem vuramıyordum. Bazen çok neşeli, anlatılacak o kadar çok şey vardır ki, bazen de günlerce susardım. Özgür yaşama isteği, kısıtlama ya da frenlemeler sanki hakaret gibi geliyordu. Ailem bu durumu benim elimde olduğunu düşünerek şımarıklığa vurduğumu sanıyor gibiydiler. Komik olan bende ne olduğunu bir türlü anlamlandıramıyordum. Bir şeytanın, beni sürekli üzecek, ailem ise zor duruma düşürecek, durmak bilmeyen delice bir hırsla isteklerimi ya da heves ettiklerimin sahibi yapmak için beni dürttüğünü düşünüyordum. İçimde ki sesi kontrol edemiyordum. Yine ailemin istediği kişi ile evlendim. Duygularıma yine hakim olamıyordum. Eşim kısa süre sonra bazı sorunlar olduğunu söylemeye başladı. Hatta beni çift kişilikli olarak yorumladı. Haklı idi belki çünkü bende bilmiyordum. Eşim bilimi, sanatı seven bir insandı. Her şeyi birlikte yapmaktan da hoşlanıyordu. Ama benim gittikçe daha uçuk, her şeyi yaparım, büyüğüm, kuvvetliyim, özel güçlerim var gibi olan düşüncelerim daha da yoğunlaşmıştı. Çalışmak istiyordum ama bunlar çok kısa sürüyordu. Yeni iş projeleri, sosyal aktivitelere atlıyordum. Bir hafta da üç iş değiştirdiğim oluyordu. Eşimle konuşamıyordum bile sürekli bir fikirden öbürüne atlıyor, kaçışı ya alkolde ya çılgınca alışverişte buluyordum. Eşimde, birkaç kez ilaç alıp ölme isteğimi yaşayınca arayışlara girmiş psikiyatr psikiyatr dolaşıyorduk. 7-8 doktordan sonra Bipolar olduğumu söyledi bir doktor. Çok korkmuştum. İlaçlarımı kullanmıyordum. Ailemde bir türlü kabullenmek istemedi bu durumu. Sonunda eşim istem dışı olarak beni bir kliniğe yatırdı. Eşim ve çocuklarım ile kısa bir dönem çok mutlu idim. Ama ailem “sen deli değilsin” artık iyileştin, ilaçlarını içmesen de olur demeye başladı. Hatta eşime boşanma davası açmam için beni ikna ettiler. Tabi ilaçlarımı kullanmayınca kısa sürede kendime aşırı güvenim, uçuk yaşamım geri geldi. Boşandım. Ailemle yaşamaya başladım. Anlattıklarımda şiddet ve tacizden eser yok gibi. Evet çünkü daha anlatmadım. Hoş ve güzel bir kadınım. Genç kızlığımdan beri girdiğim her işte, sosyal sorumluluk projelerinde, aktivitelerde insanlara aşırı güvenimden dolayı, güler yüzlü olduğum için hele manic dönemlerimde aşırı güvenimde yerinde olduğundan sürekli tacize maruz kalıyordum. Bedenim cinsel bir obje olarak görülüyordu. Bakmayın özellikle siyasetçilerin kadın kutsaldır, şöyledir böyledir dediklerine. Siyasi aktivitelerde vitrin süsü olarak kullanıldığımı hissediyordum. En aç gözlülerde ibadetlerini yaptığını söyleyen dini bütün kişilerdi. Yine de belki bu haksızlık olur çünkü erkek olmaları yetiyordu. Yolda yürürken bile öyle hissediyordum ki sanki tamamen çırılçıplağım. Evet mani dönemlerimde seksi giyinmeyi severim. Ama bu bakışlar , bu tacizler depresif olduğum, kendime bakmadığım pejmürde kıyafetlerle gezsem bile değişmiyordu. Hatta bir gün işimden eve giderken şiddete bile maruz kaldım ki yüzüm gözüm morarıp şişti de gittiğimiz hekim eşimden şiddet gördüğümü ima etmişte adamcağızın günahını almıştı. Bu şiddet bu tacizleri yaşarken dostlarım, insanlar kısacası toplum acaba bu kadın neden böyle, yardıma ihtiyacı var mı diye sorgulamıyordu bile? Benim tercihim diye düşünüyorlardı belki de. Ya da deli kadın ne yapsa yeridir diye düşünülüyordu sanırım. Ölmemi mi gerekiyordu bu toplumun desteğini, yardımını almam için. Bu vahşi cangıl da hem de duygu ve düşüncelerine hakim olamayan benim gibi insanlar mı suçlu? Belki de vahşet ve erkek kurbanı olan binlerce kadından yüzlerce si benim gibi. Namus bekçisi erkeklerimiz, hatta en yakınlarımız, babamız, yeğenimiz, akrabamız neden sorgulamazlar, neden, neden, neden………. Neden biz suçluyuz….? Evet kadın olmak suç ama bipolar ya da akıl sağlığı bozuk kadın olmak daha da büyük günah erkeklerin gözünde. Kadın hasta da olsa erkeklerin tarlası sür sürebildiğin kadar… Az mı akıl sağlığı yerinde olmayan çocuğumuza tecavüz edilmedi. Hasta bile olsak duygularımız var bizimde. Aşık ta oluruz kısa sürse de. Ne yazık ki düşüncelerimiz bir anda her şeyi alt üst edebiliyor. Bu bizim tercihimiz değil… Belki de toplumun bu duyarsızlığı bizleri yaşamımıza son vermeye itiyordu. Topluma yabancılaşmamız, yalnızlaşmamız, içimize kapanmamız çıkış yolu olarak ta intiharı düşünmemiz. Hele hele boşandıktan sonra dul bir kadın olmak, aile ile yaşamak işkencelerin en büyüğü. “ Yazarın notu : Uzun olduğu için devamı sonraki yazıda…..

15 Şubat 2015 Pazar

ZEYNEP SULTAN VE AZİZ VALENTİNE

Şubat ayının aşk ile ilişkisi antik çağlara dayanmaktadır. Antik Roma’da 15 Şubat, bereket tanrısı Lupercus’un onuruna, Lupercalia günü olarak kutlanmaktaydı. Bu gün din adamları kurban ettikleri keçi derilerini kafalarına koyup Lupercus’u simgeleyerek, Roma sokaklarında koşturup, karşılaştıkları herkese dokunurlardı. Genç kızlar gönüllü olarak ileri atılır, bereket tanrısının dokunuşundan paylarını almaya çalışırlardı. İnanışa göre bu dokunuş sayesinde doğurganlıkları kolaylaşacaktı. Lupercalia bayramı arifesinde yani 14 Şubat’ta genç erkek ve genç kızların isimlerinin yazıldığı kuralar çekilir, bayram boyunca “çift” olma sağlanırdı. Bayram süresince olan bu birliktelikler genellikle evlilikle noktalanıyordu. Zamanla bu gayri-Hristiyan bayramı Papa tarafından yasaklanarak sadece kura çekilişine izin verildi. Ancak artık kuralarda kızların değil azizelerin isimleri yazılıyordu. Çünkü Hristiyan Kilisesinin ilk kurulduğu yıllarda, evlenmemiş gençlerin putperestler ile birlikte anılmasından rahatsız olmuşlardı. Gelelim romantik aşk ile Valentine arasında ki bağlantıya. Aslında tarihi dokümanlarda böyle bir bağlantı hiç geçmemektedir. Katolik Ansiklopedisi’ndeki eski kayıtlarda 14 Şubat günü inancı yüzünden öldürülmüş üç tane Aziz Valentine geçmektedir Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı 14. Yüzyıla ait kaynaklarda görülür. Fransa ve İngiltere’de 14 Şubat geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olarak bilinmekteydi ve bu günün özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar verirler bu notlarda da birbirlerine Valentine olarak hitap etmekteydiler. Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde “hoşlanılan kişi” veya “sevgili” anlamlarında da kullanılır. Dolayısı ile Hristiyan olduğu için öldürülmüş din adamı Valentine ile romantik aşk arasında ilişkiyi anlatan efsanelerin 14. Yüzyılda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu efsanelerden en ünlüsü, Roma’yı kendi katı kuralları ve zalimce yöneten II. Claudius zamanında yaşayan Papaz Valentine’dir. Cladius Romalı erkeklerin aşkları ve ailelerini bırakmak istememesi dolayısı ile savaşacak asker bulamamaktaydı. Bu yüzden Roma’da nişan ve evlilikleri yasaklıyor.. Aziz Valentine’de kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte çiftleri gizlice evlendirmeye devam eder. Bunu duyan İmparator Valentine’yi tutuklatıp öldürtür. Ve onun anısına . Papa Gelasius 14 Şubat 496’da ölümünden 226 yıl sonra14 Şubat’ı Azizi Valentine onuruna kutlama günü ilan etmiştir. 1969 yılında Kilise, takviminden Aziz Valentine gününü çıkarmıştır. 1800’lü yıllardan beride Amerika’da başlayan kutlamalar günümüze kadar gelerek ticari bir güne dönüşüyor. Artık aşklar, sevgiler en güzel hediyelerle ifade ediliyor. Fakat Doğu’da 14 Şubat yas günüdür. Filistin Kraliçesi Zenobia/Zeynep,(*) Roma’da 14 Şubat 270’de öldürülüyor. Onun öldürüldüğü günü Sevgililer Günü ilan ettiler. 14 Şubat 270’de Roma’da öldürüldüğü odada, genç gardiyan Valentin’in yazdığı kâğıt parçası bulundu, kâğıtta “Seni seviyorum Zeynep” yazıyordu. Ressam Herbert Şmals tarafından yapılan tabloda, sağ alt köşede, gardiyan Valentin kraliçe Zeynep’e hayran hayran bakarken resmedildi. Sasani kraliçesi Zeynep (Zeyna Aba), kocası öldükten sonra 12 yıl Venedikli, Galatalı ve Cenevizli korsan yağmacılara karşı savaştı. Ayrı para bastırdı, Roma’ya vergi vermedi. Yenik düşeceğini anladığı zaman, Pülümür’e ata akrabalarından yardım almaya gitmek istedi, giderken yolda esir düştü. Başkenti Palmira’yı yakmamaları koşuluyla teslim oldu. Leyla Zeynep bir Sasani Kraliçesidir. Sasani Uygarlığı (224 - 651) yağmacı İskender’e isyan ederek kurulmuş olan Selevkos (Selezya/Seleukia) Uygarlığının devamıdır. Sa-Sani; San Uşakları (Güneşin oğulları) açılımlıdır. Yakın tarihte Kuzistan- Şiraz-Bağdat çevresinde kurulmuş olan Safevi Luvi Devleti de benzer bir direniş devletiydi ve Yavuz Sultan Selim tarafından, Osmanlı sarayında etkin olan Venedik Yahudi elçisi Balyos ve Fransız Katolik elçisinin isteğine uyularak ortadan kaldırılmıştır. Kraliçe Zeynep esir alınınca, Roma’ya götürülürken İstanbul boğazında oğlu Lalius’u (Leylaoğlu) öldürüp denize attılar. Oğlunun diğer adı; Sani-toros (Athenodarius), Darius hanedanından Cano idi!) Roma sokaklarında onu zincire vurulmuş halde dolaştırdılar. Bu durum Anadolu’da duyulunca, bütün Anadolu, Filistin, Akdeniz ve Arnavutluk halkı isyan etti. Kraliçe Zeynep, halkı isyana teşvik ettiği bahane edilerek esir odasında öldürüldü. Roma senatosunda, isyan eden Anadolu şehirlerini yerle bir etme cezası verildi, örneğin Antakya bir çok defa yakılanlardandır. İmparator Claudius tüm Roma erkeklerine 2 yıl evlenme yasağı koydu, onları Anadolu’yu yakıp yıkmaya gönderdi. Yasağa uymayan aşık Valentin önce öldürüldü, sonra aziz ilan edildi. Öldürdüğünü aziz ilan etmek, yağmacı batının töresidir, buna “ölüsünden yağ çıkartmak” denir! İşte sizlere efsaneler ve tarihi gerçekler. Zeynoba’nın yönettiği topraklar: Suriye, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Mısır, Harran, Soli, Silifke, Tarsus ve Ereğli’yi de içine alan, İran Sasani Devletine bağlı Palmira Eyaleti. Kraliçe Zeynep için bestelenmiş üç opera: 1-Anfosi; Zenobia in Palmira, 1789, 2-Rossini; “Aureliano in Palmira, 1813, 3-Mansur Rahbani; Kraliçe Zenobia/ Sani Opa, Zanapa, Zennube! (1990). (*) Kraliçe Zeynep hakkında ki bilgiler Eğitimci-Yazar Sn. Mahiye Morgül’ün “Palmira Kraliçesi Zeynep Sultan” adlı çalışmasından derlenmiştir.

11 Şubat 2015 Çarşamba

“PERON FİLOZOFLARI”

Sanatın içine tükürülen bu ülkede İstanbul Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi tadilat gerekçesi ile kapatılıp hala açılmadı. Fakat İzmir Karşıyaka Ragıp Haykır Tiyatrosu‘nun sonu daha hazin oluyor. İki yıl önce yıkılıyor. Tabi yerine yenisini beklemek hayalperestlikten öteye geçmiyor. Güzel insan, sanat aşığı sevgili Seval, bu tiyatronun yıkılışı konusunda ki duygularını ve izlediği son oyunun (Peron) toplumsal mesajını akıcı bir dille yansıtmış. Bunu paylaşmamak sanata ve sanatçıya haksızlık olurdu. O yüzden yazının iz bırakan duygularını alarak köşem yettiğince sizlerle de paylaşmak istedim. “Sokakta son hız yürüyorum. Çılgın bir koşturmanın tam ortasındayım. Bir an zaman donuyor. Sokakta yürüyen insanlar, sesler, görüntüler siliniyor. Karşımda, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi olması gereken bir boşluk. Çürük bir diş gibi bana sırıtan bir hayalet var. Ve binlerce anı. Bir an geçmişi anımsıyorum. Kaç oyun seyrettim burada. Üstelik aynı binada iki tiyatro salonu vardı. Karşıyaka Ragıp Haykır Tiyatrosu ve Oda Tiyatrosu. Tam iki yıl oldu yıkılalı. Şu an boşluğun olduğu yerde sayısız oyun, binlerce anı ve dinmeyecek alkışlar var. Oda Tiyatrosunda Behiç Ak’ın “Ayrılık” Oyunu, “Kadın ve Memur”. Sonra aşağıdaki sahnede unutulmazlar arasında yer alan “Barut Fıçısı”. Ve son oyunu anımsıyorum. Son gün suare matine izlediğim yıkımdan önceki son oyun. “Peron” oyunu. Hayat bir yolculuk. Peronlar da bu yolculukta nefes aldığımız, diğer yolcularla karşılaştığımız duraklar. O gece İzmir Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi de bir “perondu”. Hayatının yolculuğunda son durağına gelmiş bir tiyatro binası. Son durakta, son nefesini görkemli bir oyunla “Peron” la veriyor. Bizler de bu “peronda” nefeslenen yolcular, oyuncular ya da seyircileriz. Koltukları son kez doldururken, bu peronda söylenecek son şarkılara, sahne üzerindeki oyuncuların söyledikleri son repliklere tanıklık ediyoruz. Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi yıkılmadan önceki son oyununda bir tarihe tanıklık ederken Vincent ve Kornel gündelik hayatta aklımızdan geçip de dillendiremediklerimizi bizim adımıza söylüyorlar. “Affedersiniz…..” Vincent, banka yan gelip yatmış Kornel’in kulağına bağırıyor. Amacı onu uyandırıp banka oturmak. Kornel oralı olmayınca bu sefer sahneye getirdiği kocaman el arabasından bir megafon çıkarıp bağırıyor. “Affedersinizzzz… Saat kaç?” Uykulu Kornel’den homurtu bulutu içinde bir cevap “İğrenç bir zaman. Sanırım dün ile geçen hafta, geçen ay bu zamanlardaki aynı saat.” Vincent merakla sorar. “Siz filozof musunuz?” Kornel “Küfretme!” der. Neden Kornel felsefeyi “küfretmek” olarak algılar? Bu bile başlı başına bir tartışma konusudur. Vincent “itiraf etmeliyim ki çok azının gözünü açacak cesareti vardır. İtiraf edeyim bir zamanlar “gizlice” felsefe okumuştum” diye devam eder. Kornel’in alaycı yanıtını duyarız. “Beni korkutma peron filozofu.” Vincent espriyi ciddiye alır. “Peronun felsefi bir kategori olduğunu mu düşünüyorsun?” Ve anlamlı bir saptamada bulunur “Bilgiden asla korkma”. Bilinmeyen bir istasyonda, “iğrenç bir zamandayız”. Vincent ve Kornel bir tren istasyonun unutulmuş peronunda yolları kesişen iki filozof. Aslında onlar “evsiz” dediğimiz, mülkiyet ve aidiyet duygusunu çoktan aşmış insanlar. Yani, hayatta kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Kıssadan hisse “peron filozofları” olarak iştigal ediyorlar. Hayat, algıladığımız gerçeklik, birey, toplum, kamu, demokrasi, saygı, felsefe, bilgi, rüyalar, hayaller, kader, aşk, sevgi, umut, aile, farkındalıklar üzerine konuşurlar. Yolu perona düşen en az kendileri kadar garip insanlarla tartışırlar. Bu süre içinde biz de hayata ve görünen gerçekliğe bu iki peron filozofunun gözünden bakarız. Oyun olaylara farklı bir gözle bakmayı hedefler. Toplumun sözde değer yargılarına ve gel geç ahlak anlayışına ironik göndermeler yaparlar. Mesela, oyunun bir yerinde Kornel isyan eder. “Zavallılar da insandır. Bu dünyada herkesin bir yeri vardır. Zavallıların bile bir yeri vardır. Bir tren istasyonunun bir peronu da bu zavallılar için uygun bir yer olabilir.” Çok basit bir soruyu tartışırlar “ben kimim?” Vincent “Ben, kamuyum” der. Kornel olayın üstüne gider. “Bir kişiden kamu mu olurmuş. Kamuyu tarif et o zaman.” Vincent hiç istifini bozmadan kocaman el arabasından çıkardığı ciltli bir kitaptan okumaya başlar. “Birbirinden çok farklı kültürel geçmişleri, zekaları ve yetenekleri olan bireyler kendi kimliklerini kaybetmeksizin kamuyu oluştururlar. Demokratik bir toplumda kamunun hakları vardır ve hakları gözetilir.” Vincent konuyu çözdüm diye düşünür ama başı şimdi çok daha ciddi bir belada. Çünkü baş etmesi gereken, toplum, kimlik, birey, hakların gözetilmesi ve demokrasi gibi kavramlar var. Kornel oyunun bir yerinde Vincent’a “gerçekliğin farklı yüzlerini birbirine karıştırmışsın sen. Bizim rüyalarımız acıklı, tuhaf gerçekliğin demode fragmanları. Bize hep kullanılmış ucuz kopyalar kalıyor. Zenginler rüyalarımızı çaldılar” der. Peron ortak kaygıları, umutları, korkuları ve beklentileri çok insani bir dille yansıtır. Mesela Vincent “aşk, sevgi bekliyorum, tüm hayatım boyunca yeterince sevgi görmedim. Daima hayatımda köklü bir değişiklik yapmak istedim” derken sessiz bir çoğunluğun da sesi olur. Bir an gelir. “Veda edelim bakalım, üzülecek miyiz?” diye sorar. “Elveda Pazartesi mesaisi / Elveda aptal, salak kurallar / Elveda post modernizm / Depresyon elveda / Elveda soğuk sıcak ara renkler / Elveda edebiyat eleştirisi / Elveda tiyatro / Elveda perde / Elveda Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi / Elveda...” Veda ettiniz, çok üzüldük. Henüz hazmedemedik o vedaları. Aptal Pazartesiler ve salak kurallara eyvallah da. Yıkılan o güzelim tiyatromu çok özlüyorum ben. Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesini geri istiyorum. Tiyatro binamızdan çok memnunduk. Yenisini yapmadan, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesini başka bir yere taşımadan hangi akla hizmet tiyatro binasını yıktınız? Yıkımın üzerinden kocaman iki yıl geçti. Karşıyaka iki yıldır tiyatrosuz ! Bunun hiçbir özrü yok ! Alternatif tiyatro sahnesini Karşıyaka’ya kazandırmadan bu yıkımdan sorumlu olanların tiyatro severlere bir özür borcu var !!! Bir zamanlar tiyatromun olması gereken yerdeki sefil boşluğa bakıp işte bunları düşünüyorum. Geçmişe uzanıp yıkımdan önceki son temsili ve “Peron” oyununu tekrar anımsıyorum. Hangi “Peron”’da bıraktık, Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesini? “ Seval Deniz Karahaliloğlu Oyun eleştirisini ve daha fazlasını okumak için yazının tamamının linki ektedir. http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=120287

7 Şubat 2015 Cumartesi

BİR KIYAMET SENARYOSU

Nedense kıyamet senaryoları, dünyamızın yok oluşunu uzaydan gelecek beklentilere göre kurar. Aslında çocuklarımız ve torunlarımız için, umut vaat eden bir gelecek için, bize hayat veren dünya ile uyum içinde temiz bir geleceği düşünmüyor, kendi kültürümüzü kendi ellerimiz ile yok ederek kendi kıyametimize sürükleniyoruz. Tabi karşımızda baş etmemiz gereken küresel sermaye ve kadercilik olmasa ne güzel olurdu. İklim değişikliği konusunda kadercilik yalnızca anlamsız değil aynı zamanda beceriksizliktir. Çok geç kalmış haldeyiz ama bu felaketi durdurmak hala kesinlikle bizim elimizde. Ve bu tüm dünyayı, yuvamız olan bu gezegeni korumak için daha önce hiç olmadığı biçimde güçlü bir bağlılık ve işbirliği gerektirmektedir. 20 yıldan fazla bir süre, Kuzey Rusya’nın Doğu Sibirya Artrik kayalıklarında, denizin kustuğu metan gazı bulutunu ölçmek için tekrar bölgeye gelen deniz dibi araştırma gemisinden Rus akademisyen Lavrentiev, gördükleri karşısında gözlerine inanamıyor. Daha önceki gözlemler de buna benzer, iklimimize karbondioksitten 50 kat fazla zararlı bu duman bulutlarının çapı sadece on metre iken, Lavrentiev’in ilk karşılaştığı duman bulutu şelalesinin çapı bir kilometreydi. Atmosferimize dev bir gaz bulutu sızıyordu. İlerlemeye devam etti ve bir kilometre genişliğinde bir tane daha gördü, ve bir tane daha ve bir tane daha. 10.000 mil kareden daha küçük bir alanda, yüzden fazla vardı. Yoğunluk ise normalden 100 kat daha fazla idi. Uzmanların uyardıkları gibi, Dünya ısındıkça, ısınma hızını kontrolden çıkaran “kırılma noktaları” oluşturuyor. Isınma Kuzey Buz denizini eriterek, ısıyı uzaya yansıtan dev beyaz aynayı tahrip ederek okyanusu ciddi bir biçimde ısıtıyor. Daha fazla buz eriyip bu döngü kontrolden çıkıyor. Ve bunun sonuçlarını her şeyin normal değerlerin dışında olarak 2014 yılında yaşadık. Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre 2014; küresel düzeyde kayıtların tutulmaya başlamasından bu yana en sıcak yıl oldu. BBC Bilim Editörü David Shukman’ın haberine göre; 2014 yılının ilk on ayındaki sıcaklık uzun vadeli sıcaklık ortalamalarının 0,57 derece üzerinde. BM'ye bağlı Dünya Meteoroloji Kurumu'nun (WMO) tahminlerine göre 1998, 2005 ve 2010'da kaydedilen rekor sıcaklıklar az bir farkla geçilecek. WMO Genel Sekreteri Michel Jarraud bu yıla dair ilk tahminlerinin "iklim değişikliğinden beklenenle tutarlı olduğunu" vurguluyor. Jarraud, yeni tahminlerle birlikte yayımlanan açıklamasında "2014'e dair ilk veriler, kayıtların tutulmasından bu yana ki en sıcak 15 yılın 14'ünün 21. yüzyılda yaşandığını gösteriyor." şeklinde belirtiyor. Michel Jarraud "Rekor sıcaklıklar yoğun yağış ve sel felaketleriyle birleşince birçok yaşamı mahvetti. En çok kaygı veren de kuzey yarımküre de dahil okyanus yüzeyinin geniş alanlarındaki sıcaklıkların artması." diyor. Jirraud ayrıca yeni verilerin iklim değişikliğinin sürekli yaşandığını doğruladığını söyleyerek "Küresel ısınmanın duru durağı” olmadığını açıklıyor. WMO'nun raporunda bir dizi rekor kıran hava olayından da bahsediliyor;  İngiltere'de geçen kış 12 büyük Okyanus kaynaklı fırtına ülkeye düşen yağmuru neredeyse ikiye katladı  Eylül ayında Balkanlar'a aylık ortalamanın iki katından fazla yağış düştü ve Türkiye'nin bazı kesimleri ortalamanın dört katı yağış aldı.  Fas'ın Guelmin şehri normalde bir yılda düşen yağışı dört gün içinde aldı.  Japonya'nın batısına Ağustos ayında kayıtların tutulmaya başlanmasından bu yana ki en büyük yağış düştü.  Batı ABD'nin bazı kesimleriyle, Çin, Orta ve Güney Amerika'nın bazı bölgelerinde kuraklıklar görüldü. 2014'teki sıcaklık artışı bir önceki rekor yıl olan 2010'a kıyasla bir derecenin yüzde biri düzeyinde. Uzun vadeli ortalama sıcaklıkların da 0,56 derece üzerinde. Büyük Okyanus'un doğusundaki sular da büyük ölçüde ısındı. Bu ısınmanın normalde El Nino adı verilen ve küresel ısınmayı arttıran koşulları yaratması gerekiyor. Ancak uzmanlar bunun henüz gerçekleşmemiş olmasına şaşırıyor. Önümüzde ki Haziran ülkemizde seçimler var. 2015 Aralık başında ise Birleşmiş Milletler iklim değişikliği konferansı Paris zirvesi. Seçimlere hazırlanan aday adayları ya da kesinleşecek adaylar, vatandaş ziyaretlerine gittiğinizde selfie çektirip onları sosyal medya’da yayınlamak ötesinde ne gibi projeleriniz var. Küresel sermaye ve petrol şirketleri Paris zirvesine hazırlanırken, ulusal politikalarda somut sonuçlar almak adına elinizde ne var, Ahlaki olarak durumun aciliyetini hissetmeniz, hissettirmeniz ve insanları bilinçlendirmek için ilham vermek adına somut düşünceleriniz nelerdir? Petrol şirketleri, insanların aklını karıştırmak için sahte bilimi fonlayıp, halkı yanıltıcı kampanyalara milyonlar akıtırken ve politikacıları topluca satın alırken, bilimi ve bilim insanlarının kullanıldığı yöntemlerle onların bu korkunç ve sorumsuz faaliyetlerini ortaya dökmek için medyayı hangi oranda kullanacaksınız? Yoksa medya sadece sizler için görüntü demek mi? Dünyanın felaketin eşiğinde olması halinde bile, Paris zirvesinde aynı odada oturan 195 hükümet yetersiz olabilir. Sizler, karmaşık politik konuşmalar sırasında, zirvenin olmazsa olmazlarını belirleyip, basın ve siyaseti bunlar etrafında örgütleyebilecek projeleriniz hazır mı? Elinizde, kurulacak hükümetin o toplantıya gitmesini sağlamak, ve onları sorumlu tutmak için bu on aylık sürede ellerine iyi bir plan verebilecek misiniz ? Ben neler yazıyorum, kendi ülkelerinin geleceğini göremeyen siyasettekiler ve yeni adım atacaklardan dünyayı kurtarmayı beklemek hoş bir hayal sanırım.

4 Şubat 2015 Çarşamba

İNSANLIK GİDER UZAYA : 2024, BİZ GİDERİZ ORTAÇAĞ’A : 2023

1923 Aydınlanma Devrimi ile çağdaş, muaasır medeniyetler seviyesine ulaşma yolu açılan ülkemin, 2023’te Ortaçağa dönüş planları yapılırken, yaklaşan seçimlerle piyasaya çıkan ve tehlikenin farkında olmayan aday veya aday adayları, köy köy, kahve kahve dolaşarak oy avcılığına çıktıkları bu günlerde, insanımız adına hiçbir projeleri olmadığını görmek, ülkemin 2023 Ortaçağına koşar adım gittiğinin bir ifadesi sanırım. Hayır hayır bu gün siyasetten değil, aklın ve bilimin geleceğe doğru planladıkları dev adımından bahsetmek istiyorum. Aslında bu ilk adım 20 Temmuz 1969’da Ay’a inen ilk insan olan ve “İnsan için küçük, insanlık için dev bir adım” diyen Neil Armstrong ile atılmıştı. Artık uzayda koloniler kurma planları yapılıyor. Bunun ilk hedefi de 2024. Fizikist.com sitesinden Sn.Betül Cansu’nun konu ile ilgili makalesinden aktarmak istiyorum. “Yeni insanlık tarihinin ilk adımı : Mars One Projesi” Mars One şirketinin kurucusu Landskop tarafından ortaya atılan bu proje, başta tüm dünya tarafından şaşkınlıkla karşılansa da Mars'ta kalıcı insan kolonisi kurma hayali artık gerçeğe dönüşüyor. Aralarında 4’ü kadın 6 Türk’ün de bulunduğu projenin Yol Haritası şöyle : 2015 - Seçilen adaylar tam zamanlı eğitime alınıyor : Grupların uzak bir yerde uzun süreli olarak kalma ile başa çıkma yeteneği onların eğitiminin en önemli parçası durumda. Bu eğitimde yaşam alanının bileşenlerini onarmayı, tıbbi prosedürleri ve habitat içinde kendi yiyeceklerini yetiştirmeyi öğrenecekler. Her bir grubun Mars'taki görevlerine hazırlık için, her yılın birkaç ayı analog kamp alanında bu eğitime tabi tutulması planlanıyor .İlk kamp simülasyonu, nispeten ulaşması kolay bir Mars benzeri arazide, ikinci eğitim kampı ise kuzey çölleri gibi daha uzak bir yerde konumlandırılacak. 2018 – İnsansız uzay aracı, iletişim uydusu ile beraber Mars’a gönderiliyor : Gönderilecek uzay aracı, mevcut teknolojileri test etme niteliği taşıyor. Bu görev, 2024’te yapılacak olan mürettebatlı Mars yolculuğunun gerçekleşebileceğinin de kanıtı olacak. Test mekiği ile beraber bir de iletişim uydusu gönderilip Mars etrafında bir yörüngeye sabitlenecek. Bu sayede iki gezegen arasında 7 gün 24 saat iletişim sağlanmakla beraber, Mars yüzeyinde elde edilen fotoğraf, video ve diğer verilerin aktarımı da gerçekleşebilecek. 2020 – Rover ( Mars yüzeyinde gezebilen çok işlevli robot) ve bir iletişim uydusu fırlatılıyor: Rover, Mars yaşam alanının kurulma aşamasında birçok görevi yerine getirecek bir robot niteliğinde. Bu çok işlevli robot, römorku uzay aracı ve Mars yerleşim alanı arasında taşıma yapmak için kullanabilecek. Aynı zamanda Mars yüzeyinde, yerleşim için en iyi alanı bulmak amacıyla etrafı dolaşacak. Yerleşim için ideal alanın, yeterli su içeren topraklar için yeterince kuzeyde, maksimum güneş gücü için yeterince ekvatoral bölgede ve yerleşim inşasını kolaylaştırmak için yeterince düz olması gerekiyor. Yerleşim yeri belirlendiğinde Rover, yüzeyi kargo araçlarının gelişi için hazırlayacak. Rover aynı zamanda güneş panellerinin konumlandırılacağı alanın da temizlenmesinden sorumlu. Rover ile beraber ikinci iletişim uydusunun da, Güneş etrafında yörüngeye fırlatılması planlanıyor. Bu uydu sayesinde güneş iki gezegenin arasına girse bile iletişim 7 gün 24 saat sağlanabilecek. 2022 – Altı kargo aracı fırlatılıyor: İkinci Rover, iki yaşam ünitesi, iki hayat destek sistemi ve bir tedarik ünitesi 2022’de Mars için yola çıkıyor. 2023’te ise tüm üniteler Rover sinyali izlenerek Mars yüzeyine iniş yapmış olacak. 2023 – İnsanların varışından önce Rover, yaşam kampını kuruyor : Gönderilen altı kargonun, yaşam kampından 10km öteye indirilmesi planlanıyor. Rover, birinci hayat destek ünitesini römork ile alıp doğru yere yerleştirdikten sonra, yaşam destek ünitesinin ince film solar panelini açacak. Sonrasında yaşam destek ünitesi ile bataryalarını şarj etmek için bağlantı kurabilecek ve böylece yaşam destek ünitesi, sadece kendi panellerini kullanmadan daha hızlı şekilde şarj olabilecek. Rover’ın diğer tüm kargo ünitelerini alıp sonrasında diğer yaşam destek ünitesinin ince film solar panelini ve yaşam ünitelerinin şişme bölmelerini de açması gerekiyor. Hayat destek ünitesi yaşam ünitelerine su, elektrik ve hava ileten bir hortum ile bağlı olacak. Sonrasında ise hayat destek ünitesi aktif edilebilecek. Rover, yaşam destek sistemine doğru Mars toprağını beslemeye başlamasının akabinde su bir fırın içinde yüzey altındaki buz parçacıklarının buharlaştırılması yoluyla Mars toprağından elde edilecek. Buharlaşan su yoğunlaştırılarak yeniden sıvı hale dönüştürülüp depolanır ve bu yolla elde edilen suyun bir kısmı ise oksijen üretmek için kullanılırken, Nitrojen ve Argon ise yaşam alanı içindeki solunabilen havanın diğer bileşenlerini oluşturan Mars atmosferinden elde edilecek. İlk mürettebat yolculuklarına başlamadan önce, hayat destek sistemi 0,7 bar basınç seviyesinde solunabilen atmosferi, 3000 litre suyu ve 120kg oksijeni üretmiş ve depolamış olacak. Rover aynı zamanda radyasyondan korunma için, Mars toprağını yaşam alanının şişme bölmelerinin üstüne yerleştirmekte görevlendirilecek. 2024 – Mars’a ayak basacak ilk insanların Dünya’dan yolculukları başlıyor : İlk olarak, transit yaşam alanı ve Mars mekiği, montaj ekibi ile beraber Dünya etrafındaki bir yörüngeye fırlatılacak. Montaj ekibi, Mars mekiğini transit yaşam alanına bağladıktan bir ay sonra da birbirine bağlı iki yakıt ünitesi yörüngeye fırlatılacak. Artık tam eğitimli olan ilk mürettebat aynı Dünya yörüngesine fırlatılır ve sonrasında yörüngede Mars One ekibi ile Dünya’ya geri iniş yapacak montaj ekibi yer değiştirir. Marstaki sistemlerin ve transit aracın son kontrolünden sonra, yakıt ünitesinin motorları ateşlenip transit araç Mars transit yörüngesi üzerine fırlatılır. İşte bu Mars mürettebatı için geri dönüşü olmayan noktadır. İkinci ekip için kargo ise, ilk mars yerleşimcileri ile aynı ayda fırlatılacak. 2025 – İlk insanlar Mars’a ayak basıyor :İnişten yaklaşık 24 saat önce mürettebat, transit yaşam alanından iniş modülüne yaşam alanından getirdikleri gereçlerle taşınacak. İniş Modülü Mars yüzeyine indirilemeyecek kadar büyük olduğundan transit yaşam alanından ayrılıp Güneş etrafında bir yörüngede kalacak. İniş modülü bir önceki insansız Mars görevleri için kullanılanların aynısıdır. Bu mürettebata sekiz kez test edilmiş bir sisteme iniş yapmalarını sağlar. İniş esnasında, mürettebatın, uzayda uzun bir zaman geçirdikten sonra yeniden yerçekimi deneyimi yaşamak için 48 saatleri olacak. İnişten sonra, Mars giysileri içinde iniş aracından ayrılıp ve Rover tarafından karşılanacaklar. Yaşam ünitelerinin birinde hava kilidi boyunca yerleşim alanına giriş yapıp sonraki birkaç günlerini yeni ortama yerleşmek ve alışmak için harcayacaklar. İklimlendirme periyotlarından sonra yerleşimciler geri kalan güneş panellerini de açarlar ve iniş araçları arasındaki koridorları yerleştirip gıda üretim ünitelerini kurarlar. İkinci mürettebat için kargo ise, ilk mürettebattan sonra 5 hafta içinde Mars yüzeyine iniş yapacak. Bu kargo toplanıp, yüklenip ve yerleşim alanına ihtiyaç fazlası olarak eklenecek. İhtiyaç fazlalığı oldukça önemlidir çünkü, Uluslararası Uzay İstasyonu ekibinin aksine Mars One ekibi acil bir durumda görevlerini terk edemez. İlk mürettebat indiğinde, her biri dört kişilik ekibin barınabileceği kadar büyük iki yaşam ünitesi ve her biri tüm ekip için yeterince su, güç ve solunabilen hava sağlama kapasitesine sahip iki yaşam destek ünitesine sahip iyi seviyede ihtiyaç fazlası olan bir yerleşim alanı bulacaklar. İkinci mürettebat için donanım, yerleşim bünyesine eklendiğinde; dört yaşam ünitesine, dört hayat destek ünitesine ve 16 astronotluk bir ekibi yaşatmak için yeterli olacak. 2026 – İkinci mürettebat Mars için yola çıkıyor : İkinci Mars ekibinin Dünya’dan 2026 yılında yolculuğa çıkması planlanıyor. İkinci ekiple beraber üçüncü mürettebat için gerekli kargo aracıda fırlatılır. İkinci Mürettebat Mars yüzeyine 2027’de inişini gerçekleştirir. İkinci mürettebat inişten sonra, onlar için yerleşkelerini çoktan hazırlamış olan ilk ekip tarafından karşılanacak. Üçüncü ekip için donanım ise birkaç hafta içinde iniş yapıp yerleşim alanına eklenecek. Kaynaklar http://www.mars-one.com/mission/roadmap http://www.mars-one.com/about-mars-one “ Ekteki siteden projenin anlatıldığı makaleyi fotoğrafları ile incelemenizi öneriyorum. http://www.fizikist.com/kategori.php?islem=Oku&id=1618