31 Temmuz 2014 Perşembe

BAYRAMLIK

ALDATMAK Meyhanelerden çıkmazdı hiç. İçkisini içer, geç vakitte naralar atarak evinin yolunu tutardı. Ne çocuğuna, ne eşine, ne anasına, babasına ve ne de çevresine hayrı dokunmamıştı. 'Ayyaş Hamdi' böyle bir yaşamın sonunda rahmetli oldu. Cenaze namazı kılındıktan sonra imam sordu: -Merhumu nasıl bilirsiniz? -İyi insandı... Kimseye kötülüğü olmadı... Toprağı bol olsun... ve benzer cevapları duyan Bektaşi sabredemedi ve yanındakinin kulağına fısıldadı: -Bizi neyse de, Allah’ı da aldatmaya yelteniyorlar. BİR DE SENİN KULUNA BAK Bektaşi Baba İstanbul'da gezinirken, padişahın sarayı olduğunu zannettiği görkemli bir binanın yakınından geçmekte idi. Binanın önünde şatafatlı bir fayton durmakta idi. Binadan sırmalı elbiseleri olan adam çıkınca, muhafızlar selama durdu. Adam faytona binerken, Bektaşi meraklandı ve muhafızlardan birinin yanına sokularak sordu. -Faytona binen padişah mıdır? -Hayır padişahın bir kuludur. Cevabını aldı. Bektaşi, tepeden tırnağa önce faytondaki adama baktı. Sonrada kendi haline baktıktan sonra, ellerine açarak: -Tanrım, bir padişahın kuluna bak! Sonra, bir de senin kuluna bak! Diye söylendi. SEN NE İŞE YARADIN Hoca ile Bektaşi içki içerken yakalanırlar ve Kadı’nın huzuruna çıkarılırlar. -Şeytana uyduk kadı efendi. Diye af dileyen hocayı, kadı affetmez ve idam cezası verir. Sıra Bektaşi’ye geldiğinde savunmasını yapar: -Kadı efendi ben gayri-müslümüm, bana oruç farz değildir. Kadı Bektaşi’yi serbest bırakır. Bektaşi Kadı’nın huzurundan ayrılırken sorar: -Kadı efendi, ben de şahadet getirip Müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın? Kadı efendi düşünür, bir kişiyi Müslüman yapmanın sevabını hesap eder ve Bektaşi’nin teklifini kabul eder, hocayı da affeder. Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hoca Bektaşi’ye kızgınlıkla sorar: -Sen ne biçim adamsın be, bir Hıristiyan bir Müslüman oluyorsun! Sen de hiç iman yok mu? Bektaşi gülerek cevaplar: -Gavur oldum kendimi, Müslüman oldum seni kurtardım. Peki sen ne işe yaradın? BEKTAŞİ VE SOFU Koyu sofu bir adamcağızla Bektaşi, bir başka kente gitmek üzere bir kervana katıldılar. Sofu, ikindi üzeri namaz kılacağını söyledi. Bektaşi : -Geç kalırsan kervanı kaçırırsın ; onun için sünneti bırak da yalnız farzı kılıver, diye öğüt verdi. Bektaşi'nin sözüne uydu adam. O gece bir yerde konakladılar. Ertesi sabah sofu, Bektaşi'ye sitem etti. -Dün bana sünneti kıldırmadın, gece rüyama Peygamber Efendimiz girdi. Bektaşi adamın sözünü ağzına tıkadı : -Daha ne istiyorsun! Farzı da bırak rüyana bu kez Tanrı girsin! DAMIZLIK BEKTAŞİ İkinci Mahmut, Yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra, Alevi-Bektaşi kesimi üzerinde terör estirmiş, kimilerini öldürmüş, kimilerini ise sürdürmüştü.İstanbul'da hiçbir Bektaşi ortaya çıkamaz olmuştu.Padişah bir gün Bahçekapı'dan geçerken korkmadan, göğsünü gere gere dolaşan bir Bektaşi babası görküş.Adamın rahat tavırları padişahı etkilemiş.Çağırtılmasını buyurmuş.Baba gelince şöyle demiş : -Sizinkilerin tümü bir kıyıya kaçtı, gizlendi.Sen burada yalnız başına ne dolaşıyorsun? Baba çekinmeden yanıtlamış : -Sultanım, onlar gitti, beni damızlık bıraktılar! HARAM Bektaşinin birini ramazanda içki içtiği için yakapaca kadıya götürürler. Çakırkeyif Bektaşi'yi görür görmez kadı : -Behey kafir! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram olduğunu?, der. -Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır, diye karşılık verir Bektaşi. Kadı : -Bunun içine pamuk katarlar. Bektaşi : -Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar... İŞİMİZ İŞ Hocanın biri Ramazanda ; -Ey ümmeti Muhammed! Şarap içmek kesinlikle haramdır. Sakın içmeyiniz! İçenlerin boyunlarına yarın ahirette, içtikleri şarap şişeleri asılarak, mahşer halkına haftalarca teşhir edileceklerdir, diye vaaz veriyormuş. Dinleyenlerin arasında bulunan Bektaşi sormuş : -Hoca efendi! Şişeler dolu mu asılacak, boş mu? Hoca "Boş" dese, cezanın hafifleyeceğini düşünerek : -Hayır! Hiç boş olur mu? Dolu olacak, demiş. Bektaşi, gülerek şöyle bağırmış : -Desene hocam! Cennette de ya hey! İYİ RÜYALAR Mevlevi, Bektaşi ve Softa yemekten sonra ikram edilen bir tepsi baklava için rüyaya yatarlar.En hayırlı düşü gören baklavayı alacak. Öneri kabul edilir. Yatar, uyurlar. Sabah olunca Sofu : -Ne düş gördünüz anlatın bakalım?, der. Mevlevi sikkesini başına geçirerek : -Hayırdır inşallah göklere çıktım, der. Hoca da : -Ben ise düşümde cennete gittim, der. Bektaşi : -Erenler, ben de gece birinizin göklere uçtuğunu, diğerinizin de cennette gezdiğini görünce, artık bunlar fani dünyaya dönmezler diyerek kalkıp baklavayı temizledim!, der.

26 Temmuz 2014 Cumartesi

BAYRAM BENİM NEYİME ?

“Beyinlerimiz savaşsın isterdim ama görüyorum ki siz silahsızsınız bayım.” Franz Kafka Çocukların katledildiği, Şiddetin, tacizin giderek arttığı, Kadınların yok sayıldığı, öldürüldüğü, Bilimin, sanatın, eğitimin büyük bir hızla yok edilmeye çalışıldığı, Adaletin ayaklar altına alındığı, Yolsuzlukların, rüşvetin nerede ise mübah sayıldığı, Doğanın yok edildiği, Bu ülkede bayram benim neyime? Vahşice aynı dinden olanların kan akıttığı, Kadın sünnetinin yaygınlaştığı, Allah adına küresel sermayeye çalışan dindarların arttığı, Din adına diğer dinlerdekilerin bombalarla yok edildiği, Bir dünyada bayram benim neyime ? İletişimlerimizin gittikçe azaldığı, Sevginin çıkara dönüştüğü, Sevgisizliğin yaygınlaştığı, Bencilliğin giderek arttığı, İnsan olmanın erdemlerinin yok olduğu, Bu insanlıkta bayram benim neyime ? 1990’da Gezgin-1 sondasının 6,4 milyar km uzaktan çektiği fotoğrafta dünya “Soluk Mavi Nokta” olarak görünmektedir. 11 Mayıs 1996 da Carl Sagan (1934-1996) bir konuşmasında o fotoğrafı şöyle yorumlamıştır. “Şu noktaya tekrar bakın. Orası evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süper star, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde. Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. O zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı. Böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. Gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok. Dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. En azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. Ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. Beğenin veya beğenmeyin, şu anda Dünya sığınabileceğimiz tek yer. Gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. Belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. Bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza.” Evrendeki bu biricik yuvamız olan soluk mavi nokta ve üzerinde yaşayan ırkımıza daha iyi davranma bilinci yerleşmeden Bayram bizim neyimize ? ”

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bilim İnsanı ve Etiği (*)

“Nasıl bir kişidir bilim insanı, nasıl bir kişiliği vardır da insanlık için durmadan çalışır özveride bulunur ve çoğu zaman da pastanın bölüşülmesinde en alt tabakalarda yer alır. Bilim insanlığı bir yaşam biçimidir. Her şeyden önce bilim insanı kendini aşmış evrenselleşmiş kişidir. Kendine has bir yaşamsal disiplini olan, herkesten fazla toplumsal sorumluluk taşıyan kişidir. Ülke ve bölge sınırlarını aşan, yer yüzünün her noktasında meydana gelen olayların kendisini de ilgilendirdiğini düşünen kişidir. Dili ve dini evrenselliktir. Bilimin bu evrensel ilkelerini yerine getirecek olan tabii ki insandır. İnsan kendi toplumunun veya kendi emeğinin ürettiği maddi ve manevi değerleri olan kültürel bir varlıktır. Yukarıda belirtildiği üzere bilimsel araştırmaların sistematik olarak yürütülüp sonuçlandırılmasında bilim insanının çok büyük sorumluluğu bulunmaktadır. Biraz daha açar isek bilim insanlığı kanımca bir kültür ve ahlak (ettik) olayıdır. Bilindiği gibi, kültürler, insanın üretim faaliyetlerine başladığı ilk çağlardan günümüze kadar oluşturdukları değer yargılarıdır, yaşanılan dönemin üretim ilişkileri ve üretici güçleri tarafından belirlenirler. Bilim insanı da toplum içerisinde yaşadığı için toplumla birlikte olması gereken durumlarda kendi iradesi dışında zorunlu bir takım ilişkiler çerçevesinde üretim sürecine girmek ve toplumun ortak kültürünü paylaşmak zorundadır. Toplumun oluşturduğu hukuk, sanat, felsefe, din ve ahlak değerleri gibi. Buradaki bilim insanının kendi toplumsal dinamiği içerisinde bir ulusal veya toplumsal kültürü vardır, bunlardan ise dayandığı sınıfın kimliği ve kültürü ağır basmaktadır. Bu yönüyle bilim insanı bir kişilik ve kimlik taşımaktadır. Bir de bilim insanının başka bir kimliği veya kültürü vardır ki oda evrensel kimliğidir. Bu yönüyle bilim insanı kendini ve dar çevresini aşmış kişidir. Sınırları evrenin sınırları ile ölçülmektedir. Yine başa dönersek bilim insanı gerek hipotezini kurarken ve gerekse sonuçlarını açıklarken değerli yazar Melih Cevdet Anday’ın da belirttiği gibi ‘insan yapısı olan yapay kültürel değerlerini aşmak’ zorundadır. Bilim insanı hipotezini kurarken veya sonuçlarını açıklarken kendi dünya görüşleri doğrultusunda hareket edemez, hissi davranamaz. Bulguları veya bilimsel gerçekler üzerinde titrediği herhangi bir konuda kendisine ters geliyor diye çalışmamazlık edemez ve bulgularını gizleyemez. Hepimizin bildiği Galile örneği bilim insanlarına çok güzel bir örnektir, bu değerli bilim insanı ‘yine de dünya dönüyor’ derken var olan doğal gerçeği ölümü pahasına da olsa bilimsel ahlaka yakışır bir şekilde açıklamayı bir görev bilmiştir. Bilimsel düşünme disipline olmuş bir kafa ile olmaktadır. Bilimsel düşünce yapısı kazanmış bir kimse her şeyden önce gerçekçi bir yapıya sahiptir ve olaylara saygılıdır ve her olayın bir nedenden kaynaklandığını bilir. Cemal Yıldırım’ a göre bilim insanı yargılamalarında tutarlı ve ihtiyatlı olmasını bilir; olay ve olgulara dayanmayan genellemelerden kaçınır, dogmatik inançlara sapmaz. Bilim bir sistematik öğrenme ve araştırma sanatı olduğuna göre bilim insanlığı ahlakı doğuştan değildir eğitim ile kazanılacak bir olgudur. Bilim insanının en önemli özelliklerinden biride onun ahlaki hayatıdır. Bilim insanın ahlaksal hayatı, sürekli bir arayış heyecanı, çıkara dayanmayan bir özlemle didinen saf ve onurlu bir hayattır. Sürekli doğruyu aramak, bulguları çarpıtmamak, okumadığını okumuş gibi göstermemek, bulmadığı sonucu bulmuş gibi göstermemek, başkalarının düşüncelerini kendi görüymüş gibi göstermemek gibi erdemlere sahiptir. Bilim insanın ahlaksal hayatı paraya, üne ve otoriteye önem vermeyen fakat gerçekleri bulma ateşi ile çırpınan bir hayattır. Sayın Erdem Büyükbingöl’ün 3 Şubat 1996 tarihli Cumhuriyet Bilim ve Teknik ekindeki Bilim İnsanlığı üzerine düşüncelerine içtenlikle katılmak istediğimi belirtmek isterim. Çok net olarak açıklanmaya çalışılan yazıda en ilginç olan nokta bilim öğretmeye çalışan bir profesörün bilim adamı olamayacağı gibi bilim hayatına yeni merdiven dayamış bir araştırma görevlisinin bilim insanı niteliğini taşıyabileceğinin vurgulanmış olmasıdır. Buradan da anlaşılacağı gibi salt bilim öğreten veya bilimsel araştırma yapılan bir kurumda (üniversite veya araştırma enstitüleri) araştırma yapan herhangi bir pozisyondaki kişi bilim insanı vasıflarına sahip olamayabilmektedir. Bilim ile uğraşan kişi kendisini halktan uzak tutmamalıdır. Çoğu bilim insanı kendini izole ederek kullandıkları teknik ve teknolojinin arkasında durarak kendi yaptıkları karşısında insanların hayret ve şaşkınlık gösterilerini kendileri için bir gurur ve üstünlük kaynağı olarak görmektedirler. Her şeyden önce bilim insanı bilimini halka indirgemeli ve herkesin anlayabildiği dille kitlelere sunum yollarını aramalıdır. Socrates tüm yaşamını, bilmek ve doğruya ulaşmak için harcamıştır. Aristoteles ‘bütün insanlar yaratılışları gereği öğrenmek ister’ diye başlar ünlü Metafizik adlı eserinde. Böylece bilim insanı her ne koşul altında olursa olsun doğru söyleyen biri olmalı, araştırma sonuçları ne ise onu kamuoyuna açıklamalıdır. Bilim insanı ahlaki değerleri yüksek olan kişidir. Bilim insanı olayları ve olguları olduğu gibi kabul eder, gerçeğe saygılı kişidir. Esen rüzgarın yönüne göre veya güçlüye göre fikir değiştiren veya anlayışını güçlü olana göre belirleyen kişi değildir. Kendinden zayıfı ezmeyen ve kendinden güçlünün önünde diz çökmeyen, sağlıklı iç gelişmesini tamamlamış, olgun yapısıyla insanı insan olarak gören ve insan olduğu için saygı duyan ahlaklı ve erdemli kişidir. Bilim yapan kişi bilimsel çalışmalarında hiç bir maddi kazanç ve çıkar gütmeksizin yapmalıdır. Bilim insanı gerek bilimsel çalışmalarında ve gerekse toplumsal ilişkilerinde maddi kazanç sağlanacak diye uğraşısında ve ilişkilerinde para ve benzeri küçük değer yargılarına tenezzül etmez. Bilim insanı için bir bilinmeyenin bilinir hale getirilmesinin, toplumun problemlerine çözüm getirmesinin ve bir canlının canını kurtarmasının verdiği haz maddi hazla karşılaştırılamayacak bir duygudur. Araştırmacının tarihsel ve toplumsal bir sorumluluğu vardır. Yaptığı her araştırma kendi sınırlarını aşan nitelikte olduğundan bilim insanı çağına ve dünyaya karşı sorumlu kişidir. Bu nedenle bilim insanı yaptığı araştırmanın sorumluluğunu taşımalıdır. Bilim insanının sorumlulukları salt laboratuvarda ve kütüphane kapılarının ardında kalmamalıdır. Bilim insanı zaman zaman toplumu kendi bilgi ve birikimi ile aydınlatmalıdır. Bilim insanı öğrencilerini bilimi ile aydınlatır. Bilim insanı bilim kavramını eğitim sisteminde iyice işlemeli kendi konusunu bilimsel verilerle nasıl işlediğini pratiği ile öğrencilerine anlatmalı ve göstermelidir. Aydınlanma ile birlikte sorgulama sanatı gelişmiş bunun sonucu bilim ve bilimsel araştırma faaliyetleri ilerlemiştir. Bilim insanı aynı zamanda topluma bilim hizmeti sunmakla kendini sorumlu hissetmelidir. Bilim insanı, kendisini salt teorik çalışmalardan sorumlu tutmamalı, zaman zaman kendi bilimini topluma açıklamalıdır. Bilim insanı zaman zaman popüler alanlarda da yazılar yazmalıdır. Bildiğimiz bir çok bilim adamı örneğin Albert Einstein ve Bertrand Russell zaman zaman toplumsal konularda yazılar yazmışlardır. Evrensel düşünmek zorundadır. Bilim insanı çalışmalarının evrensel nitelikte olması nedeniyle kendisi de evrensel düşünmek zorundadır. Bilim insanı bu nedenle her türlü dar görüşlülükten sıyrılıp din, dil, ırk ayrımı yapmadan yaptığı araştırmayı dünyanın her insanı ile bölüşmede evrensel olmak zorundadır. Bilindiği üzere eskiden büyük bilimsel buluşlar tek tek bilim adamlarının buluşları ile oluyordu fakat günümüzde artık buluşlar farklı disiplinlerdeki bilim insanlarının oluşturduğu ekipler tarafından yapılmaktadır. Bu yolla geniş bilgi birikimi aynı potada değerlendirilerek olaylar ve olgular arasındaki ilişkiler daha iyi anlaşılmaya başlamıştır. Bu nedenle bilim insanı kendi çevresindeki diğer disiplinlerdeki bilim insanları ile bağlantı kurmalı ve onlarla sürekli bir ilişki içerisinde olmalıdır. Bilim insanı hümanist kişiliklidir. Bilim insanın evrenselliğinden kaynaklansa gerek, bilim insanı başka yaşam biçimlerini daha iyi anladığı için çevresindeki insanları daha iyi anlar, kişileri olduğu gibi kabul eder ve onlara yardım elini uzatmakta gecikmez. Bilim ile uğraşan kişi eleştiri ve özeleştiriye açık olmalıdır. Bilim insanı başta kendi çalışmaları olmak üzere olayları ve olguları tarafsız, nesnel bir şekilde inceleyebilen, araştırabilen ve sorgulayan kişidir. Bilim insanı her türlü eleştiriye açık olduğu gibi kendi kendini de eleştiren veya özeleştiri yapan erdemli insandır. Bilim insanı araştırma öncesi ve sonrası bütün ayrıntıları en ince ayrıntısına kadar araştıran ve sorgulayan kişidir. Bilim insanı araştırma sonuçlarını değerlendirirken yapılmış yanlışları ve yanılgıları açık ve net olarak belirterek, özeleştiri yaparak kamuoyuna duyuran kişidir. Özeleştiri yapmak bilim insanını küçük düşürmez, aksine zenginleştirir ve daha saygın kılar. ‘Erdemli kişi önce kendini yargılamasını bilen kişidir’ özdeyişi bilim insanı için çok yerinde bir deyiştir. Bilim insanı kendi ürettiği bilginin, yaptığı araştırmanın sorumluluğunu taşıyan kişi olması nedeniyle ürettiği bilginin ve araştırmalarının muhatabı olan kişidir. Evrensel olması ve uluslararası düzeyde yayın yapmasından doğan durumdan dolayı herhangi bir ulusun araştırıcılarının eleştirisine açık olan kişidir. Uluslararası alanda herhangi bir ağırlığı olmayan bir ülkenin araştırıcısının eleştirisine uğradığı zaman kızma veya dikkate almamazlık tutumu gösterilmesi bilim insanın niteliklerine yakışmamaktadır. Her şeyden evel gerçeği söyleme cesaretine sahip olmalıdır ve bilimdışı görüşlere karşı taviz vermemelidir. Tavizin verildiği yerde gerçek anlamda bilimden bahsetmek mümkün değildir. Bilim insanı tarafsız, bağımsız karar verebilen, gerektiğinde düşüncelerinin mevcut anlayışla bağdaşıp bağdaşmadığına bakmaksızın açık, net ve özgürce ifade eden kişidir. Galile dünyanın evrenin merkezi olmadığını açıkladığı zaman o günkü yönetim ile ters düşmüştü. Çünkü o zamanki yönetim, yetkileri tanrıdan aldığını ileri sürüyordu ve dünyanın evrenin merkezi olduğu resmi olarak kabul görmüştü. Kişisel amaçlar, yasaklar, ideoloji veya inanç uğruna var olan gerçek olguların ifadesi engelleniyorsa bilim insanı bu engellemelere karşı taviz kar olmamalı ve sessiz kalmamalıdır. Eğer bilim insanı olay karşısında bilimden yana tavrını koymuyorsa burada onun bilim insanlığından bahsetmek mümkün değildir. Bilim insanı, Server Tanilli’nin belirttiği gibi ‘bilimden yana taraflı insandır’. Bilim insanları Atatürk’ün çok önem verdiğim şu özdeyişini kanımca bünyelerine iyice işlemelidirler; ‘Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat, için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, sapmadır’. Bu veya benzeri örnekleri çağlarına damgasını vurmuş düşün insanları çeşitli vesilelerle belirtmişlerdir. Buraya kadar ifade edilmeye çalışılan bilim insanı niteliklerinden dolayı bilim insanı seçkin ve özel bir kişidir. Seçkinlik ve özel olmak, bir başka insandan farklı olması ona bir kişilik ve evrenselliği kazandırmaktadır. Yukarıda da anlatılmaya çalışıldığı gibi bilim hayatı ve bilim insanlığı bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi zor amma zevkli bir yaşamdır. Bizler istesekte ismesekte, bizler olsak ta olmasak da dünya kendi ekseninde dönmeye devam edecektir. Ama bir gerçek var ki o da, bu dünya bizim gibi bilim, sanat yapanlar tarafından daha iyi, hata çok daha iyi yaşanılabilir bir dünya olabileceği gibi çok kötüde olabilir. Bilimimizle sanatımızla ona zenginlik katabiliyor isek ve insanlığın önünü açabiliyor isek ne mutlu bizlere. Bilimsiz ve sanatsız bir dünya eksikli bir güzellik olacaktır.” (*) “Bilim, Bilim İnsanı ve Bilimsel Etik” - Prof.Dr.İbrahim ORTAŞ- (Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi) - “Üniversite ve Toplum” Dergisi- Haziran 2002, Cilt 2, Sayı 2

19 Temmuz 2014 Cumartesi

EGO, BİLİM VE BİLİM İNSANI

“Benim yarasızlığımın büyük yararı var bana. Yoksa yararlı bir ağaç olsaydım, yaşayabilir miydim bu yaşa dek? Bir işe yaradığım için keserlerdi beni.. Kaldı ki, sen de bir ölümlü yaratıksın, ben de. Kim oluyorsun da, benim değerimi yargılamaya kalkıyorsun? Sen ey yararsız insanoğlu, ne anlarsın yararsız ağaçların yararlılığından.” (Chaung Tzu) 09/12-07 2014 tarihlerinde köşemde yayınladığım “Vize Oppidum-Kutsal Kale” yazılarım üzerine 05.07.2014 tarihli “Utanıyorum” adlı yazıma da gönderme yapılan ekteki mesajı aldım. “İlhan Bey bir yazınızda utandığınızı yazmışsınız. Gerçekten utanmanız gerekiyor. Üstteki yazınızla utanmanız gerekiyor. Bilmediğinizin belli olduğu bir alanda böylesine saçma şeyler yazdığınız için utanmanız gerekiyor. Çünkü bilimselliğin ötesinde , hiç bir bilimsel vasfı olmayan ve sözüm ona yazarım diye ortaya çıkmış birinin ……… ……….. bastırttığı bu garip ve bilimsellik ötesi şeyleri övmenizden utanç duymalısınız. Bu sahada bunların ilk olduğunu yazmışsınız bundan da utanç duymalısınız. Çünkü bu şeyler ne ilk ne de bilimsel. İnsan bilmediği bir sahada böylesine büyük laflar etmez İlhan Bey. Büyük lokma yutayım derken boğulacaksınız. Gerçekten utanmanız gerekiyor. İnsanları aldatmaya ve hiç hak etmeyen birini övmeye kalktığınız için utanmanız gerekiyor. Pes doğrusu. Vize'yi gerçekten bilenlere kimin ne yaptığını sorun da onlar size gerçeği anlatsın ! O çok övdüğünüz şeylerin de hiç bir şey olmadığını ve kimsen neyin çalındığını size anlatsın. Vize'yi sizden de o ………. hanımdan da çok iyi bilirim. Tamam mı ? İlhan Bey eski Vize ……… ……….. …….. da sizin gibi yanlış ata oynadı. Gerekli cevabı da aldı. Onun utanacak yüzü yoktu ! Ya sizin ? Siyasi fanatizminizi yanlış kulvarlarda koşarak heba etmeyin. Onu da harcayacak zaman bulursunuz. Ama Trakya böyle bir kulvar değil. O kitap dediğiniz zırvayı överek de gerçek bilim insanlarının hakkını çalmayın. Sayın …………….. ve ben yıllardır Trakya 'da çalışıyoruz. . Yayınlarımız da var. Sunaklar benim , kaleler de ………….'in alanı. Biraz ciddi araştırmalar yapın da gözünüz açılsın. Ona buna yaranayım derken hatalar yapma alışkanlığınız olduğu belli oluyor. BU saafınızdan dolayı utanmalısınız.” Evet; utanıyorum bu yazıyı kaleme alan ismin önünde Prof. ve bilim insanı payesi bulunmasından. Üzülüyorum, bu ülkede bilimin kişiselleştirilmesinden. Seviniyor ve teşekkür ediyorum, tamda Ego kavramını ele aldığım yazıdan sonra bilimdışı! düşüncemi teyit etmesinden. Sanırım polemiğe girmeye ve başka yoruma gerek yok. NOT : Noktalı yerler isim içerdiği için tarafımdan silinmiştir.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

EGO, ÇATI VE SİYASETÇİ

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gördüğüm bir paylaşım dikkatimi çekti. Dikkatimi çeken kısımları paylaşıp nedenlerini tartışmak istiyorum. “Sevgili dostlarım sizlere çok güzel bir haberim var! Bildiğiniz gibi kentimizin içme suyu çok problemli,. Biz de bu konuda girişimlerimizi ve çalışmalarımızı başlattık. 2015 yılında ilimizde içme suyu ile alakalı bir sorun kalmayacak. Ben de göreve gelir gelmez bu sorunu çözmek için yollar aradım.” Anlaşılacağı gibi bir seçilmişin vatandaşlarına verdiği güzel bir haber. Diyeceksiniz; ki kardeşim ne var bunda, çalışıyor işte. Aslında çok şey var bu iki satır müjdeli haberde. Ama akıl sağlığı ile bilinçlendirme yapmaya çalışan bu köşenin yazarının, bu haberde en dikkatini çeken kısmı “Ben de göreve gelir gelmez bu sorunu çözmek için yollar aradım.” cümlesi. Çünkü bu proje yıllar önce başlamış, çalışmaları devam eden, hatta sonucu tehlikeli boyutlara varacak bir projedir. Proje devam ederken, projenin uygulamaya sokulacağı alanda Altın Arama ve işleme ruhsatı verilmiş, bu da bilindiği gibi siyanür kullanımını gerektirdiği için hem içme suyunu hem de bölgeyi büyük bir risk altına almak anlamına gelmektedir. Bu güzel haber verilirken bu olaydan bahsedilmemesi, proje bittiğinde şehre siyanür akması anlamınıda içermektedir. “Ben de” ile başlayan bu yüksek egonun, İstanbul’dan Bulgaristan sınırına kadar verilen maden, taş ocağı ruhsatları ile Istranca ve içme suyu kaynaklarının yok olması tehlikesi hiç umurunda olmamaktadır. 14.07.2014 tarihinde zaman zaman kürsüye vurarak “masalarda oturup “ben oy kullanmayacağım” diye ahkam kesmek demokrasiye uymaz. Adam gibi tıpış tıpış sandığa gideceksiniz, demokrasinin gereğini yapacaksınız.” diye tehditler savuran, dayatma yapan, seçimleri sadece yolsuzluk ve kişi endeksli olarak gören Kılıçdaroğlu’nun bu davranışı ego tatminimi yoksa. İşte Kılıçdaroğlu’nun dayattığı CB adayı bana yukarıdaki olguyu hatırlattı. Doğası ile, insanı ile, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir ülke, ama çözüm olarak siyanürlü suda kurtuluşu aramak. Suyu getirttik ya gerisi önemli değil. Ve basın toplantısındaki şu cümleler; “Bana sordular TV’de AKP Ekmeleddin Bey’i aday gösterseydi oy verirmiydiniz diye, evet veriridik. Biz partiye değil ki, CB adayına oy veriyoruz.Kadın erkek eşitliğine inansın, üniversitelerin bilgi üretmesi için çaba harcasın. Bizim istediğimiz bu zaten. Bunu gerçekleştirebilirsek hep beraber Türkiye’de demokrasiye katkıda bulunacağız” Haziran 2013 tarihli kapağında “Diktatörlük ve CHP” başlığı ile Atatürk karşıtı “Derin Tarih” dergisinin danışmanlığını yapan bir adayı seçeriz demek, 12.03.2014 tarihinde yine bu köşede yayınlanan “Paranoyak Akıl Oyunları – III” başlıklı makalemi anımsattı. “ABD, AKP iktidarını desteklemeye başladığından beri BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) devam ediyordu. Hatta Eş Başkan Recep Tayyip Erdoğan’dı. Fakat ABD projenin yürümediğini, özellikle de radikal İslam Terörünün gittikçe tırmanması yeni bir projeye ihtiyaç duymasına neden oldu. Bu Hilafet Projesi idi. Hele hele İslam Dünyasında dönüşümlü olarak uygulanarak devreye sokulacak olan bu Proje hem terörü önlemede hem de Orta Doğu’daki ABD – İngiltere- İsrail’in çok işine gelecekti. Hilafet Makamını TBMM kaldırdığı için bunu yeniden devreye sokmak, kılıfına uydurmak sanırım yine TBMM’sine kalıyordu.” Yukarıda ki satırlar çatı adayı belirlenmeden önce yazılmıştı. Kılıçdaroğlu’nun “AKP’nin adayı olsa bile seçerim” daha önceden de “Amerika’ya sorun adayımızı, dünya tanıyor” söylemleri bu çirkin oyunun bir parçası olmasın sakın. Kılıçdaroğlu’na göre masa başında ahkam kesenler bu soruların yanıtlarını arayanlar. Kirli ve gizli oyunları düşünce üreterek çözmeye çalışanlar. Yoksa benimde egom tavan mı yaptı bu son cümlelerle. Yok değil. Düşünen, üreten insanlar egolarını tatmin ettiği için, doyurduğu için kendinlerini güvende ve güçlü hisseder. Freud’un sözüyle ego şahlanmış bir at üzerinde ki şövalye gibidir. Ego nedense halk arasında her duyulduğunda negatif anlam yüklenir. Ama ego o kadar karmaşıktır ki, irade, arzular, tutkular, istekler iç içe geçmiş durumdadır. Ego insanı hırslandıran ve başarıya götüren bir dürtüdür aslında .Yukarıda da değindiğim gibi doyurulduğu, tatmin edildiği sürece insan kendini güvende ve güçlü hisseder. Ama ego’nun tatmin edilememesi durumunda sorunlar ortaya çıkar. Ego, her şeyin önüne geçer. Olaylar karşısında mantık devre dışı kalır, bunun yerine hırs, tutku kısacası egonun hakimiyeti başlar. Nedense bu da daha çok siyasetçilerde görülmektedir. Ben bilirim, ben yaptım, dediğim dedik, . Tabi bu konuyu araştırmak uzman işi. Bir sağlık sorunumu yoksa normal bi durum mu?

13 Temmuz 2014 Pazar

VİZE OPPİDUM “KUTSAL KALE” -2

Yine kitaptan birkaç alıntı. “ISTRANCALARDA TULUM SESİ TANRISALDIR. Traklar’ın, Trako Daçların, Frigyalıların en güzel şarkıları bu ormanlık dağlarda söylenmiştir…’’’Böyle yazar destanlar…Gizemli Tarih; Thracians, Kimmerias, Paeonia, Phrygians, Moesians, Dacians,Celts,İllyri,Troia,Bithyni diye başlar ve yaklaşık 200 klan sayar Trak soy ağacında .Agathyrsi İskitler, Traklar’ın çok yakınında yaşarlar , Trak Soyluları ve Herodotos!un Şahane İskitleri. Tümülüsler Halkları, Çifte Balta Taşıyanlar, Ölü Maskeliler, Pantalonlu Savaşçılar ,Binlerce yıldan beri Dövme yaptıran halklar, Kadınları da savaşçı olan kavimler, Atlı Kavimler, Müziği, Astronomiyi, destanları, Eğri Kesim yada Hayvan üslubunu iyi bilenler, sadece Gök Tanrıya inanan ancak Doğadaki herşeye saygı gösterenler, altın ve her türlü metali binlerce yıldan beri işleyenler, kökenleri yüzlerle değil , binlerle ifade edilebilecek kadar eski olan Kavimler, Denizci Kavimler ve daha bir o kadar isimleri olan Kültürlerden bahseder.” “Vize Oppidum, Askeri ve Dini karakterde yapılanmış bir merkezdir. Avrupa ve Balkanlarda ki örneklerinin hemen hepsinden büyük ve görkemlidir.” Ayrıca eserde Avrupa Arkeopark’larından örnekler zengin fotoğraf arşivi ile verilmiş. Oppidum(Kutsal Kale) ve kapsamlı bir Arkeopark Projelerini de bulacaksınız eserde. Ne yazık ki bu ülkede baki kalması gereken kurumlar, kişiler değiştikçe değişmektedir. Özellikle yerel yönetimlerde bu çok daha önemlidir. Desteklenen bir proje yeni yönetimlerle rafa kaldırılabilmektedir. Umarım bu proje rafa kaldırılmaz uygulamaya sokulur. Hatta şaşkınlığıma neden olan bazı şeyleri yazmak istemiyorum, çünkü ön yargılı davranılmamalı, sizlerde eseri okudukça yaşayacağınız o bilginin sonsuz ışığında ki şaşkınlık duygularınızı yaşayın diyorum. Evet üzüntüm daha üzerinde yaşadığımız toprakların bilinmezliklerini öğrenemeden yok etmeye çalışmamız. Ne yazık ki bu bölgeyi de içine alan Istrancalar taş ocakları tarafından istila edilmiş durumda. Ve bu taş ocaklarının beslediği fabrikalar bu kutsal alanlara kuruluyor. İstanbul sularımızı aldı ama hala su kıtlığı çekiyor, bizler hala yok olan Ergeneyi kurtarmaya çalışıyoruz, Trakya kuzey ormanları ve kültürel mirasımız ile elden gidiyor ne yazık ki. En azından çocuklarımıza miras bırakacağımız bu eserlere gereken ilgiyi göstererek bu eserlerin ortaya çıkmasına neden olan bilim insanlarına destek verelim. Bilime, sanata, kültüre, daha da önemlisi insanına düşman siyasetçileri anmak bile istemiyorum. Çünkü umudumu yitirmedim. En azından insandan yana olan üreten çok azda olsa bilim insanlarımız var. Bu tarihsel mirası e-kitap olarak okumak ve arşiviniz için http://www.arkeolojimerkezi.com/kitaplar.html adresinden indirebilirsiniz.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

VİZE OPPİDUM “KUTSAL KALE” - 1

Yayınlanan ilk makaleme şöyle başlamıştım : “Şurada Hazreti Nuh zamanından beri gömülü kalmış taşlar var. Belki de tufandan önce de toprak altındaydılar. Babam da, babamın babası da benden önce çadırlarını burada kurdular ama bu betimlemelerden hiçbir zaman haberleri olmadı. On iki yüzyıldan beri inananlar –Allah’a hamdolsun yalnız onlar gerçek bilgeliğe sahiptiler – bu ülkede oturmuşlardır. Fakat içlerinden hiçbiri de, onlardan önce gelenler de yeraltı sarayı diye bir şey duymamışlardır. Şimdi bak ! Bir frenk günlerce uzaktaki ülkesinden geliyor, dosdoğru bu yere gidiyor, eline bir değnek alıyor, bir çizgi şuraya, bir çizgi buraya çiziyor. , diyor, , diyor. Bize de yaşamımız boyunca ayaklarımız altında, bizim haberimiz olmadan yatan şeyleri gösteriyor. Harika! Harika! Sen bunları kitaplardan mı, sihirle mi, yoksa Peygamberinizden mi, öğrendin? Söyle, ey Bey! Bilgeliğin sırlarını söyle bana! (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler – C.W.Ceram, Remzi Kitapevi, İstanbul 1986) İngiliz arkeoloğu Layard, 1845’lerde Mezopotamya da Nemrut tepesinin altındaki Asur sarayının bulunduğu kazılar sırasında kendisine yardım eden Şeyh Abdel-el-Rahman’ın sözleri bunlar.” (Bilgeliğin Sırları – İlhan VARDAR – Bilim ve Ütopya – Ocak 1996) Aslında bu makalenin esas konusu o yıllarda başlayan ve Istranca Dağlarında ki suyu İstanbul’a götürme projesinin handikaplarını anlatmak, zaten Trakya’ya dahi yeterli gelmeyen içme suyunun gitmesi bir yana, dünyada eşi benzeri bulunmayan Longoz Ormanları başta olmak üzere Istranca florasının yok olma tehlikesine dikkat çekmekti. Aynı yıllarda çocukluğumun oyun alanları olan evimin arka tarafında ki tepede önemli bir arkeolojik eser ortaya çıkarılıyor. Trakya’da bulunan ilk Roma Dönemi Antik Tiyatrosu. Şeyh Abdel-el-Rahman’ın şaşkınlığını yaşamadım, çünkü tarihi İstanbul’dan eski olan Vize’nin bu tarihsel süreçteki önemini biliyordum az çok, ama böyle tarihsel bir hazinenin gün ışığına çıkarılmasının heyecanı ile bu ilk makalemde, bir yandan yaşadığımız ve altında nelerin yattığını öğrenemediğimiz bu toprakları tahrip ederek yok etmenin üzüntüsü ile iki konuyu birleştirip yazmayı uygun bulmuştum o zamanlar. Geçtiğimiz mayıs ayının sonlarında çok daha büyük bir heyecan, şaşkınlık ve üzüntü yaşadım. Çünkü çok kısa bir süre önce tanıdığım, bilgeliğin sırlarını öğretmeyi ve bilgiyi paylaşmayı şiar edinmiş Arkeolog-Prehistoryen Sn.Ufuk Baş Arığ, aylardır sabır ve heyecanla beklediğim 4 ciltlik Vize Oppidum (Kutsal Kale) eserini e-kitap olarak yayınladı. Büyük bir heyecanla bu muazzam eseri inceledikçe şaşkınlığım Şeyh Abdel’e yaklaşıyor hatta artıyordu. Bunun nedenlerini Sn.Arığ’ın Istrancalar Bölgesinde Tarihe Dokunmanın anlamını anlattığı bölümde bile bulmak mümkün. “Trakya Istrancalar bölgesi, bu kitabın yazıldığı ve araştırmalarımın temel aldığı yerdir. Her ne kadar bölgesel bir araştırma gibi gözükse de, bölgedeki kültür ve tarih mirasını keşfettikçe araştırmalarım geniş bir coğrafyaya yayıldı. Doğuda Asya steplerinden, Kafkasya Ural Altay bölgesine, Batıda Kanada’dan İngiltere, İskoçya ve İrlanda’ya, Kuzey Avrupa’dan Avrasya’ya ve Balkanlara, Güneyde İber yarım adası , Malta adasından ve nihayetinde Trakya topraklarına kadar uzanan, geniş bir alanda, araştırmalarımı destekleyecek verileri topladım. Istrancalar, Trakya bölgesinin son orman alanı, oksijen ve su kaynakları açısından hayati bir bölgesidir. Doğal güzellikleri yanı sıra yeterince araştırılmamış tarihi değeri ile Ülkemiz için büyük bir kıymettir. Istranca bölgesinin sınırları kuzeyde Bulgaristan, doğuda Karadeniz, Güneyde Tekirdağ, Batıda Kırklareli İlini içine alan Trakya ovaları ile çevrili orta yükseklikte dağlık alandır. Görünen zenginliklerinin altında keşfedilmeyi bekleyen birçok gizemi de bünyesinde barındırır. Herodot’un anlattığı küçük gölleri ve gizli yolları bulmak ümidiyle başladığım yolculukta; Mahya Dağı çevresinden, Pabuç ve Kazan derelerinin kıyılarına, Sarp Dere köyünden, Kıyıköy’ün denize inen sarp yamaçlarına, Vize Karakoçak kayasından çevre vadilere, Demirköy ormanlarından Bulgaristan sınırlarında, yaklaşık yirmi yıl geçirdim. Bazı sabahlar gün doğumuyla çıktım yola, sabah ışıklarının kutsal kayalarda ki ışıltısını fotoğrafladım. Ya da dağ köylerinde bir akşam vakti gün batımından sonra bir düğene davet edildim. Kaybolan kadim gelenekleri arşivledim. Eski kültürün son mirasçılarını tanıdım çoğunu ebedi diyarlarına uğurladım. Son “İğmeli Ev” ustasından, bu mimarinin inceliklerini öğrenirken, bu evlerin çok eskilerde İskit, Kelt ve Traklar’ın ortak kültür mirası olduğunu fark ettim. Bu gün “İğmeli Evler” ülkemizde korunamasa da, Rusya, Kafkasya, İrlanda, İskoçya, Bulgaristan ve daha birçok ülkede tamamen aynı mimarideki evler, geçmişte yapılmış ve hala yaşamaktadır. Yolculuğum büyük bir keşifti benim için. Daha önce her kesin baktığı ama ne olduğunu göremediği,keşfedemediği doğa ve insan anıtlarını gördüm. Çok geçmeden Muhteşem Megalitik bir alanda olduğumu anladım. Birçok benzerinden daha büyük ve görkemli yapılar, doğanın eliyle kamufle edilmiş sessizce yaşlanıyordu… Kırklareli’nin ilçesi Vize’de Kutsal bir Kale doğa ananın güçlü karstik kayaları üzerinde fark edilmeyi bekliyordu. Yükselen ahşap duvarları, evleri, atölyeleri ve hendekleri çoktan yok olmuştu. Kutsal kalenin sahipleri, yaşamak için yok olmayacağını bildikleri kayaları seçmişlerdi kendilerine. Kendilerini ifade etmek için, tüm kutsal alanlarını ölümsüz kılmak için hep kayaları kullandılar ve bugüne dek gelmeyi başardılar. “ Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda daha o kadar çok bilinmezlik var ki? Şaşkınlığım işte bu bilinmeyenler yüzünden. Ve eseri daha da değerli kılan “Vize Oppidum Kutsal Kale” araştırmalarının Dünya ve Türkiye üzerinde yapılan bilimsel ilk çalışma olması.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

UTANIYORUM

“AKP’de görev yapan dostlarımda aday ol dedi” Çatı Adayı – CNN Türk-Eğrisi Doğrusu Programı – 03.07.2014 CB seçim sürecinde çatı aday konusunda çok şey söylendi, söyleniyor. Korkunç bir bilgi kirliliği var. Önemli olan burada adayın kişiliği, eğitimi, duruşu, görünümü değil bence zihniyeti önemli. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve devam ettirme zihniyetinde mi değil mi? İşte utancım burada başlıyor. Çatı adayının zihniyeti belli: Ilımlı İslam. Daha ileri gidelim Atatürk ve laiklik karşıtı. Çatı adayını kimler önerdi. Atatürk’ün kurduğu partinin bugünkü yöneticileri ve milletvekilleri. Utanıyorum; olayı kişi seviyesine indirip, zihniyeti önemsemeyenlerden, Utanıyorum; belki de hayatlarında değil sağ partiye liberal partiye bile oy vermemiş seçmenine, şeriatçı zihniyete oy verin dayatması yapanlardan, Utanıyorum; kişisel menfaatlerini ülke menfaati önünde gören, Genel başkana biat ederek bu öneriye imza atanlardan; Utanıyorum; seçmeni kişiliksizleştirmeye çalışan ve onurunu ayaklar altına alanlardan; Utanıyorum; bu imzayı aday için atmadık, Genel başkanımız için attık diyen kulluğu ön plana çıkaran vekillerden; Utanıyorum; köy köy gezen ve bu konuda dayatma yapmaya çalışan, bunu da yaparken nerede ise Genel Başkan Atatürk’ü aday gösterse imza vermeyen vekiller ona da karşı çıkardı, imza vermeyenler genel başkana karşı gibilerden laflar eden vekillerden, Utanıyorum; bu ülkenin %76’sı tutucu diyerek adayımız doğru telkininde bulunan, fakat ülkenin % 100’ü kul iken onları birey, vatandaş haline getiren bir zihniyetin devamı olduğunu unutan vekillerden, Utanıyorum; düşüncesi olmayan, sorgulamayan, sormayan adayınız, adayımızdır diyen seçmenden, Utanıyorum; yüzdelerle konuşan ama mensubu oldukları partinin oy oranlarının % 40 ları geçtiğini düşünmeyen, bu düşüşün nedenlerini sorgulamayan, seçmenini aptal yerine koyan vekillerden, Utanıyorum; “oyları bölüyorsun” diyen kafa karıştırıcılardan; çünkü bu ülkede ilk kez denenecek olan iki turlu seçim sisteminde ilkokul öğrencisi matematik bilgisi ile bile Atatürkçü bir adayın olmasının iki şeriatçı ve bir bölücü adayın yanında, laik, demokratik insanların bu adaya oy vermek adına seçime katılımın yükseleceğini, ilk turda sonuçlanmayacağını, ikinci turda bölücülerle anlaşmaya gidecek olan tarafında milli duyguları daha ölmemiş diğer partilerden oy alabileceği gerçeğinin olması. Utanıyorum; Amerika’nın 60 lı yıllardan beri dayatmaya çalıştığı Ilımlı İslam modelini uygulama çalışmalarına Atatürkçü, laik, demokrat olduğunu iddia edipte bu çalışmalara ortak olanlardan, Utanıyoru; sanki ABD’ye başkan seçiyoruz da adayımızı oraya sorun diyen Parti Başkanından, Utanıyorum; belirledikleri adayla laik, demokrat, Atatürkçü insanları bölenlerden, Utanıyorum ABD’nin, emperyalizmin hizmetkarı olanlardan Bunları yazmayı kurgularken, CNN Türk’te Taha Akyol’un Eğrisi Doğrusu Programına çıkan çatı adayı adaylık sürecini anlattı. Öncelikle iki partinin önerisine teşekkür ettiğini, beni mazur görünüz dediğini, fakat AKP’de aktif görevdeki bazı dostlarının “Türkiye size görev veriyor” demeleri üzerine, madem Hak’tandır bu görev diyerek kabul ettiğini ve görüşmelere başladığını açıkladı. Yetmiş yıldır Atatürk’ü ağzına almayan ama bir günde Atatürkçü kesilerek takiyede yapsa Anıtkabri ziyarete giden çatı adayının bu açıklamaları ile utanması gerekenleri açıkça ifade etmesi belki de bilinçli bir davranıştı. Beni sizler değil, iktidarda ki yoldaşlarım ikna etti, ben sizlerin değil fikirdaşlarım sayesinde aday oldum, derken daha seçilmeden duruş ve zihniyetini açıkladı. Ulusalcıları bölme planını uygulayan kimmiş? Kimlermiş iktidarın hizmetinde olanlar ? Yorum sizlerin. Yine de akl-ı beşer nisyan ile malül olmayalım, önümüzdeki genel seçimlerde çatı adayını belirleyen her iki partinin imzacı vekillerinden kaçı yeniden aday gösterilecek, imza atmayanlardan aday gösterilecek mi ? Eğer ulusalcı 4. Bir aday çıkmazsa yine de oy kullanmayı, ama oy pusulasına Mustafa Kemal Atatürk yazarak sandığa atmayı, demokrasi diye diye demokrasiyi yok eden dayatmalara karşı tepkimi, kişiliğimi ve onurumu korumayı düşünüyorum.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

ŞİZOFRENİ ya da CİN ÇARPMASI

Yaklaşık bir buçuk aydır kesintisiz olarak köşeme aldığım 2011 Bristol-Myers Squibb Company and Otsuka Pharmaceutical Europe, Ltd. in girişimi ile düzenlenen Bipolar bozuklukla yaşamayı öğrenmek adlı yardımcı rehber umarım yararlı olur. Bu arada gazetemizin internet sitesinde ki problemlerden dolayı tümü gazetemizin internet sitesinde ne yazık ki yer almamıştır. Bu yardımcı rehberin tümüne http://ilhanvardar.blogspot.com.tr/ adresinden ulaşılabilir. * * * Son dönemde ülke gündemine oturan Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan akıl tutulması ülkeyi resmen bir tımarhaneye dönüştürdü diye düşünüyorum. Doğrular, yanlışlar bir düşünce kaosu yaratmış vaziyette. İnanılan, savunulan değerler, ayaklar altına alınmış, böylesine önemli bir konu kişilere indirgenir hale gelmiştir. Neler oluyor bize? Gerçekten aklımızı mı yitiriyoruz toplum olarak. O kadar düşünce kirliliği var ki bu konuda yeni kirlilikler yaratmak istemiyorum açıkçası. Ama nedenleri konusunda bu gün bir haber ve Basın açıklamasını yorumsuz paylaşmak istiyorum. “Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde görev yapan M. Kemal Irmak isimli profesörün uluslararası hakemli dergi Journal of Religion and Health'ın Haziran sayısında yayınladığı "Şizofreni ya da Cin çarpması" başlıklı makale bilim dünyasında tartışma konusu oldu. Profesörün bilimsel makalesinde şizofreni hastalarının cinler tarafından rahatsız edildiğini kabul etmesi ilginç bulundu. Meselenin bir başka ayrıntısıysa bilim değeri tartışmalı olan bu dergiye yazılacak bilimsel makaleler için TÜBİTAK'ın dünyanın en önemli bilimsel dergilerine verilen teşvikin neredeyse aynısını vermesi. Prof. Irmak, makalesinde beyne yerleşmiş cinlerin şizofreni semptomları oluşturabileceğini söylerken, bazı üfürükçülerin de hastalıkları tedavi ettiğini iddia etti. Tıp mesleğinin "cin çarpması" olasılığını artık hesaba katması gerektiğini savunan Irmak, doktorların "dini şifacılar" ile birlikte çalışması gerektiğini söyledi. Prof. Irmak'ın makalesinden bir bölüm şöyle: "Halüsinasyon problemine karşı geliştirilebilecek bir yaklaşım, cinli bir dünyanın varlığı ihtimalini düşünmek olabilir. Cinler bütün ana dinlere göre, var olduğu ve insanları ve insanların vücutlarını yönlendirdiği düşünülen görünmez varlıklardır. Cinlilik durumu, sanrılar ve halüsinasyonlarla birlikte gözlemlenen ruhsal bozukluğun yarattığı bir dizi tuhaf davranış olarak yorumlanabilir. Bu nedenle şizofrenideki halüsinasyon, cinlerin gerçek görüntüsünden kaynaklanan yanlış bir yorum/yanılsama olabilir. Bulunduğumuz bölgedeki bir üfürükçü, şizofreni hastalarının iyileşmesine yardımcı olmaktadır. Tedavi yöntemi, hastaların 3 ay içinde görünen semptomlardan kurtulduğu düşünüldüğünde başarılıdır. Bu nedenle tıp insanlarının üfürükçülerle çalışmaları, şizofreni için daha faydalı bir tedavi yolu sunmaktadır." Uluslararası bilimsel puanı oldukça düşük olan dergiye TÜBİTAK'ın verdiği teşvikin yüksek olması da meselede dikkat çeken bir başka ayrıntı. Odatv.com-06.06.2014” TPD Basın Açıklaması:"Şizofreni biyolojik bir beyin hastalığıdır" Basın ve Kamuoyuna Şizofreni, genellikle genç yaşlarda başlayan, kişinin dış dünyadan uzaklaşarak içine kapandığı; duygu, düşünce ve davranışlarında önemli bozuklukların ortaya çıktığı, beynin yapı ve işleyişinde değişiklerin saptandığı, kronik seyirli biyolojik bir beyin hastalığıdır. Bu hastalarda gerçek dışı algılar ve düşünceler, toplumdan uzaklaşma, öz bakımda, düşünce üretiminde, soyut düşünme becerisinde ve duygusal ifadelerde azalma sık görülen belirtilerdir. Şizofreni belirtisi gösteren hastalar insanlık tarihinde çok eski çağlardan beri tanımlanmış olup, orta çağ Avrupa’sında içine şeytan girdiğine inanılarak diri diri yakılmışlardır. 19. Yüzyılın başlarından itibaren tıpta araştırma yöntemlerinin gelişmesiyle hastalığın nedenlerine, seyrine ve tedavisine yönelik araştırmalar artmış ve 1950’li yıllarda antipsikotik ilaçların keşfiyle tedavi edilebilir bir hale gelmiştir. Günümüzde tıp bilimi hastalıkların tedavilerini bilimsel kanıtlara dayandırmak zorundadır. Bu kanıtlar, bilimsel çalışmalar sonucunda elde edilir. En güçlü kanıtlar o alanda yapılan çok sayıda çift-kör kontrollü çalışmanın verilerinin gözden geçirildiği metaanaliz çalışmalarından sağlanır. Olgu sunumları ve uzman görüşleri de daha az değere sahip olsa da, bilimsel birikime katkıda bulunabilirler.Prof. Dr. M. Kemal Irmak’ın “Journal of Religion and Health” isimli derginin Haziran sayısında yayınlanan "Şizofreni mi, cin çarpması mı?" başlıklı makalesinde ileri sürülen görüş herhangi bir bilimsel kanıta dayanmadığı gibi, kendisi histoloji ve embriyoloji alanında çalışmakta olan bir araştırmacı olarak, psikiyatrik bir hastalıkla ilgili görüş bildirmesi de kabul edilemez. Bu nedenle, bu makalenin bilimsel bir değeri yoktur. Bunun yanında, Prof. Dr. M. Kemal Irmak’ın TÜBİTAK Araştırma Destek Programları Başkanlığı Sağlık Bilimleri Araştırma Destek Grubu Yürütme Komitesi Sekreterliğini yürütüyor olması da ülkemizin bilim yaşamı açısından kaygı vericidir. Tüm tıbbi hastalıklarda olduğu gibi şizofrenide de erken tanı ve tedavi hastalığın iyileşmesi açısından çok önemlidir. Bu tür bilimsel gerçeklikten uzak bilgiler çare arayışı içinde olan hastaların ve hasta yakınlarının yanlış yönlenmesine ve dolayısıyla tıbbi tedaviye geç başvurmalarına neden olmaktadır. Bu da hastalığın seyrini kötüleştirmekte, komplikasyonların ortaya çıkmasına neden olmakta ve iyileşmeyi zorlaştırmaktadır. Saygılarımızla TPD Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar Çalışma Birimi Türkiye Şizofreni Dernekleri Federasyonu

BİPOLAR BOZUKLUKTA İLERİ DESTEK (*)

‘Sağlık kitaplarını okurken dikkatli olun. Hatalı baskı yüzünden ölebilirsiniz.’ Mark Twain (Amerikan Yazar 1835-1910) Uluslar arası gruplar Avrupa ruh sağlığı hastaları aileleri birliği federasyonu (EUFAMI) EUFAMI tüm Avrupa’daki ruh sağlığı hastaları aileleri destek birliklerinin temsilci kuruluşudur. EUFAMI şiddetli akıl hastalıklarından etkilenen ailelerin ve bakımverenlerin huzuru ve çıkarlarını geliştirmeye çalışır. Avrupa ulusal ya da yerel aile birlikleri hakkındaki bilgilere internet sitesinden ulaşabilirsiniz. www.eufami.org GAMIAN-Avrupa: Avrupa çapında hastaların yürüttüğü ruhsal hastalıklardan etkilenmiş kişilerin çıkarlarını temsil eden ve haklarını savunan bir kurumdur. www.gamian.eu Dünya ruh sağlığı federasyonu: Ruh sağlığını geliştirmek için kurulan uluslar arası organizasyon. www.wfmh.org Ulusal gruplar Bipolar Yaşam Derneği: Bipolar bozukluğun (Manik Depresif Hastalık ) tanınması, hastaların yaşam kalitesini ve tedavinin başarısını arttırmak, bipolar hastalar ve yakınlarının bu hastalık konusundaki bilgi ve hastalıkla başa çıkma becerilerini artırmak, toplumun bipolar bozuklukla ilgili farkındalık ve bilgi düzeyini artırmak, bu hastalık konusundaki yanlış inançlar, yaftalama, ayrımcılık ve dışlama eğilimlerini düzeltmek, bipolar bozukluklarla ilgili ulusal ruh sağlığı, politikaları ve yasal düzenlemelerin geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla 2007 ’de İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D., Duygudurum Bozuklukları Biriminin katkılarıyla kurulmuştur. Dernek internet üzerinden bilgi paylaşımı, forum etkinlikleri yapmakta ve aralıklı olarak uzmanların konuşmacı olarak katıldığı bilgilendirme toplantıları düzenlemektedir. www.bipolaryasam.org Lityum Derneği: Dokuz Eylül Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı işbirliği ile kurulmuştur. www.lityumdernegi.org Doktorunuza sorabileceğiniz sorular - Sizce neden benim bipolar bozukluğum var? - Daha sonra ne olacak? İleri tetkiklere ihtiyaç var mı? - Bir uzmana yönlendirilmeli miyim? - Bilgi edinebileceğim internet siteleri ya da yerel destek grupları önerebilir misiniz? - Hangi tedaviyi önerirsiniz, ve neden? - Bu tedavi nasıl yardımcı olacak? - Tedavinin yan etkileri var mı? - Bu tedavi işe yaramazsa ne olacak? - Psikoterapiye ihtiyacım var mı? - Acil bir durumda kiminle iletişime geçeceğim? Aile üyelerinin ve bakım verenlerin sorabileceği sorular - Bipolar bozukluk hakkında daha fazla bilgiye nereden ulaşabiliriz? - Yardım etmek için neler yapabiliriz? - Yakınımızın tedavisi hakkında bilgi verir misiniz? - Nereden aile terapisi alabiliriz? - Bakımveren destek grubu önerebilir misiniz? - Parasal konularda desteğe ihtiyacımız olursa buna nasıl ulaşabiliriz? - Biz tükendik. Bir süreliğine bakımı sağlayabilecek kurum/kişiyi nasıl ayarlayabiliriz? - Kriz ya da tekrarlama durumunu engellemek için yapabileceğimiz bir şey var mı? - Hastalığın kriz durumuna hazırlık için ne yapabiliriz? - Kriz ve ya tekrarlama durumunda ne yapmalıyız? - Kriz ve ya tekrarlama durumunda kiminle irtibata geçmeliyiz? - Yakınımızın tedavisi hakkında sizinle doğrudan irtibata geçebilir miyiz? Duygudurum günlüğü Hergünki duygudurumunuzu en iyi tanımlayan durumu işaretleyin Her günün sonunda birkaç dakika bunları not edin. Bir dahaki randevunuzda da doktorunuzla bunları gözden geçirin. Manik Çok Şiddetli: (kontrolümü kaybetmiş gibi hissediyorum: ailem ve arkadaşlarım tıbbi yardım almam konusunda ısrar ediyorlar) Şiddetli: (odaklanamıyorum: diğerleri bana kızıyor, benden usanıyor) Orta: (bir şeyler yapmaya başlıyorum ama bitiremiyorum: daha çok enerjim var ve uyku ihtiyacım azaldı) Hafif: (daha sosyal ve konuşkanım: kendimi daha üretken hissediyorum) Normal ruh hali (kendimi manik ya da depresif hissetmiyorum) Depresyon Hafif: (kendimi hafif yorgun ve mutsuz hissediyorum: işleri güzelce yapabiliyorum) Orta: (hiçbirşeyle ilgilenemiyorum: bir şeyler yapmak için ekstra gayret göstermem gerekiyor) Çok Şiddetli: (içime kapandım: işten/okuldan geri kaldım Şiddetli: (hiçbirşey yapamıyorum ya da intihar düşüncelerim var: ailem ve arkadaşlarım tıbbi yardım almam konusunda ısrar ediyorlar) Bugün önemli bir şey oldu mu? İlaçlarınızı kullandınız mı? İlaçların isimleri Günlük dozları Günde kaç tane kullanılacağı Dün gece kaç saat uyudunuz? Kadınlar için: Adetinizin kaçıncı günü? Belirtiler ve Uyarıcı İşaretler Mani Belirtileri Depresyon Belirtileri -Kendine güven artışı -Yargılamanın bozulması -İritabilite(kavgacılık, sinirlilik) -Gergin ya da ani hareketler -Uyku ihtiyacının azalması -Enerji artışı -Aşırı para harcama -Becerileri ile ilgili gerçekdışı inanışlar -Libido (cinsel dürtü) artışı -Konuşma hızı ve içeriğinde normale göre artış -Yabancılarla tartışmaya başlama -Öfori (aşırı coşku), hayalperest ve hiç olmadığı kadar iyi hissetme -Çok gülme (komik olmayan şeylere bile) -Pek çok yeni ve heyecan verici fikirlere sahip olma -Bir düşünceden diğerine atlama -Odaklanma güçlüğü(konsantrasyon kaybı) -Düşünmeden hızlı kararlar verme -Pek çok değişiklik ve plan yapma -Geceleri geç saatlerde diğerlerini telefonla arama -Çok fazla alkol tüketme ya da ilaç kötüye kullanma -Üzgün, sıkıntılı ya da boş hissetme -Tüm ya da neredeyse tüm etkinliklere karşı ilgi ve isteğin kaybolması -Baş etme güçlükleri -İyi düşünememek-unutkan olmak, düşüncenin yavaşlaması -Uykuya dalmakta güçlük ve erken uyanmak -Uyku artışı. Tüm günü yatakta geçirmek -Belirgin kilo arştı ya da kaybı -Artmış ya da azalmış iştah -Enerji yoksunluğu -Çoğu zaman yorgun hissetme -Aşırı endişelenme ve tükenmiş hissetme -Fiziksel sağlığın bozulması -Dış görünüşünü ihmal etmek tuhaf ya da uygunsuz giyinmek -Kişisel bakımını, temizliğini ihmal etmek -Günlük rutin işleri yapmakta yetersizlik -İntihar düşünceleri -Odaklanamama-kitap okumada güçlük, TV bile izleyememe (*) Bipolar bozuklukla yaşamayı öğrenmek (Yardımcı Rehber) - Bristol-Myers Squibb Company işbirliği ile Otsuka Pharmaceutical Europe, Ltd. Tarafından yayınlanmıştır. 2011