13 Haziran 2013 Perşembe

NARSİSİSTMİSİNİZ ?

Narsisizme adını veren Narkissos’un birde aşk hikayesi var. Narkissos, ırmak ilahı Kephissos ile arındırıcı suların bekçi perisi Liriope’nin oğlu olarak doğar. Bir kahin, ebeveynine Narkissos’un dünyada, kendi yüzünü görmediği sürece yaşayacağını bildirir. Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda 'eko' dediğimiz yankılara dönüşür. Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve Narkissos'u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergisçiçeklerine dönüşür. Daha yaygın Narsizm, olarak adlandırılan Narsisistlik Kişilik Bozukluğuna muzdarip çevrenizde pek çok insan vardır. En ünlülerinden ilk sıraya sanırım Adolf Hitleri koyabiliriz. Ardından Josheph Stalin’i. Tüm siyasi muhalefet Stalin döneminde ortadan kaldırıldı. Stalin bu nedenle güç, kontrol, prestij ile meşgul olurken ayrı düşünen herkesi hapse yada Gulak Takım adalarına sürdü. Hatta bir tehdit olduğunu hissettiği LeonTroçki’yi öldürmek için Meksika’ya uşaklarını gönderdi. Josheph Mengele. Bu doktor İkinci Dünya Savaşı sırasında 'Ölüm Meleği' olarak biliniyordu. O görkemli fikirleri, irrasyonel düşünceleri insanlar üzerinde deneyerek , özellikle insanları kendi sadist sömürü objesi olarak görüyordu. TedBundy olarak bilinen Theodore Robert Bundy. Bu psikopat seri katilin büyüklük ve manipülasyon gibi bir dizinarsist özellikleri vardı.Ayrıca bencil ve halkın gözü önünde olmaktan keyif aldığını belirtiyordu. Otuzdan fazla cinayet işlediğini itiraf etmiş ve seri katil terimi ilk kez onu tanımlamak için ortaya atılmıştır. 1989’da elektrikli sandalyede infazı yapıldı. Ayrıca, Eva Peron, Saddam Hüseyin, Casanova, Marguis de Sade, kalp cerrahı ChristianBarnard, Peter Sellers gibi diğer şüpheliler olarak Margaret Thatcher, Madonna, Paris Hilton, Sharon Stone, İkeTurner, Donald Trump gibi ünlüleri sayabiliriz. Psikolog Dr. Jean Twenge'yegöre narsisizmin hızla yayıldığının bir göstergesi, İnternetteki sosyal platformların icadıyla yaygınlaşan gerçek olmayan imajlar; zengin görünmeyi ve hatta hissetmeyi kolaylaştıran bankaların dağıttığı hızlı krediler; okullarda bol keseden dağıtılan iyi notlar; artık ortalıklarda dolaşmaya başlayan ve gittikçe artan niteliksiz ünlüler; insanların artık daha büyük evlerde yaşama isteği; estetik cerrahi pazarının büyümesi... vb. istekler olarak tanımlamıştır Amerikalı psikolog W. KeithCampbell ile narsisizmi daha derin biçimde incelediği Kaknüs Yayınlarından çıkan ve "Asrın Vebası: Narsisizm İlleti" adıyla Türkçe'ye çevrilen kitaplarında.. Narsisizmin düzeyini belirlemek için psikologların genellikle kullandıkları yöntem, California Üniversitesi bünyesindeki Kişilik Değerlendirme ve Araştırma Enstitüsü'nde 1980'lerde hazırlanan bir endeks. Narsisistik ifadeler taşıyan ve taşımayan 40 çift cümleden oluşan bir tür test... Testin kısaltılmış bir versiyonu kitapta da yer almıştır. İşte o test : 1 - A. Dünyayı yönetme düşüncesi beni çok korkutuyor. B. Dünyayı ben yönetsem, çok daha iyi bir yer olurdu. 2 - A. Kalabalığa karışmayı tercih ederim. B. İlgi odağı olmayı tercih ederim. 3 - A. Hayatımı istediğim şekilde yaşayabilirim. B. İnsanlar hayatlarını her zaman istedikleri gibi yaşamazlar. 4 - A. Vücudumla gösteriş yapmaktan hoşlanmam. B. Vücudumla gösteriş yapmak hoşuma gider. 5 - A. Tüm hak ettiklerimi elde edinceye kadar asla tatmin olmayacağım. B. Hak ettiklerim gerçekleştikçe mutlu olacağım. 6 - A.Çoğu insandan daha iyi ya da daha kötü değilim. B.Özel bir insan olduğumu düşünüyorum. 7 - A. İnsanları yönlendirmek bana kolay geliyor. B. İnsanları yönlendirdiğimin farkına varmak hoşuma gitmiyor. 8 - A. Gösteriş yapmamaya çalışırım. B. Fırsat yakalarsam genellikle gösteriş yaparım. 9 - A. Ben de başkaları gibiyim. B. Ben sıra dışı biriyim. 10 - A. Başkaları üstünde hüküm sahibi olmaktan hoşlanıyorum. B. Emirlere uymaya itirazım olmaz. PUANLAMA 3, 5, 7 ve 10. sorularda her 'A' şıkkı için; 1, 2, 4, 6, 8 ve 9. sorularda her 'B' şıkkı için kendinize 1 puan verin. - 0-3 puan: Narsisizm puanınız düşük. - 4-5 puan: Ortalama üniversite öğrencisinin narsisizm puanı, ancak 40 yaşından büyükseniz ortalamanın üzerinde... - 6-7 puan: Her yaş ve grup için ortalamanın üzerinde. - 8-10 puan: Alarm zili! Ortalamanın epey üzerindesiniz, kendinize dikkat edin!

10 Haziran 2013 Pazartesi

NARSİSİZM (ÖZSEVERLİK)

Bu köşenin amacı olan Beyin rahatsızlıklarına dönerek, önemli gördüğüm narsisizm hakkında kısaca bilgiler vermek istiyorum. Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları mevcuttur. Sigmund Freud; Narsisizmi ‘Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi’ şeklinde açıklamıştır. Yani libidonun büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanması ve daha sonra nesnelere yönlendirilmesi; fakat kolaylıkla tekrar soyutlanarak egoya yönlenmesi durumudur. Bebek dış dünya ile ilişki kuramadığı erken bebeklik döneminde gerçek bir narsisizm durumu içindedir. Libido dış dünyaya yönlendirilmemiştir. Bebeğin nesneleri 'ben olmayan nesneler' olarak algılaması aylar alır. 'ben' ve 'ben olmayan' arasında bir ayrım yapamaz. Dış dünyaya ilgi duymuyordur ve dış dünyada bile değildir. Bebek için tek gerçek kendisidir. Acıkması, susaması, üşümesi bebek için tek gerçekliktir. Bu durumu 'birincil narsisizm' olarak tanımlanır. Bebek büyüdükçe dış dünya ile ilişkileri artar ve dış dünya kurallarını öğrenir. Giderek libidosunu nesnelere yönlendirir; nesne sevgisi ve giderek nesnel düşünce ağırlık kazanır. İnsan her ne kadar libidosuna nesne bulabilse de mutlaka görece olarak bir ölçüde narsisist kalır. Bu durumu 'ikincil narsisizm' olarak tanımlanmıştır. Narsisizm insan için yaşamını sürdürebilmesi açısından bir ölçüde gereklidir. Bazı durumlarda; kişinin narsisizmi toplum için, hatta kendi akıl sağlığı için makul oranlarda değilse; kişi akıl hastalıklarıyla karşılaşabilir. Önemli psikiyatrik rahatsızlıklar olan nevroz, paranoya hatta psikozda narsisizm etkileri görülmektedir. Birincil narsisizmde bebek dış dünyanın ayrımına varmamışken; ikincil narsisizmde dış dünya gerçekliğini yitirmiştir. Narsisizmin çok özel bir türü de; Roma sezarları, Mısır firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirlerkendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur. Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynıNarkissos(*) gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile haketmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarini anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarinin zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik tablolara girerler. Peki kimdir bu Narsistler?Tanımlardan da anlaşılacağı gibi bunlar son derece bencil ve ben merkezci kişilerdir. Çevrelerinde bir hayran kitlesi oluşturmayı hedefler ve ne yazık ki çoğunlukla başarırlar da. Övgüyle beslendikleri için sadece onları övenleri, övdükleri sürece etraflarında tutarlar. Amaçları için başkalarını kullanır ve atarlar. Narsist kendini başkalarından farklı görür. O, farklı ve özeldir. Diğerlerinden daha akıllıdır, güçlüdür, güzel veya yakışıklıdır. Bu nedenle başkaları ona tapmalıdır. O hata yapmaz. Hata varsa asla onun suçu değildir. Narsistler eleştirilmeye hiç gelemezler. Eleştirene düşman kesilirler. Başkalarının ne dediğinin bir önemi yoktur. Başkalarının duygularına ve acılarına anlayış göstermezler. Onlara göre bir kişi acı çekiyorsa, bu onun kendi suçudur. Aslında….Narsistlerin görünen yüzünde bunlar var. Gerçekten böyle mi? Narsist aslında kendini dev aynasında gören ve gösteren bir cücedir. İçten içe yaşadığı ve üstesinden gelemediği için bastırdığı aşağılık kompleksinin esiridir. Sürekli onu yenmeye çalışır. Yenmesini yolunu da kendini ve yaptıklarını yüceltmekte bulmuştur. Narsist, yalan söyler, hikaye uydurur. Ama en büyük yalanı kendinedir. Yalnızlıktan kıvranırken bile başkalarını terk ederek, yalnız bırakarak hayattan intikamını alır(tabi kendince). İkili ilişkilerinde ezen ve hükmeden taraftır. Bunları yaşayacağı kişi yoksa saldırganlaşır, “sözel sadist”tir. Sürekli aşağılar, iğneler,imalarda bulunur. Sözel şiddetiyle, iktidarını korur. Sürekli “en” olmaya çalışmak ve dikkat çekmek onların ruhlarını çok yorar ama bunun farkına bile varamazlar. Eksiklikleriyle yüzleşemedikleri için kolay olan yolu seçerler;yokmuş gibi yaparlar. Ortada bir sorun yoktur ve olmamıştır. Yıprandıkça yıpranırlar ama çevrelerine azap çektirmeye de devam ederler, kendilerine de. Kendilerini değerli hissetmek için başkalarını değersizleştirip dururlar. Başkalarına ihtiyaçları yok gibi görünmeleri bir aldatmacadır. Başkaları üzerinden kendi benliklerini inşa ederler. Yani o hep küçümsediği “ötekiler” olmadan ne yazık ki narsist var olamaz. Benliği hep eksiktir.Başkasını ezerek ancak kendini sevebilir. Kendini sevebilmesi için diğer insanları aşağılama ya da küçümseme zorunluluğu duyarlar. Aslında sevgi ve ilgi açlığı içinde büyümüşlerdir. Sevginin dolduramadığı benliklerini başka yanlarını abartarak doldurmaya çalışırlar. Kernberg (1975); narsistik hastaları incelediğinde bu hastaların geçmişlerinde örtük, sözel olmayan ancak yoğun ve incitici bir agresifliğe sahip; kronik olarak soğuk, duyarsız, ilgisiz, görünüşte iyi işlev gören bir anne figürüne sıkça rast geldiğini belirtir. Bu kişiler, çoğunlukla nesnel olarak fiziksel güzellik; özel, üstün bir yetenek, zekâ vb. gibi gerçekten de diğerlerinin hayranlığını uyandıran bazı doğal fiziksel ve zihinsel niteliklere sahiptirler. Bu ayırt edici özellikler, çocuğu annenin sevgisizliğinden, ilgisizliğinden, nefretinden; yaniagresifliğinden koruyucu bir işlev görürler. Narsistler kendilerini hasta olarak görmezler ve asla psikoloğa gitmeye yanaşmazlar. Gitseler bile bu sadece bir kere de kalır. Geliş nedenleri de kendilerindeki bu durum değil;yaşadıkları depresyon ya da ilişki problemleridir. Narsizm her zaman vardı. Ancak özellikle son yıllarda, bir artış gösterdiği görülmektedir. Bunun psikolojik nedenleri kadar başka nedenleri de var; paylaşma ve aidiyetlik duygusunu veren aile bağlarının çözünmesi, kapitalizmin, insanı “tüketici “düzeyine indirip tükettiği müddetçe var sayması, reklamların sürekli “daha fazlasını hak ettiğimiz”i söyleyen cümleleri, iş hayatında rekabet ekseninde sürekli daha iyi olunduğunu ispatlama çabası narsizmi besleyen ve kuvvetlendiren şeyler. Narsistlerin içindeki canavar ona çanak tutanlarla büyür. Bu nedenle “Dünya kötüyse, bu Don Kişotların değil SançoPanzaların suçudur.” (*)NarkissosYunan mitolojisinde Narkissos adıyla sözü edilen, adını narsizme, narkoza, bir çiçek familyasına (nergisgiller) ve bir çiçeğe vermiş olan Narsis (ya da Narkissos), Klasik Mitoloji'deki bir kahramandır. Kısacası su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Kaynakça : Wikipedia, Kernberg O. F.(1975). BorderlineConditionsAndPathologicalNarcissism. New York: JasonAronson, Uzman Psikolog Reyhan Algül

9 Haziran 2013 Pazar

GEZİ PARKI ve ÖTEKİLEŞTİRME

“Günün birinde kocaman bir karga yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da yeşile boyadı. Bir karga sürüsünün kulübemizin üzerinden geçtiğini görünce koy verdi kurbanını. Aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş başladı. Siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu havada. Kargalar yükselmeye başlamıştı birden, kurbanımızın döne döne tarlalara düştüğünü gördük. Kuş yaşıyordu hala. Gagasını açıp kapıyor, kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna. Kardeşleri gözlerini oymuşlardı.” Jerzy Kosinski, “Boyalı Kuş” romanında, ‘ötekileştirme’yi böyle tanımlıyor. Ötekileştirme, kendinden farklı görülen diğer insanları aşağılama, değersizleştirme ve düşman haline getirmektir. Üç temel adımda gerçekleştirilir. Bölme, değersizleştirme ve ahlaki dışlama. Psikanalitik düzlemde ise Lacan, öteki’yi üç temel başlıkta tartışıyor: İlki, bir ayna evresinin sonucu olarak, simgesel öteki: Bir çocuğun kendini aynada ilk gördüğü andan itibaren ben’i inşa etmeye başlaması ve biyolojik kimliğinden kopuşu olarak özetliyoruz. İkincisi, öznel olmayan kurallar bütünüyle sosyal varoluşumuzun esası olan yasalar: Leibniz etiğinde bu düzlemin Tanrı gibi mutlak olduğunu kavrıyoruz. Sonuncusu ise, herkes için tehlike potansiyeli taşıyan, biz’im dışımızdaki, ‘diğeri, beriki’ olan öteki. “Psikanalitik açıdan baktığımızda aşağılanma, incinme, öfke ve intikamın birbirini izleyen süreçler olduğunu görürüz. İster bir bireyin, ister bir grubun aşağılanması, değersizleştirilmesi, adaletsiz davranılması o kişi ya da grupta incinme, öfke ve intikam duygularına yol açar. Ayrıca birey, bir grup içinde yer aldığında bireysel davranışlarından farklı da harekete geçme özelliği kazanır. Tüm bu bilgilerin ışığında, gerek ilkel savunma düzenekleriyle harekete geçen bireysel ötekileştirmeler, gerek kitle psikolojisiyle devinen ötekileştirme ve düşman yaratma eylemleri, hem bireyi hem toplumsal yapıları ciddi ölçüde incitir, örseler ve şiddetin doğuşunun temellerini oluşturur. Oysaki hem bireysel hem de toplumsal farklılıkları kabul ederek ve farklılıklara saygı duyarak yaşamak hem bireyin hem de toplumun zenginliğidir.” (Psikiyatr Dr.Nur Ergindeniz) “Bir insan topluluğunu yıkıp geçen ve doğasını bütünüyle gerçekleşmesini engelleyen tek bela ve tek sakatlık yalnız kalmaktır.” (levi strauss, 1997) Demek ki merak ve korkuyla başlayan süreç birçok defa birbirini tanıma ve kabulle devam edebilmiş ve bu sayede büyük medeniyetlerin temelleri atılmıştır. Başkalarının bizim gibi olmasını, bizim gibi düşünmesini, kısacası bize tabi olmasını ve bizden bağımsız özgür ve özgün varoluşuna saygısız davranmayı doğru gördüğümüzde, ötekileştiririz ötekini. Ötekileştirme, kişiler arasında problemler yarattığı gibi, toplumlar ve kültürler arasında da aynı şey söz konusudur. Aslında sorun ötekinin varlığı ile ilgili değil, onunla gerçekleştirilecek ilişkinin niteliğidir. Bir devleti totaliter veya demokratik hukuk devleti yapanda öteki olarak algılananlara karşı yürüttüğü politikalarla ilgilidir. Bir devlet öteki olarak algılananlara karşı üç değişik politika geliştirebilir. 1) Asimile etmek 2) Yok etmek 3) Olduğu gibi kabul etmek. Birinci ve ikinci tavır totaliter devlet modelleri ve her türlü askeri ve yarı askeri diktatörlüklerde görülür. Üçüncü tavır ise demokratik hukuk devletlerinin temelinde olması gereken tavırdır. Ötekileştirmenin altında yatan asıl neden, kendi ayrıcalıklı ve seçkin durumlarının devamını isteyen sınıfların, var olan maddi eşitsizlik yapısını devam ettirme şekli olarak kendinden olmayanları aşağı görmesinin gerekliliğidir. Heinz Kohut’a (1972) göre, ötekine karşı duyulan saldırganlık ve öfkenin temelinde yaralı bir öz/benlik vardır, bu da gelişim süreçlerinde gerekli ihtiyaçların sağlanmamış olmasından kaynaklanan narsisistik bir öfkedir. Grupların narsistik öğelerine değinen Moses da (1982),‘ötekiler’i saldırgan olarak görme ve tanımlamanın temelde kollektif bir savunma mekanizması olduğuna değinir. Son dönemlerde ülkemizde yaşananlar ve Gezi Parkı direnişlerinin yansımalarında “ötekileştirme”’nin etkilerinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, ülkenin tüm değerlerinin talan edildiği, satıldığı, çevreye, doğaya saygısızca politikalar üreten yönetenlere karşı direnmeyen ve apolitik bir gençlik olarak eleştirdiğimiz gençlerimizin bir simge olarak 3-5 ağacı korumadan başlayan kıvılcımın ateşinin altında “ötekileştirme”nin en büyük neden olduğu, yukarıdaki anlatmaya çalıştığım araştırmalardan ortaya çıkmaktadır. Yönetenlerin hala iddia ettiği gibi siyasal bir direnişten ziyade, yaşam tarzlarına, değerlerine saldırıp incitmek, dayatmalarda bulunmak, demokratik taleplerini göz ardı etmek, kısacası ötekileştirmek, bunu hükümet politikası haline getirmek, günlük yaşamda farklı düşüncelere sahip olsalar da kitle psikolojisi ile tek vücut olmalarına neden olmuştur. İnsanlık tarihi kadar eski ve kapsamlı olan ötekileştirme’yi, bazı basit nedenleri ve yansımalarına çok kısa olarak değinmek sadece fikir verme amacı gütmektedir. Yoksa insanlık tarihinin yaşadığı acılar, zülümler, savaşlarda hep bir “öteki” vardır. Demokratik hukuk devletlerinde “olduğu gibi kabul etmeyi” başaramazsak, gelecekte de tarih yazacak olanlar “ötekilerin” acılarını anlatan hikayelerinden başka yazacak bir şey bulamayacaktır.

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ HÜKÜMETE UYARI

BASIN AÇIKLAMASI Bugün köşemde Türkiye Psikiyatri Derneğinin, ülkemizde son günlerde yaşanan olaylar karşısında, 2 Haziran 2013 tarihli Basın Açıklamasına yer vermek istiyorum. “6 gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler; insanların devletin kendi yaşama tercihlerine müdahale etmesine, hükümetin kendi politik inançları doğrultusunda tüm toplumun yaşam tarzını düzenleme çabalarına, ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının tüm doğa varlığının daha çok ‘kazanç’, daha çok ‘yatırım’ uğruna yok edilmesine ve Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla, bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla kendi halkına yaptığı zulümlere, verdikleri bir yanıttır. Demokrasilerde hükümetler sadece kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın yararını göz önünde tutmak zorundadır. İktidarlar, halklarının kendilerine biat etmesini talep edemez tam tersine halkın taleplerini demokratik yollarla dile getirmesini desteklemekle yükümlüdür. Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin takipçisi olmaya çalıştık. Bilge Köyü’ndeydik, Uludere’deydik, Reyhanlı’daydık. Tüm travma mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya, seslerini duyurmaya çalıştık. Uygulanan vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini ortaya koyduk. Dereleri, köyleri yok edilen insanların yasına ortak olduk. Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının açtığı yaraları, sosyal dışlanmayı, ayrımcılığı anlatmaya çalıştık. Kadınların tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla düzenlenmesine itiraz ettik. Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin vermesi gerektiğini savunduk.

BİR KAZA ve TOPLUMSAL ANOTOMİSİ ya da VEKİLLERİMİZE SORU ÖNERGELERİ

Yer, Kırklareli’nin işlek caddelerinden biri. Öğlen saatleri. Okul önü. Dersine yetişmeye çalışan öğrenciler. Yaya geçidinden geçerken öğrencilere yol veren bir araç. Fakat trafik kuralları gereği yaya geçidi kurallarına uymayan bir motosiklet, hızla öğrencinin birine çarpıyor. 15 yaşındaki öğrenci motorsikleti farkettiği anda kendini yere atsa da çarpmadan kurtulamıyor. Çarpan da kendi yaşlarında bir genç. Çarpan, panik yada hatalı olmanın suçluluğu ile olay yerinden hızla uzaklaşıp kaçıyor. Çevrede ki esnafın ve polisin yardımı ile bacaklarında ki ezik ve sıyrıklarla olay mahalline en yakın Devlet Hastanesine götürülüyor kazazede. X X X Yer, Kırklareli Devlet Hastaanesi. Trafik kazası geçirdiğini söyleyen ve yürümekte zorluk çeken 15 yaşında bir çocuk. Zorlanarak ta olsa yürüyerek girdiği için kayıt alması söylenerek kayıt bankosunda sosyal güvencesinin olup olmadığı araştırmasından sonra kayıt alarak gerekli müdahelelerin yapılması. Peki;2918 Sayılı Trafik Kanunu kağıt üzerinde kalması için mi çıkarıldı. Bu kanun her hangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi en kısa sürede hastaneye yetiştirilmek ve gereken tedavinin yapılması hükümlerini içeriyor. Ve en önemlisi; Yönetmeliğe göre, hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin maddi durumu, sosyal güvencesinin olup olmadığına ve hastanın özelliğine bakmadan gereken tedaviyi ve müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorunda. Özel hastane olsa anlarımda, Devlet Hastanesinin kanundan “bihabermiş” gibi davranması affedilecek gibi değil. Daha da vahimi o genç kafa tramvası geçirmiş olabilir. O kayıt için geçen sürede fenalaşabilir. Bunun sorumluluğunu kim üstlenecek.? Gencin Sosyal Güvencesi olmasa idi tıbbı müdahele yapılmayacak mıydı.? X X X Yer olay mahalline yakın bir semt karakolu. Bir önceki gün gerçekleşen kaza ile ilgili olarak, kazazedenin yaşı küçük olduğu için karakola davet edilen velisi. Saygılı bir karşılama, çay ikram edilmesi ve kaza tutanağının tutulması. Fakat ilginç olan, odaya girdiğinden beri bakışları ile rahatsız olduğunu ifade eden bir başka polis memurunun, tutanağı tutan polis memurunun önünden vatandaşın kimliğini alarak GBT’sine bakması. Ülkemizde GBT, bir yönergeyle yapılıyor. Bu yönerge yayınlanmadığı için her karakola gidenin GBT si yapılıyor mu öğrenemedim. Fakat GBT sorgusu ile ilgili adli mevzuatta şöyle bir madde var. “ Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunduğu durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebi bulunması gerekir.” Acaba bu makul sebep, vatandaşın yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, saçını uzatması, arkadan bağlaması, düzgün konuşması kısacası dış görünüşü olabilir mi? Bilemiyorum. X X X Aynı gün. Yer Kırklareli. Festivalin sürmesi nedeni ile muhalefet partilerinin önemli Milletvekillerinin ve kentin vekillerinin kenti ziyareti. Önce, partililerle görüşme ardından festival kortejine katılım. Televizyonları açıyorsunuz Gezi Parkında sembolik vekiller. !? Ne zaman; basının olduğu yerlerde. Sözde halkla bütünleşme, sorunların çözümü için biz buradayız deme. Vatandaştan ihbar gelirse mecliste bir soru önergesi ver, görevini yapmanın verdiği rahatlıkla halkın karşısına geç. Her gün yüzlercesinin olduğu, çoğu ölümlerle sonuçlanan ama yukarıda anlattığım ufak ezik ve sıyrıklarla atlatılan bir kazanın yansımalarını anlattım kısaca. Ve yaşanan sorunları. Ülkemin dört bir köşesinde yaşanan sorunlar. Eğitimsiz, belki de ehliyetsiz bir çocuğa motosiklet veren aile, işveren, vb, her şehirde şikayet edilen motosiklet vakaları, kanundan “bihabermiş” gibi davranan devlet hastanesi, yayınlanmamış bir yönergeye göre yapılan uygulamalar. Daha da önemlisi, şiddetin ölümle sonuçlanmayan vakalarının görsel basına yansımaması, şiddetin olmadığının göstergesi değil. Bu kaza tutanaklarının tutulduğu – çocuğun ve velinin- dakikalar içersin de karakola gelen şikayetlerden biri, bir velinin 6-7 yaşlarında ki çocuğunun, bir başka veli tarafından yüzü gözü morarana kadar dövülmesi, ya da eşi tarafından şiddet gören bir kadının şikayete gelmesi. Acaba kaç vekil bir karakolu ziyarete gitti, bir yarım saat misafir oldu. Ülkenin akıl sağlığının bozulmasını ve şiddetin artmasını en iyi ifade eden yerler sokaklar, bunun en güzel laboratuvarı da karakollara gelen vakalar. Tabi görmedikleri için bunu anlatmaya çalışanlara da kulak tıkamaları çok normal. Halkla iç içe olmak halk gibi yaşamaktan geçer. Halkın sorunlarını görerek, hissederek, kanuni ve hukuki yönlerden ve soru önergeleri ile bir şey elde edilemese de en azından halkın bilinçlenmesi için çözüm önerileri üretmek, yerel parti örgütlerini, sivil toplum örgütlerini bu konularda yönlendirmek, öncülük etmek, bilinç düzeyini yükseltici etkinlikler yapılmasını sağlamak, ülkeye ve halka daha büyük hizmettir diye düşünüyorum.

BİLİM ve DOĞMATİZM – III (Altın Oran)

"Bilim, insanoğlunun acılarını azaltmayı, insan yaşamıyla mutluluğuna hizmeti inançla sürdürüyor. Bununla birlikte, kör inancın, bağnazlığın, hoşgörüsüzlüğün dünyamızın birçok yerinde bugün bile kol gezdiği bir gerçek. Dünyayı yönetme tutkusu güdenlerin önderliğinde, yıkım gücü en korkunç, en acımasız türden silahlar geliştirildi. Özgür düşüncenin sözcüleri, kimi ülkelerin yönetimini ellerinde tutanlarca ezildiler, susturuldular, öldürüldüler. Gerçi, geri kalmış toplumlar dışında din ve bilim savaşı geçmiş yüzyıllardaki gibi açıktan açığa süren bir savaş değil artık. Ama birtakım ülkelerde din adına, baskı, işkence, öldürme olanca hızıyla sürüyor. Ülkeleri yönetenler, kendi politik ya da ekonomik adaletsizliklerini, Tanrı'nın kendileriyle birlikte olduğunu söyleyerek savunuyor, yığınları böylece kandırmayı başarıyorlar da." Bertrand Russel 15 Mayıs’taki Kırklareli Atatürk Anadolu Lisesi bilim fuarı etkinliklerinde, en görünür şekilde ve en büyük stand “Altın Oran” projesinin! anlatıldığı standtı. Aslında, Altın Oran matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. İrrasyonel bir sayı olup ondalık sistemde yazılışı 1,618033988749894…..’tür. Gençlerin çok önemli bir buluşa imza atarak bir proje geliştirdiğini düşünerek heves ve heyecanla standa yaklaşıyorum. Birde bakıyorsunuz ki binlerce yıldır süren ve insanoğlunun en büyük aşağılık komplekslerin den birinin - bütün yaratıkların en önemlisi olduğu- 21’inci yüzyılda bir eğitim kurumunda hala ispatlanmaya çalışılıyor olmasının hayal kırıklığı. Bu kompleks ve ilk tartışma, kimi yönlerden de en önemli kavga , Güneş Sistemi adını verdiğimiz düzenin merkezinde güneş mi yoksa yeryuvarlağı mı olduğu konusunda ki gökbilimsel tartışmadır. Ve MS 85-165 yılları arasında yaşadığı sanılan Ptolemaios (Batlamyus)’un dünya’ın evrenin merkezinde kımıldamadan durduğu, güneş, sabit yıldızlar ve diğer gök cisimlerinin onun etrafında döndükleri teorisi; tüm dinsel öğretilerde insana verilen önem, Tanrı’nın yeni bir evreni, her şey den önce insanlar için yaratmak istediği düşünüldüğü için bin yıldan fazla bir süre hüküm sürmüştür. 1543’te ölümünden çok kısa bir süre önce Copernicus “Gökcisimlerinin Dönüşleri Üzerine” adlı eseri ile Batlamyus’un teorisini yıkarak modern bilimin ilerlemesinin kapılarını aralamıştır. Tabi teoriyi geliştiren Kepler, Tycho Brahe, Galileo, Giordano Bruno sürekli engizisyonla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Bunlardan en şanssızı Bruno’dur ve yedi yıl engizisyon zindanlarında işkence gördükten sonra 1600 yılında diri diri yakılmıştır. Bilimler, sanılanın aksine bir düzen içinde gelişti. Bize en uzak olanların yasaları en önce bulundu. Gökler, yer, hayvanlarla bitkiler, insan ve zihin. Çünkü ayrıntılarla iç içe olduğumuz ölçüde farklı özellikleri görmek güçleşir. Altın Oran’ın insan vücudu, bitkiler ve evrende bulunduğunu ispata çalışmak? “Mükemmel Yaradılış”’ı ispatlamaya çalışmanın ilk çağlardaki insanoğlunun aşağılık kompleksinin yansıması değil midir.? Özellikle Kabe’nin kutuplara uzaklıklarının oranının altın oranı verdiğini söyleyerek Dünya’nın merkezi olduğunu ispata çalışmak Dünya-Güneş merkezli sistemlerde ki tartışılan evrenin merkezi olgusu ile ne kadarda benziyor. Ya da bu böyle olmasa Kabe’nin kutsallığına zeval mi gelecek. ? 21 derece Kuzey Enleminde bulunan Mekke şehrinin simetriğindeki 21 derece Güney Enleminde de bu şekilde kutsal yerler ortaya atsalar ne yanıt verilecek? Hatta Küba’nın Camaguey şehrinin konumu Altın Orana daha da çok yakındır. Düşünen, sorgulayan bir eğitim sistemimiz olsa idi öğrencilerimiz bu bilgilere de ulaşacaklardı. Evrende hiçbir şey durağan değildir. Yerküremizde de aynı. 250 milyon yıl önce tüm karaların tek bir kıta gibi bir bütün olduğunu, ayrıldığını ve bu döngünün süreceğini coğrafya ya da jeoloji derslerinde görmediler mi? İnsan yaşamına göre çok uzun süreler kapsayan bu döngüde eğer kendi kendimizi yok etmezsek, milyonlarca yıl sonra kuzeye hareket halindeki Arabistan Levhasında bulunan Kutsal Mekke kenti Altın Orandan uzaklaşmayacak mı? Aslında bu genç dimağların kafalarını karıştırıp sorgulamayan ezberci eğitim sistemleri ile Russel’ın söylediği gibi “Ülkeleri yönetenler, kendi politik ya da ekonomik adaletsizliklerini, Tanrı'nın kendileriyle birlikte olduğunu söyleyerek savunuyor, yığınları böylece kandırmayı başarıyorlar da." Ve de bir bilim kurumu olan TÜBİTAK’ın buna alet olması daha da düşündürücü. Çünkü ilk yazım da bu bilim fuarlarının amaçlarını verdiğimde Çağdaş eğitimin gerekleri olduğunu vurgulamak için özellikle yazmıştım. Ne yazık ki öğretmenler için hazırlanan broşürde araştırma sorularından örnekler verilirken “Matematikteki altın oran ile insan vücudunun hangi ölçüleri açıklanmaktadır?” denilerek yönlendirme yapılması kağıt üzerinde ki amaçlarla hangi oranda çakışıyor acaba. Tanrı’nın insanlar tarafından evreni mükemmel yarattığını ispatlamaya ihtiyacı olmadığını Einstein “Tanrı insanlarla zar atmaz” sözü ile çok güzel açıklamıştır.