31 Ocak 2015 Cumartesi

AKIL SAĞLIĞI ve “TIPTA MALPRAKTİS”(*)

Zaman zaman basında tıbbi hatalar yaparak hastanın ölümüne ya da yanlış tedavi sonucu sakat kalmasına sebebiyet verdi diye haberler duyar, okursunuz. Tıpta yanlış uygulama (Malpraktis)(*), özellikle hekimler başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarını da hastalar ve hasta yakınlarıyla karşı karşıya getirebilen önemli bir sorundur. Bir hasta ya da bir hasta yakını sözü edilen durumdan yakınıyorsa; hem disiplin soruşturması açmak bakımından tabip odalarının onur kurulları işlev görmektedir, hem de hukuki yolun mahkemeler kanalıyla işletilmesi açısından gerekli temel yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Fiziksel rahatsızlıklarda eğer yanlış uygulama varsa bu mantıksal olarak konunun uzmanları tarafından incelenir ve bir sonuca varılır. Fakat psikiyatride durum acaba bu kadar basit mi? Keskin çizgilerle ayrılamayan akıl (beyin) rahatsızlıklarında acaba odalar da yazılı etik kurallar işliyor mu? Anlatacağım vaka bu konuda çok güzel bir örnek teşkil ediyor diye düşünüyorum. Manic Depresif bir hasta yakını, tabip odasından yardım talep ediyor ama hiçbir yanıt alamıyor. Yardım talebine yanıt alamayınca şansını aynı odaya şikayet talebi ile deniyor. Hasta yakını, dilekçesinde; yıllarca süren hekim(psikiyatr) hekim dolaşmalarının sonucunda birçok hekimin sorunu evlilik sorunu olarak görmesi, evlilik danışma merkezlerine gitme önerileri ile yılların geçtiğini, dört beş yıllık bir süreç sonunda bir hekimin eşe, Manic Depresif teşhisi koyması, fakat hasta yakınının bu teşhisi birkaç hekime daha teyid ettirmesi sonucu tedaviye başlandığını anlatıyor. Fakat hasta eşin tedavisini düzenleyerek sürdüren hekim hastanın bir türlü güvenini kazanamıyor. Hasta bu güvensizlik duyguları ile yeni hekim arayışlarına giriyor. Hastanın gittiği yeni hekim, “konulan teşhise kesinlikle inanmadığını, hastanın duygusal bir insan olduğunu, mantıklı bir eş olarak hastayı düzene sokabileceğini söylüyor.” Hatta daha da ileri giderek eşe neden boşanmıyorsun sorusunu gündeme getiriyor. Bu köşede de sık sık dile getirdiğim alkol ün mani üzerindeki tetikleyici etkisi konusunda bu hekimin yorumu da çok ilginç. Alkolün var olan şeyleri ortaya çıkardığını dolayısı ile alkol almanın hastalık üzerinde çok etkili olmayacağını ifade ediyor. Tabi bu durum da hastanın yeni hekime karşı güvenini sağlıyor. Bu güven duygusu aslında çok önemli ama doğru bir tedavi ile birlikte. Tedavi anti depresanlar ve terapi şeklinde sürerken, hasta yakını eş, iki hekim arasında sıkışıp kalıyor. Hasta yakınının güvendiği hekim kesinlikle klinik tedavi öneriyor fakat bu konuda kliniğe yatırmak için bir otoriteye ihtiyaç duyuyor. Hasta ve aile zaten kabullenmemiş bu durumu çaresizlik hat safhada hasta yakını eş için. Hasta bu süreçte uygun ilaç tedavisi görmediği için manik atak çok daha şiddetli oluyor. Bunu gören hastanın güvendiği hekim, hypo mani tedavisine başlıyor, hasta yakını eş biraz rahatlıyor fakat bir türlü koruyucu tedaviye geçmeyerek hastanın duygusallığından bahsederek bu durumun eş tarafından kontrol altına alınabileceğini iddia ediyor. Ve hasta yakını yukarıda kısaca anlattığım olayları örnekleyerek dilekçe ile Tabip Odasına iki hekim hakkında şikayette bulunuyor. Bu süreçte hasta yakını Psikiyatri Derneği şube başkanı başta olmak üzere onlarca hekimden destek istiyor. Çünkü süreç artık hastanın tedavisini aşmış tüm aile psikiyatrik bir desteğe ihtiyaç hisseder duruma gelmiştir. Ve hasta yakını, dilekçesini en azından bu hekimlerin kınanması, etik açıdan başka hasta ve hasta yakınlarının bu süreci yaşamaması ve aile vicdanını rahatlatacağı gerekçesi ile bitiriyor. Ve tabip odası yönetim kurulu “iddiayı ispatlayacak yeterli delile ulaşılamadığından dosyanın işlemden kaldırılmasına” karar veriyor. Uzman olmayan biri dahi en azından dört beş hekimin koyduğu teşhisi bir hekimin kabullenmemesi ve yanlış tedavi uygulayarak hem hastalığın tedavisini geciktirdiğini, hem de yıllarca süren çabaların boşa gittiğini söyleyebilir sanırım. Ama bu köşe her zaman uzman görüşlerine önem vermiş ve bir zamanlar Tabip Odası Onur Kurulu üyeliği yapan bir psikiyatrın bu vaka ile ilgili görüşü; “Dilekçeyi okudum. Sanırım orada sorun olan şey nedfen yakınılan net olarak anlaşılamıyor olması. Doktorlar bilgisizlikle mi, ilgilenmemekle mi yoksa yanlış tedavi ile mi suçlanıyor çok iyi anlaşılmıyor. Ben bir dönem Tabip Odası Onur Kurulu üyeliği yaptığım için biliyorum: bu tür şikayetler orada gerçekten ciddiye alınır. Belki çok net anlayamadılar. Yine de hasta yakınını arayıp yakınmayı daha anlaşılır biçimde (ya da onların işlem yapabileceği biçimde demeliyim) dile getirmesini istemeleri gerekirdi.” Artık bir başka yoruma gerek yok sanırım. İşte birkaç yazıdır sürdürdüğüm akıl sağlığı ihlalleri ile ilgili olarak tüm bunların olmaması için “Ruh Sağlığı Yasası- Çok Geç Olmadan” diyorum. https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan (*) “Tıpta Malpraktis” konusunda ki bilgi Türk Tabipler Birliği, Etik Kurulu Görüşleri sayfasından alınmıştır.

28 Ocak 2015 Çarşamba

RUH SAĞLIĞI ve HUKUK İHLALLERİ

Sağlık Bakanlığı 2011 yılında yayınladığı “Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı (2011-2023)”’nın da “Çoğu mümeyyiz olmayan hastaların düzenli tıbbi ve hukuki kayıtlarının olmaması ve ilgili yerlerin haberdar olmaması nedeniyle yanlış hukuki işlemler yapılabilmekte ve hasta ve/veya ikinci kişilerin hak ihlali söz konusu olabilmektedir” diyor. Kısacası ülkeyi yönetenler “ben bunları biliyorum ama düzeltmek işime gelmiyor” demek istiyor. Bunu başka türlü açıklamak mümkün değil. İşte yönetenlerin kabul ettiği bu hak ihlallerinden somut örnekler. * * * Eşlerden biri manic depresif, evlilik birliğinin yürümesi mümkün değil. Sağlıklı eş boşanma davası açmak istiyor. Bir hukukçuya danışıyor. Karşılaşacağı sorunları hukukçu gözü ile görelim. “İşler oldukça karışıcak, şimdi yapılması gerekenler şöyle ; 1. ..................... Sulh Hukuk mahkemesine başvurarak, eşin akıl hastalığı nedeniyle , kısıtlanması ve kendisine kayyum tayin edilmesi ile , tedbir talep edilecek. Bu davada, yattığı klinikteki dosyası getirtilecek, Kendi isteği ile en yakın ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatarak müşahede altına alınamazsa, Polis veya jandarma zoruyla bulunup zorla götürtülecek. Oradan gelecek rapora göre de kendisine kayyum atanacak veya temyiz kudretinin yerinde olduğuna kanaat getirilirse atanmayacak. Bu davayı açarken, elde ne kadar rapor, epikriz , doktor görüşü vs. varsa koyulacak ayrıca, borç dökümü ve bu borçların belgeleri konulacak ( hesap ekstreleri vs.) 2. .......................... aile mahkemesine dava açılarak akıl hastalığı sebebiyle boşanmaya karar verilmesi istenecek. Bu dava doğal olarak sulh hukuk mahkemesinde ki kayyum atama davasının sonucunu bekleyecek o dava bittikten sonra Bu davaya devam edilecek. eğer kayyum tayin edilirse , kayyuma karşı dava yürütülecek. Burada boşanmaya karar verilebilmesi için hem akıl hastası olması, hem de bu hastalığının tedavi ile geçememesi ve bu hastalık nedeniyle evliliğin çekilmez hale geldiğinin ispatlanması gerekiyor. 3. ................... 3. asliye hukuk mahkemesindeki ayrılık davasına girilecek bu davada eşinin akıl hastası olduğu ve kendisine kayyum tayin edilmesi için sulh hukuk mahkemesine dava açıldığı bu davanın sonucunun beklenmesi istenecek. Kayyum davası sonuçlanınca diğer aile mahkemesindeki dosya ile birleştirilmesi talep edilecek. 4. Bu işlemler için ilk adımı attıktan sonra artık kamu düzenini ilgilendirdiği için karşı tarafla anlaşma mümkün değil, anlaşıp davaları geri çekmek mümkün değil, sonuna kadar gitmek gerek, istense bile en başa dönülemez. Çünkü akıl hastalığı kamuyu ilgilendiren bir olay. Ondan sonra muhatab kayyum olacak. 5. Tabi bu arada karşı tarafta aleyhte gerek boşanma davasında karşı dava olarak gerek bağımsız tazminat davaları açabilir. Bunlar kuvvetle muhtemel şeyler, ayrıca karşı taraf saldırganlaşacaktır. Buna da hazırlıklı olunmalı. 6. Tabi karşı tarafla anlaşma imkanı kalmayacağı için anlaşıp ortak malların satışını istesek bile satılamayacak. 7. Söz konusu maraton çok uzun bir maraton, gerek yapılacak suçlamalar ve polis, jandarma olayları, gerek davanın çok uzun süreceği göz önüne alındığında çok zor bir süreç. 8. Bu işin maddi boyutuna gelince ki yapılacak işler çok uzun ve yorucu olacak. Aşağı yukarı en az 3 dava var. Söz konusu davaların bir avukat için baronun en az ücret tarifesine göre ederi.: ...........................,dur.” Empati yapalım, siz olsa idiniz bu durumda ne yapardınız ? Ve bu ülkede bu durumda olan on binlerce insan var. Ya kaderine küsüp sineye çekecek, - ki kültürel olarak bu mümkün değil - ya da hasta eşe şiddet uygulayarak ya da öldürerek sorunu kendi kurallarına göre çözecek. * * * Şimdi daha da trajikomik bir somut örneğe geçelim. Yukarıda anlatılan süreçleri yaşamamak için manic depresif bir eşle anlaşmalı boşanma yaşanıyor. Küçük çocuğun velayeti hasta eşe veriliyor. Fakat çocuğun yaşadıklarının ve büyüklerin davranışlarının olumsuz etkilerinden dolayı sağlıklı eş velayet davası açıyor. Dava dosyasına daha önce tedavi gördüğü hastanenin “Bipolar Affektif Bozukluk Manic Epizod” teşhisli raporu ekleniyor, Bilirkişi olarak sunulan Psikiyatrın “Manic döneminde alkol kullanımının arttığı, evden kaçıp otellerde kaldığı, çocuğuna şiddet uyguladığı, tedavi ve kontrol altında bu durumların yaşanmadığı fakat tedavi almadığı için velayetin bu şekilde kullanılması zordur” şeklinde ki raporu, Sosyal uzmanın diğer eşe karşı olumsuz davranışlar konusunda ailenin uyarıldığı şeklindeki uyarılarına rağmen velayet hasta eşte bırakılmıştır. * * * Neyse ki bu ülkede karara bağlanmış davalar hakkında yayın yasağı olmadığı için bunları rahatça yazabiliyorum. Tabi o çocuğun geleceğini, bu gününü bilmiyorum ama tahmin etmek dahi istemiyorum. Bu ortamda büyüyecek, ileride potansiyel suçlu mu, bağımlı mı olacak meçhul. Ya da hasta yakınının hastalığını kabul etmeyerek ona yabancılaşıp isyankar mı olacak? Burada hakim kişisel tercihini nasıl kullanabilir bilemiyorum. Vicdanları ne kadar rahat o da meçhul. Ama bir “Ruh Sağlığı Yasası” olsa bunların yaşanmayacağını düşünüyorum. İşte bu yüzden “Ruh Sağlığı Yasası- Çok Geç Olmadan” diyorum https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

24 Ocak 2015 Cumartesi

RUH SAĞLIĞI VE HUKUK SORULARI

Bipolar Yaşam Derneğinin derlediği Bipolar Bozukluk Hakkında Sıkça Sorulan Hukuk Soruları : S1: Doktorların tedavi ile ilgili tuttuğu kayıtları ve belgeleri hastaların görme hakkı var mıdır? Tedavi gören kişi çocuk ise ailesi çocuğa ait bilgileri görebilir mi? C1: Dosyaları hekimler ve kurum veri kaynağı olarak kullanır. Hastaya, yakınlarına veya üçüncü şahıslara verilmez. İstendiğinde dosya özeti epikriz (hastayla ilgili teşhis, uygulanan tedavi ve sonuçları gibi detaylı bilgilerden oluşan rapor) gereği şeklinde verilir. ——————————————————————————– S2: Bipolar bozukluk tedavisi gören çocuk sahibi bir kişi boşanma sürecine girerse çocuğun velayetini alma konusunda hastalığın olumsuz etkisi olur mu? Eğer hastalık döneminde işsiz olması nedeniyle boşanmada velayeti karşı taraf aldıysa hastanın sonrasında velayeti geri alması mümkün müdür? C2: Evet, hastalık velayeti almasına engel olabilir. Tekrar velayeti almak için bir bilirkişi raporu gerekecektir. ——————————————————————————– S3: Atak döneminde hastanın aldığı yanlış kararlar ve bunların sebep olduğu maddi zararların yasal olarak telafisi mümkün müdür? (Örneğin, aşırı kredi kartı borcu nedeniyle haczedilen mallar, imzalanan kontratlar, aracını değeri altında satması, dairesini bağışlama). C3: Hasta, manik dönem sırasında yaptığı harcamaların getirdiği sorumluluklardan kurtulamaz. Ancak, hastalığının farkına varıp bunu kullanarak hastayı zarara uğratanlar varsa hasta dava açıp kayıplarının telafisini isteyebilir. Örneğin, hastanın aracını hastalığı kullanarak değerinin altında satın alan kişiye karşı hasta ‘satış işlemi iptal davası’ açabilir. ——————————————————————————– S4: Türk Ceza Kanununa göre bipolar bozukluk hastası cezai ehliyete sahip midir? Atak döneminde bir suç işlerse yasal bir istisnai durum var mıdır? C4: Her hastanın, geçirdiği her bir dönemin ve işlenen suçun üç etken olarak birlikte değerlendirilmesiyle ceza sorumluluğu kararına varılır. Her durum kendisine özgü olacağından genelleme yapılamaz. ——————————————————————————– S5: Bipolar bozukluk tedavisi gören kişi askere alınır mı? Alınıyorsa, askerlik hizmeti müddetince tedaviyi rahatça devam ettirme açısından sahip olduğu yasal haklar nelerdir, bu yönde özel bir düzenleme var mıdır? C5: Hastalar, askerlik öncesinde hastalığı ilgili şubeye bildirmelidir. Şube hastayı asker hastanesine sevk eder ve muayene sonucuna göre ilgili karar, ‘askerliğe elverişli’, ‘erteleme’ veya ‘elverişli değil’ şeklinde çıkabilir. ——————————————————————————– S6: Öğrenci olan bipolar bozukluk hastaları ilaçlar ve ataklar nedeniyle sorumluluklarını yerine getiremediklerinde hastalığın zorlukları nedeniyle madur olmalarını önlemek ile ilgili yasa ve yönetmelikler var mıdır? (örneğin ödevini daha geç teslim edebilmesi, sınavları tekrar alması…) C6: Öğrencilere hastalık dönemini kolaylaştırıcı esneklik tanıyan bir yasa söz konusu değildir. Ancak hastalığın şiddetli olduğu dönemlerde kayıt dondurma hakkı vardır. ——————————————————————————– S7: Hastaya uzun bir süre boyunca yanlış teşhis konulmuş (ör: şizofreni), yanlış tedavi uygulanmışsa; ve bir dönem sonra aynı hasta başka bir sağlık kuruluşunda doğru teşhis sonucu daha iyi olduğunu ve yaşam kalitesinin yükseldiğini görürse önceki tıp uzmanlarına karşı yasal hakları nelerdir? C7: Bipolar hastalara şizofreni, şizofren hastalara bipolar tanısı konulması sık rastlanan durumlardır. Özellikle ilk dönemlerde “yanlış tanının günahı olmaz”. Doğru tanıyı koyan ekip aradan geçen süredeki gidişatı anlayarak öğrenme avantajını kullanmıştır. Eğer ilk tanıyı koyan(lar)ın vijdan muhasebesi yapması isteniyorsa durumu kendilerine aktarmak önerilir. ——————————————————————————– S8: Hukuki metinlerde pisikolojik rahatsızlıklar için kullanılan “akıl hastalığı” daha uygun bir terimle değiştirilebilir mi? C8: Akıl hastalığı, psikotik bozuklukları kapsayan bir terimdir. Bu terim, bipolar hastaların psikotik mani ve psikotik depresyon evrelerini de kapsar. Yaşanan deneyimler göstermiştir ki terimleri suçlamak durumu iyileştirmez. Hastaları etiketleyen unsurlar kelimeler değil kişilerdir. Türkiye’de bir dönem “deli değil, akıl hastası” kampanyaları yürütülmüştür. Bugün bu ifade “akıl hastası değil psikiyatrik hasta” şeklinde değiştirilse de bir süre sonra bu terimin de zihinlerde kirlenmesi mümkündür. ——————————————————————————– S9: Bipolar bozukluk tedavisi gören kişiler istediği her mesleği seçebilir mi, devlet memuru olabilir mi? C9: Bipolar hastalar mevzuat gereği polis, subay, pilot, kaptan vs. mesleklerini yapamazlar. Memurluk için genel bir yasak söz konusu değildir, çalışacağı işe bağlıdır. ——————————————————————————– S10: Kişi işe girerken bipolar bozukluk tedavisi gördüğünü söylemek zorunda mıdır, söylemezse ve işveren durumu öğrenip bu nedenle işten çıkarırsa ne gibi haklara sahiptir? C10: Eğer başvurulan meslekte ‘ruh sağlığının tam olması’ koşulu yoksa söylemek zorunluluğu yoktur. Hasta işe girerken ruhsal hastalığı olmadığını beyan ederse ve ileride işten çıkarılırsa bu çıkarma hasta olduğu için değil, yalan beyanda bulunduğunuz için olacaktır. ——————————————————————————– S11: Tedavi gören kişi ilaçların yan etkileri nedeniyle görevini tam olarak yapamaz duruma gelirse malulen emekli olması mümkün müdür, bunun koşulları nelerdir? (örneğin on yıllık bir memur öğretmenin el titremesi ve kekeleme gibi yan etkiler nedeniyle ders vermekte zorlanması, vb.) C11: Öğretmenlik gibi mesleklerde durum hastanın kendisi veya amirinin başvurusu üzerine incelenir. Karar; ‘öğretmenlik yapar’, ‘büro görevi yapar’ veya ‘malülen emeklilik’ olarak çıkabilir. Hastalığın şiddeti ve tedaviye yanıta göre karar değişebilir. ——————————————————————————– S12: Bipolar bozukluğu olan bir hasta 2022 sayılı kanuna göre maaş alabilir mi, sağlık hizmetlerinden yararlanabilir mi? C12: Bir kişinin 2022 sayılı kanuna göre maaşa bağlanması için sakat veya malül olması, ayrıca gelirinin olmaması gerekir. Bipolar hastaları eğer geliri yoksa mal müdürlüklerine müracaat edebilirler. Yetkili kurumlara yönlendirilirler. Bipolar hastalar; tedaviyle tam düzelmede %0, kısmi düzelmede %30, tedaviye direnç varsa %70 iş gücü kaybına uğrarlar. Yasa % 40 – 69 arası işgücü kaybını sakatlık, %70 ve üzerini malüllük olarak tanımlar. Bu nedenle bipolar hastanın değerlendirme sonucu iş gücü kaybı %0 ile 70 arasında olabileceğinden maaş alması da hastalığının şiddeti ve tedaviye yanıt derecesine bağlı olacaktır. Diğer bir husus bu hastalık nedeniyle maaş bağlandığında, yılda bir kez kontrole tabi olmalarıdır. Sosyal, ekonomik ve hukuksal sorunlardan dolayı Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

21 Ocak 2015 Çarşamba

Hastanelere din görevlisi uygulaması kabul edilemez!

İşte düşünce ve eylem uyumluluğu. Sağlık Bakanlığı açık açık ve bu köşede sık sık dile getirilen ruhsal rahatsızlığı olanların inançsız olduğu düşüncelerini eyleme koyarak bu sorunu din görevlileri ile çözmeye çalışmaktadır. Bu gün ilgili kurumların Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği’nin konu hakkında ki ortak basın toplantısı ve basın açıklamasına köşemde yer vermek istiyorum. “Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Psikiyatri Derneği, Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan "Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü" ile ilgili basın toplantısı düzenledi. TTB'de 19 Ocak 2014’te düzenlenen basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TPD Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesi Prof. Dr. Meram Can Saka ve Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya katıldılar. Basın toplantısının açılışında konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, ciddi biçimde itiraz edilmesi gereken bir durumla karşı karşıya olunduğunu belirtirken, "Hastaların ruhsal desteğe ihtiyacı olabilir ama bunun alanında eğitim almış sağlık personeli tarafından verilmesi gerekmektedir. Bunun aksi bilim dışı ve tehlikelidir" diye konuştu. İlhan'ın konuşmasının ardından, ortak basın açıklamasını TPD MYK üyesi Prof. Dr. Meram Can Saka okudu. Sağlık Bakanlığı'nı bu protokolü iptal etmeye çağıran Saka, vatandaşları da bu tarz uygulamaların dini hassasiyetlerle ilgili olmadığını bilerek hükümete itiraz etmeye, herkes için ulaşılabilir, nitelikli, yaygın sağlık ve ruh sağlığı hizmeti talep etmeye çağırıyoruz" dedi. TPD Medya Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya da, protokolün çerçevesinin belirsiz olduğuna dikkat çekerek, "Bu, psikoterapik müdahalenin din görevlisi tarafından yapılabileceği anlamına geliyor. Bu durumda bizim uyguladığımız tedaviye de zarar verecek durumlar oluşabilir. Bu son derece tehlikelidir" diye konuştu. Kaya, bu uygulamaya benzer örneklerin uzun süredir çeşitli alanlarda da yaşama geçirilmeye çalışıldığını belirterek, bunun AKP Hükümeti'nin ideolojik tercihinin bir yansıması olduğunu söyledi. TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ ORTAK BASIN AÇIKLAMASI 19 OCAK 2015 SAĞLIK HİZMETLERİ GÜNBEGÜN KÖTÜYE GİDERKEN HASTANELERE DİN GÖREVLİSİ GÖNDERMEK KABUL EDİLEMEZ 7 Ocak 2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü” adı altında kabul edilemez bir uygulamaya imza atmışlardır. Bu protokolle binlerce din görevlisinin hastanelerde görevlendirilmesini, steril sülük tedavileri, hacamat tedavileri gibi bilim dışı uygulamalarla başlayan sağlık hizmetlerin ortaçağ karanlığına çekilmeye çalışılması sürecinin bir parçası olarak görüyoruz. Açıklamalarda Batı ülkeleri örnek verilmekte ve hastaların dini destek almalarının bir hak olduğu ifade edilmekte, çok gecikmiş bir hizmet vermenin heyecanı içinde olunduğu dile getirilmektedir. Bizler ise sorumluları, bir devletin ana görevlerinden biri olan sağlık hizmetlerinin niteliğini yükseltme yönünde çalışmalar yapmaya davet ediyoruz. Örnek verilen Batı ülkelerinde ve atıf yapılan uluslararası sözleşmelerde sağlık hakkı temel insan haklarından biridir ve sağlık hizmetleri Türkiye’de günden güne kötüye gitmektedir. Nüfusun bir bölümü sağlığa erişim hakkına bile sahip olamamakta, alınan muayene, tedavi, ilaç katkı payları nedeniyle gerçek anlamda tedaviye ihtiyacı olan kişiler sağlık kurumlarına başvuramamakta, ilaçlarını almakta zorluk yaşamaktadır; izlenen ilaç ücretlendirme politikaları nedeniyle bazı ilaç şirketleri yeni ve etkin ilaçlarını Türkiye piyasasından çekme kararı almaktadırlar. Bir psikiyatrist 60 hasta görmeye zorlanırken, ruh sağlığı hizmetlerinde görevlendirilecek psikolog, psikolojik danışmanlık ve rehberlik mezunu, hemşire bulunamazken, ağır psikiyatrik hastalığı olan kişiler yatak yokluğu nedeniyle kurumdan kuruma gönderilirken 2000 kişilik kadronun dini destek adı altında kullanılması, hasta yararının gözetilmediği, siyasal kaygılarla alınmış, yanlış bulduğumuz bir tercihtir. Tıp bilim dalı ve sağlık hizmetleri, tüm dünyada bilimsel yöntemlerle bu eğitimi almış sağlık çalışanlarınca yürütülmektedir. Sağlık kurumlarında hastaların ruhsal ve sosyal açıdan desteklenmesi, ruh sağlığı çalışanlarının görevidir. Sağlık kurumlarında görev alan psikiyatrist, psikolog/klinik psikolog, psikolojik danışman, sosyal hizmet uzmanları, psikiyatri hemşiresi gibi meslek alanlarına sahip ruh sağlığı çalışanları hastalara ruhsal destek ve danışmanlık hizmetlerini vermektedir. Ruhsal destek ve danışmanlığı sadece dini ve manevi destek gibi görme anlamına gelen söylem ve uygulamalar kabul edilemez. Bu sözleşmede bahsedilen hizmetin Dünya Sağlık Örgütü tarafından da kabul edilen Evrensel Hasta Hakları'nın bir parçası olarak kabul edildiği, aynı zamanda 1981'de Lizbon Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi'nde de bu hizmetin maddeler arasında yer aldığı vurgulanmaktadır. Oysa bildirgede dinsel desteğin kapsamı ile hastanın fiziksel ya da ruh sağlığını tedavisi değil, kendi dinsel ritüellerini gerçekleştirme, inancının gereği olan davranışları sergileme hakkından söz edilmektedir. Bu uygulama ile yapılmak istenen çağdaş tıbbi uygulamanın yerine dinsel telkin ve yönlendirmelerin konma çabasıdır. Lizbon bildirgesi dini telkin, manevi destek, dini danışmanlık ve rehberlik hizmeti gibi bir uygulama tanımlamamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tüm dünyada en sık karşılaşılan on hastalıktan üçü ruhsal hastalıklardan oluşmaktadır. Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmalarda ruhsal sorunları olan kişilerin önemli bir kısmının din adamları gibi ruh sağlığı çalışanı olmayan kişilere başvurduğu ve tedavi sürecinin çareyi doğru yerde aramamak sebebiyle aksadığı bilinmektedir. Bu protokol ile bu tür başvuruların özendirileceği ve hastalarımızın sağlık hizmetinin aksayacağı akılda tutulmalıdır. Hastaların dini düşünceleri ile sağlık hizmetleri aynı başlık içinde tutulması, bir bilim dalı olan tıbbın ortaçağ karanlığına çekilmesi anlamına gelmektedir. Yukarıdaki ele alınan tüm başlıklar dikkate alındığında bizler hekimler ve ruh sağlığı çalışanları olarak: Sağlık Bakanlığı’nı bu protokolü iptal etmeye; ruh sağlığı hizmetlerinin iyileştirilmesi için bilim ve uzmanlığı temel alan gerekli yaklaşımları geliştirerek somut adımlar atmaya davet ediyoruz. Vatandaşlarımızı sağlık hizmetlerine sahip çıkmaya, ortaçağdan kalma, hasta yararını gözetmeyen bu tarz uygulamaların dini hassasiyetlerle ilgili olmadığını bilerek hükümete itiraz etmeye, herkes için ulaşılabilir, nitelikli, yaygın sağlık ve ruh sağlığı hizmeti talep etmeye çağırıyoruz. Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu”

17 Ocak 2015 Cumartesi

NEDEN RUH SAĞLIĞI YASASI

Sağlık Bakanlığı 2011 yılında “Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı (2011-2023)”’nı yayınladı. İncelemeye başladığınızda ilk sayfalarda Katkıda Bulunan Kurum ve Kuruluşlar gözünüze çarpıyor. Diyanet İşleri Başkanlığına rastlıyorsunuz da tek bir Üniversite yok bu kurumlar arasında. Ya da Türkiye Psikiyatri Derneği , Türk Tabipler Birliği gibi kurumların katkısı da yok. Yapılan çalışmalarda Ulusal düzeyde hastalık yükü nedenlerinin temel hastalık gruplarına göre dağılımı yapıldığında, kardiyovasküler hastalıklardan sonra %19 ile ikinci sırada psikiyatrik hastalık grubunun yer aldığı görülmektedir. Bu üç aşamalı 2011-2012 Kısa Vadeli aktiviteler, 2013-2016 Orta Vadeli Aktiviteler, 2017-2023 Uzun Vadeli Aktiviteler diye sıralanan eylem planında Ruh Sağlığı Yasası’nın çıkarılması 2015 olarak belirlenmiş. 2012 Yasa hakkında ilgili dernek ve kurumlardan görüş istenmesi, 2013 Gelen Öneriler doğrultusunda taslak metni oluşturma, taslak üzerinde geniş katılımlı çalıştay, kanun metnine son halinin verilmesi 2015 yasalaşma sürecinin başlaması ve kanunun kabul edilmesi. Ölme eşşeğim ölme… Türkiye Psikiyatri Derneği, oluşturulan Ruh Sağlığı Görev Grubu, 2013 yılında ki ilk toplantısında öncelikli hedefin sorun alanlarının belirlenmesi, ruh sağlığı eylem planının revizyonu ve acil eylem planı oluşturulması olarak belirliyor. 2015’e girdik yasalaşma sürecini boş verin ortada bir taslak dahi yok. İşte bence demokrasilerin vazgeçilmezi olan sivil toplum örgütlerinin ülkemizde ki durumu. Önem verdiklerini söylüyorlar ama hiçbir hazırlıkları yok. 2006 yılında yasa taslağı hazırladıkları halde onu her yıl günün şartlarına göre düzenleyerek bakanlık görüş istediğinde hiç zaman kaybetmeden bakanlığa verilecek halde hazır beklemeli, yok Görev grubu oluştur, yok toplantı yap bunlar bence oyalama taktikleri. Zaten özellikle bu hükümetin de beklediği bu. Ruh sağlığı hastalarıyla ilgili sorunu sadece tedavi boyutu ile düşünmemek gerekir. Ruh Sağlığı Eylem Planında da belirtildiği gibi bu sorun, sosyal, ekonomik, ve tıbbi boyutları olan bir sorundur. Ve bu gün bu sorunlardan hukuki boyutu ele almak istiyorum. -Çoğu mümeyyiz olmayan hastaların düzenli tıbbi ve hukuki kayıtlarının olmaması ve ilgili yerlerin haberdar olmaması nedeniyle yanlış hukuki işlemler yapılabilmekte ve hasta ve/veya ikinci kişilerin hak ihlali söz konusu olabilmektedir, −Yine aynı nedenlerle hastanın askere alınması veya silah ruhsatı alması gibi hasta ve toplum açısından risk oluşturabilecek işlemler yapılabilmektedir, −Hastalar ve yakınları, sosyal hakları konusunda bilgilendirilme ve bilinçlendirilme eksikliği nedeni ile hak kaybına uğramaktadırlar, −Vesayet altına alınan hastaların bir kısmında, vasilerinin ilgisizliği ve ihmali olabilmekte, ancak bunun tespiti, takibi ve gerekli mercilere bildirimi yapılamamaktadır. Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Eylem Planında belirtildiği gibi; Ülkemizde ruh sağlığı ile ilgili birçok düzenleme 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun’da, 5402 sayılı Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanunu’nda ve ilgili birçok yönetmelik ve diğer mevzuatta yer almaktadır. Mevcut kanunlarımız bazı alanlarda yetersiz kalmaktadır ve bazı sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin: Mahkeme kararı olmadan, hastaların kendi istekleri dışında “zorla” hastaneye yatırılması ve özgürlüklerinin kısıtlanması kanunlarımıza göre suç olmasına rağmen uzun yıllardır uygulanmaktadır. Bir diğer sorun alanı vesayet sistemidir. Sınırları çizilmemiş olduğundan ve uygulamanın takibinin pratik olmaması sebebiyle birçok sorun yaşanmaktadır. Adli psikiyatri hastaları ile ilgili yine birçok alanda sorun yaşanmaktadır.TCK’da yer almasına rağmen hastaların yüksek güvenlikli servisler yerine kapalı servislere yatırılması bir başka problemdir. Aile mahkemeleri, cezaevleri veya denetimli serbestlik ile ilgili kanunlar ruh sağlığı alanında çalışan sağlık personelini doğrudan ilgilendirmekte ve uygulamalarda sorunlar yaşanmaktadır. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne uymayan mevzuatımızın uyumlu hale getirilmesi, eksiklerin tamamlanması ve DSÖ’nün 1996’da yayınladığı “Ruh Sağlığı Yasası: On Temel İlke” deklerasyonuyla da uyumlu ruh sağlığı ile ilgili yasal mevzuatın düzenlenmesi gerekmektedir. İstemsiz Yatış; “Zorla” yatırılan hastalarla ilgili ilk çalışmalar 1960’larin sonunda ABD’de başlamıştır. Ülkemizde istemsiz yatışla ilgili yasal düzenlemeler TMK 432-437’nci maddeleriyle düzenlenmiştir. Ancak bu maddeler toplumu ve toplum düzenini koruma bakış açısıyla düzenlendiğinden hasta hakları konusunda oldukça yetersizdir. Bu kanunların nasıl uygulanacağı hakkında gerekli düzenlemeler olmadığından ya hiç uygulanmamakta ya da çok yetersiz uygulanmaktadır. İstemsiz yatışların büyük oranda yapıldığı Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastane’leri idarecilerinin adli makamlarla kurdukları kişisel ilişkiler sonucu her hastanede ayrı bir prosedür geliştirilmiştir. Ancak uygulama standartlardan yoksun ve tamamı iyi niyete dayalı olarak yürümektedir. Bu sebeple istemsiz yatışa hangi durumda, kimler tarafından karar verileceği, sürecin nasıl takip edileceği ve taburculuğun nasıl yapılacağı gibi konular hukuki olarak belirlenmelidir. Hasta hakları, Ülkemizde 1998 yılında uygulamaya giren hasta hakları yönetmeliği genel konuları içermektedir, psikiyatrik hasta hakları konusunda ayrı bir mevzuat bulunmamaktadır. Psikiyatri hastaları açısından var olan yönetmelikte tartışmalı maddeler mevcuttur. Örneğin: Tedaviyi reddetme ve durdurma hakkının tariflendiği 25’nci maddede “Kanunen zorunlu olan haller dışında ve doğabilecek olumsuz sonuçların sorumluluğu hastaya ait olmak üzere; hasta kendisine uygulanması planlanan veya uygulanmakta olan tedaviyi reddetmek veya durdurulmasını istemek hakkına sahiptir…” denilmektedir. Ancak ülkemizde ruh sağlığı alanında genel eğilim, hasta istemese dahi “zorla” tedavi edilmesi gerektiğidir ve uygulama da bu yöndedir. Bu tartışmalı alanın hukuki metinlerle netlik kazanması hekimden hekime değişen uygulamalara son verilmesi gerekir. Ruh sağlığı hastalarına faydalanamadıkları haklarından faydalanabilmeleri için pozitif ayrımcılık yapan yeni bir yaklaşım gerekmektedir. Hukuki sorunlar bile Ruh Sağlığı Yasasının bir an evvel çıkması konusunda yeter ve artar bile. O yüzden Ruh Sağlığı Yasası – Çok Geç Olmadan https://www.change.org/p/ruh-sa%C4%9Fl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yasas%C4%B1-%C3%A7ok-ge%C3%A7-olmadan

14 Ocak 2015 Çarşamba

DAMGALANAN YAŞAMLAR

Önceki yazımda (1) özellikle siyasilerden örnekle damgalamanın ne kadar acımasızca bir yaklaşım olduğunu açıklamaya çalıştım. Siyasilerin, topluma mal olmuş kişilerin bu konuda ki cahillik ve umursamazlıklarını gözler önüne sermek ve konuya dikkat çekmekti amaç. Bu günde o damgalamaya maruz yaşamlardan bir örnek vermek istiyorum. Açıkçası örnek verdiğim yayınlanmamış bir kitaptan (2) alıntıdır. Ve özellikle bir hasta yakınının kaleme aldığı bu kitabı inceledikten sonra zaten var olan insanı tanıma isteği ve akıl sağlığı konusundaki öğrenme isteğim bu araştırmalara daha da yönlenmemi sağladı. * * * MASUMİYET - O kutsal kalenin, kutsal kapısında ve tabu olan o kutsal yatakta yatan kadınımı izlemek son yıllarda acı ile karışık duygular yaratsa da, çoğu kez uykunun o masumiyeti, kapıdan sızan loş ışıktaki çocuksu mükemmel yüz her zaman mutluluk vermiştir bana. Sadece uyurken değil diğer zamanlarda da yüzünü incelerken sorduğu “ne bakıyorsun” sorusuna karşılık “güzelliğine” yanıtını aldığında o gamzeli gülüşü ile iri gözlerinin de gülerek, çocuksu hareketlerle sarılıp şımarmasının hoşluğu yanında kızgın bir ifade ile arkasını dönerek bakışlarımdan rahatsız olduğunu belirtmesi de o oranda çözümsüzlüğe ve hayal kırıklığına itiyor beni. Fakat bu uyku halinde, ne o gülen gözler ne de kızgın bir yüz ifadesi, her şey o kadar masum ki saatlerce izleyesi geliyor insanın. Aslında bu dalıp gitmeler, güzelliğinin yanında duygularını yönlendirmek için beynine girme çabalarım, sevecen, saf, temiz, çocuklarımın annesi olan evlendiğimizdeki masumiyetini hala koruyan, beni etkileyen, aşık eden bu yüzün yabancılaşmasını, masumiyetini yitirmesini ama kısa sürelerde bu duygularının değişimini anlama arzusu, beyninin içinde ki olup bitenleri birlikte hissetme isteği, gerektiğinde enerji olup beynine kadar girerek duygularını düzene sokma tutkusundan başka bir şey değil. Neler olmuştu da onca acı, keder, hüzne rağmen bir türlü kopamıyordum. Beni etkileyen neydi? Aşk mı? Hayır çünkü aşk kavuşamamanın verdiği acı ile karışık mükemmel bir duygu. Birlikte olduktan, hele evlendikten sonra aşkı sevgiye dönüştürmenin, onu kalıcı kılmanın gerekliğine inanan biriyim. Bunun da büyük bir emekle gerçekleştiğini biliyorum. Ve yapmaya çalıştığımı da inanıyorum. Tutku desem, hayır; tutkularımın esiri olacak kadar da kör biri olmadığıma inanıyorum. Güzellik, aşkın gözü kör etmesini saymazsak, insan güzel görmek istediği oranda her şeyi güzel görebilir Peki nedir beni bu gönüllü tutsaklığa iten.? * * * TEŞHİS - Randevuya gittiğimizde yine çok şık giyinmişti eşim. Beni eleştiriyor, ağzımı açsam bir kelime söylemeye kalksam ağzıma tıkıyor, sürekli kendisi konuşuyor. Aslında hekimin anlaması açısından bence daha iyiydi bu davranışlar. Yine de arada müdahele ediyordum ki hekim daha da derine insin diye aklımca bir yol izliyordum. Bazen tek bazen ikili görüşerek sorunlarımızı yansıtıyorduk. Ve kısa aralıklarla randevuları tekrarlıyordum. Fakat hekimden her çıkışımızda mutlaka soru yağmuruna ve suçlamalara maruz kalıyordum. İşte bu konuyu neden açtın veya şunu niye söyledin diye. Benimde savunmam madem ki yardım almaya geldik her şeyi en ince ayrıntısına kadar gizlemeden anlatmalıyız ki hekim doğru karar verebilsin. Ve birkaç seanstan sonra eşim yine benim yaptığım bir yorum üzerine; -Benim doktora ihtiyacım yok, senin ihtiyacın var diyerek hışımla odayı terk etti. Eşim çıktıktan sonra Hekim; -Evet artık teşhisi koyabilirim. Eşiniz manik depresif. Kısaca yaşananların buna uyduğunu belirtip konu hakkında bilgi verdi. Tabi anlattıkları yaşadıklarımla bire bir çakışıyordu. Bu durumda mutlaka tedavi olması gerektiği, tedavi olmazsa ileride daha fazla problemler yaşanabileceğini, hatta ve hatta sonucun intihara kadar bile varabileceğinden bahsetti. Söyledikleri gerçekten iç açıcı şeyler değildi, yaşamın çok zor olabileceğini, ama tedaviyi kabul etmekte problemler yaşanacağı için en zor kısmının bu olduğunu, gerekirse klinik tedaviye bile başvurulabileceğinden bahsetti. Bu konuda da en büyük desteğin benden ve aileden gelmesi gerektiğini, en önemlisinin de bu durumu kabul ederek buna göre davranılması gerektiğini anlattı. Ve bu durumda olup ta tedaviyi kabul ederek yaşamını idame ettiren pek çok insan tanıdığını belirterek de moral vermeye çalıştı. Açıkçası allak bullak olmuştum doktorun yanından çıktığımda. Eşim asık bir suratla beni bekliyor dışarıda. Bana ilaç verip vermediğini sordu sadece.Problem bende ya. Keşke bende olsa diyorum kendi kendime çünkü ayırdına varıp acaba tedaviyi kabul eder miyim diye düşündüm bir an. O anda kafam da bin bir düşünce. Tedaviye nasıl başlanacak, nasıl kabul ettireceğim. Açıkçası daha ne olduğunu da tam olarak bilmiyorum. Bir yandan da seviniyorum benim, çift kişilik olarak algıladığım aslında duyguların anlık git gelleri imiş. Yine de bir an evvel eve gelerek teferruatlı olarak araştırmam gerekiyor diye düşünüyordum. Neden artık biliniyordu ama önemli olan sonuçtu yani tedavi süreci. Yine de nedeni bilmek tedavinin yarısını çözmek diye düşünüyordum. Ve ailenin de bu konuda yardım edeceğine o kadar emindim ki. (1) Damgalama ve Kılıçdaroğlu-10.01.2015-Görünüm Gazetesi-İlhan Vardar (2) İki Uçlu Yaşamlar – Roman - Yayınlanmadı

10 Ocak 2015 Cumartesi

DAMGALAMA VE KILIÇDAROĞLU

Yaşadıklarımız, dünyada yaşananlar tam bir kaosun hüküm sürdüğünü gösteriyor. Bu kaos ortamında hangi konu daha önemlidir acaba? Yanıtı var mı bilmiyorum. Vahşet, cinayet, katliam, hoşgörüsüzlük, insanoğlunun birbirlerine tahammülsüzlüğü tabi ki şiddet ve terör başlıcaları diyebiliriz belki de. Geçtiğimi günlerde Y-CHP Genel Başkanı’na bir toplantıda bireysel şiddet uygulandı. Her türlüsüne karşı gelmemiz gereken şiddet eylemi sonrasında bence daha tehlikeli bir gelişme yaşandı. Kılıçdaroğlu saldırgan hakkında “Ruh sağlığı bozuk bir vatandaşımız” diyerek hemen damgaladı. Sn. Kılıçdaroğlu önyargılı insanlar bu olumsuz basmakalıpları onaylamaktadırlar. Ruhsal hastalıklı bütün insanlar saldırgandır gibi. Biliniz ki ruhsal hastalıklarla ilgili basmakalıplar, suçlama, tehlike ve yetersizliği içerir. İnsanoğlu yüzyıllar boyunca, yeterince tanımadığı ya da bilgi sahibi olmadığı olgu ve kişiler karşısında tedirgin olmuş, ürkmüş ve söz konusu olgu veya kişiye olumsuzluk atfederek onu dışlama, damgalama ve ayırt etme eğilimi göstermiştir. Özellikle ruhsal bozukluklar, damgalanmaya ilişkin tüm olumsuzluklara en üst düzeyde maruz kalınan rahatsızlıklardır. Siz, damgalanmada etkili olan etkenlerle topluma şu mesajı veriyorsunuz aslında. Ruhsal hastalıklı bireylerden korkulmalıdır ve toplum dışında tutulmalıdır. Otoriterlik; ruhsal hastalıklı bireyler sorumsuzdur, bu nedenle kararlar diğerleri tarafından verilmelidir. Yardımseverlik; şiddetli ruhsal hastalığı olan bireyler çocuk gibidir ve bakıma ihtiyaçları vardır. Bu köşede geçmişte de damgalama konusu işlendi. Hatırlatmakta fayda var sanırım. Psikolojik damgalama (stigmatizasyon), kişinin içinde yaşadığı toplumun "normal" saydığı ölçülerin dışında sayılması nedeniyle, toplumu oluşturan diğer bireyler tarafından, kişiye saygınlığını azaltıcı bir atıfta bulunulmasıdır. Bu konudaki ilk araştırmacılardan biri olan Goffman stigmayı ‘ daha az değer verme davranışı, bu etiketi taşıyan insanların daha az istenebilir ve neredeyse insan gibi idrak edilmemesi’ olarak tarif etmiştir. Damgalama, bazı hasta gruplarına karşı toplumun tavır alması, onları toplumdan dışlamasına kadar giden davranışlar bütünüdür. “Damgalamanın psikolojik kaynaklarına bakıldığında, insanlar genellikle başkalarının kötülüklerini istememekle beraber, başkalarının kötü durumlarını kendilerini daha iyi hissetmek için kullanma arzusundadırlar. Bununla birlikte, tehditlere, başarısızlıklara veya çatışmalara maruz kalan kendilerine güvenleri az olan insanlar başka kişileri daha küçük görme, horlama eğiliminde olmaktadırlar. Bu kendi güvensizliklerini gizlemek için geliştirilen bir savunma mekanizmasıdır. Bunun karşıtı olarak da daha zeki ve özgüvenleri olan kişilerin hastalara daha pozitif yaklaşımlarının olduğu tespit edilmiştir. (Kocabaşoğlu ve Aliustaoğlu, 2003, s. 190-192)” Hasta olmayan birisi olarak yapabileceklerinizden bazıları şunlar olmalıdır; (*) • Ruhsal hastalıklar hakkında daha fazla bilgi edinin: Ruhsal hastalıklar hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olunursa olumsuz sterotipler (basmakalıp davranış ya da tepki) ve önyargılar da o kadar iyi tanınır. • Ruhsal hastalık deneyimi olan insanları dinleyin: Bu insanlar damgalanmaktan ne anladıklarını ve bu damgalanmanın yaşamlarını nasıl etkilediğini anlatabilirler. Onlar nasıl görünmek istediklerini ve hastalıkları ile nasıl uğraşılacağını en iyi kendileri söyleyebilirler. • Medyadaki damgalamalara cevap verin. Eğer programlarda damgalama dikkatinizi çekerse, televizyona, radyoya veya gazetelere yazın. Endişelerinizi anlatın ve gerekiyorsa ruhsal hastalıklara ait ciddi kaynakları tavsiye edin. • Tanıdığınız biri örneğin "şizofren" kelimesini olumsuz veya yanlış anlamda kullanacak olursa, bunu ona söyleyin. Aynısını belirgin olumsuz ve ayrımcı sözlere karşı da yapın. Hiç kimsenin ruhsal hastalıklara karşı bağışıklığı olmadığı yönündeki küçük bir uyarı, bu gibi durumlarda bazen mucizevi etki yapmaktadır. • Sanatçı, yazar ve benzeri insanların yararlılıklarını anlatın ve ruhsal hastalığın bu insanların yaşamlarının bir parçası olduğunu belirtin. Ruhsal hastalıklar insanların yaşamlarında ortaya koyduğu başarıyı azaltmamaktadır (iyi ki de böyle olmaktadır). Tabi ki konunun uzmanı olmayan birine inanmayabilirsiniz. Fakat Tanıtım ve Halkla İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı yaptığınız Psikiyatrist Prof. Mehmet Bekaroğlu’na danışabilirsiniz. (*) http://www.psikoz-bipolar.com sitesinden alınmıştır.

7 Ocak 2015 Çarşamba

TAKINTI, YALAKALIK, KILIÇDAROĞLU

Son üç haftadır kafamda bir düşünce takıntı şeklinde dönüp dolaşıyor. Akıl sağlığı ile bu kadar ilgilenirsen olacağı bu diyebilirsiniz. Haklısınız. Öncelikle şu takıntı ne imiş ona baktım. “Obsesyon; düşünce takıntısı, İnsanın kendi beynine hükmedememe durumu” ve bu durum bellidir ki ruhsal yahut psikolojik olarak zayıflama anlarıyla bağlantılıdır. Evet, bu ülkede yaşamakla çok uyumlu bir düşünce. Çünkü bu ülkede yaşamak ruhsal ve psikolojik olarak zayıflamayı tetikliyor. Birde psikiyatri sözlüklerinde ki tanıma bakalım. “Bilince takılarak korku ve bunalım yaratan, kişinin istemli çabalarına karşın kurtulamadığı ısrarla tekrar eden düşünce, hayal ya da tepiler olarak” tanımlanır. Yok psikiyatri tanımına tam uymuyor benim takıntım. Bilincime takıldı ama bunalım yaratmıyor, kurtulamayacağım bir takıntı değil. Korku, evet ama kişisel bir korku değil. İsterseniz kafama takılan düşünce ve getirdikleri soruları açıkarsam daha iyi anlaşılacak korkum da. “Yalaka dan sanatçı olmaz.” Ve devamı “Herkes bunu böyle bilmek zorundadır. Gücün karşısında eğilen kişiye sanatçı denmez. Bütün dünyanın ortak söylemidir bu. Sanatçı aykırıdır, aykırılığın umududur sanat. “ Yalaka, yağcı, dalkavuk, evet efendimci… adına her ne derseniz deyin. Bu cümleyi sarf eden kişiye sormak istediğim ilk soru yalaka dan ne olur.? Hangi meslek olunur.? Biliyorsunuz bu sözler Y-CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na ait. Hele hele ana muhalefetin başı ise insan durup düşünmeli bir laf ederken. Tutarlı olmalı. Sormazlar mı; Partiyi, vatanın bölünmez bütünlüğüne inanmayanlarla, İktidar partisinin zihniyetinde ki dincilerle doldurup, Paralel yapıdan birini CB adayı olarak belirleyip karşı çıkan 5-10 vekili ihraç istemi ile disipline vererek, Bunu yaparken de Parti disiplinini demokrasi diye yutturarak, Parti içinde biatçı bir kültür yaratıp kuzuların sessizliğine bürünen vekillerle mi bu ülke aydınlığa çıkacak.? “ Nedir işin sırrı? Neden bir insan dalkavuk olur ki? Öbür taraftan niye bir dalkavuğa esir olunur? “ Bu soruları soran bir Psikiyatri uzmanı. Prof.Dr.Kemal Arıkan. Yanıtlarını da şöyle vermiş; “Yakın ölçekte bir bakalım… İlk akla gelen şey güvencesizlik, sonra kendine güvensizlik, ardından başkalarının sırtından geçinmeyi alışkanlık haline getirmek, kurnazlık vb. birçok olumsuz hal… Düşünsenize kolay yoldan işini sağlama almanın daha pratik bir şekli var mı? Bazı toplumlarda davranışın “norm” olduğuna tanık olursunuz. O toplumlardan biri de biziz diye aklınızdan geçmiyor değil, biliyorum! Genelleme yapmak gerekirse, tanımı icabı, işin ehline verilmediği, torpilin alıp başını gittiği, hakkın, hukukun yerlerde süründüğü, otoritenin benden başkasına geçit yok deyip her şeyi onaylamak istediği bir ortamda dalkavukluk gerçekten “zekice”, bir çare olabilir. Şaka şaka… Yalakalıkta zekâ ne gezer… İş başa düşünce o yolla elde ettiği pozisyon burnundan gelmez mi? Sürekli bir bilen aramaz mı? Sorumluluk kendisinde ve yetki otoritede… Arada sıkışıp kalmaz mı? Bir kere “evet efendim” (İngilizler tam da uygun bir ifadeyle yalakaya -Yes Man!- derler) dediği o büyüğe sürekli boyun eğmek zorunda kalmaz mı? Uykular kaçmaz mı? Kişilik silinmez mi? Ruh sağlığı iptal olmaz mı? Kurnazlık, fırsatçılık ya da daha farlı bir isim bulmak gerekir dalkavuğa özgü… Peki ya dalkavuğa teslim olan otoriteye ne demeli? İnsan ikide bir, “sende mi Brütüs?” Sendromuna yakalanmaz mı? Altının oyulduğunu gördükçe derin pişmanlıklar içinde kıvranmaz mı? Aslında dalkavuğun ne mene bir insan olduğunu bile bile ona hemen her istediğini verecek şekilde davranmaz mı? Karşılıklı güven sıfırın altında bir ısıda adeta morgda yaşamaz mı? İnsanın “vah vah!” diyesi geliyor… Bu oyunun sonu hüsranla bitmez mi? “ Yukarıda anlatılanlar tüm siyasal yapıda var ama olmaması gereken tek yer Atatürk’ün partisi. Hem otorite olarak benim düşüncelerimden başkasına geçit yok diyeceksin sonrada yalakalıktan bahsedeceksin. Bu konuda en son konuşacaklardan biri sizsiniz Sayın Dersim’li Kemal. Birde özrünüz yok mu? Duyunca aklıma hemen bir fıkra geldi. Tabi önce özrünüzle başlayalım. “Siyasetin yapması gereken sanatın ve sanatçının eleştirisine tahammül etmektir. Asıl görevimiz o bizim. Eleştirmek değil, tam tersine tahammül etmek. Sizler dünyaya farklı bakarsınız, dünyayı bizim görmediğimiz gözlerle görürsünüz. Bizim bakmadığımız çerçeve içinde dünyaya bakarsınız. Aykırılıkların uyumunu sağlarsınız, sanatçı olarak. Biz de zaten sizi örnek alıyoruz.” Özrünüz bile çelişkilerle dolu. Eleştiriye tahammül edilmez asıl göreviniz eleştirilere yanıt vermek, düşünce üretmek olmalı. Susmak değil. Hem eleştiriye tahammül edeceksin , diğer yandan seni eleştiren sanat ve sanatçıları örnek alacaksın. Ne yaman bir çelişki ? İşte korkum yaklaşan seçimlerde de bu zihniyetle ülkemin aydınlık günlere ulaşamayacak olması. Prof.Dr.Kemal Arıkan’ın uyarısı tüm yalakalara ders verir sanırım. “İnanın ya da inanmayın, son söz şu olmalı bence, madem argo başladık argo bitirelim; kısa yoldan, yalakalık yaparak bir noktadaysanız, en kısa zamanda geri vitese takıp o ölüm açmazından kurtulmak için daha ne bekler insan? “ Ve hikayemizle bitirelim yazıyı. Kralın birinin canı çok sıkkındır. Dalkavuğunu çağırır ve “Bana öyle bir şey yapacaksın ki özrün kabahatinden büyük olacak. Yoksa kellen gider.” Dalkavuk kara kara düşünmeye başlar. Bir gün kral merdivenleri çıkarken poposunda bir el hisseder ve hışımla ardına bir bakar ki dalkavuk. Hiddetle “Sen canına mı susadın be adam” der. Dalkavuk; “Özür dilerim Kralım sizi Kraliçe zannettim.” Yazmakta aslında bir nevi terapi. Yazarak anlattım takıntım hafifledi. Sizler okuduğunuzda da geçmiş olacak.

3 Ocak 2015 Cumartesi

GELECEĞİN FİZİĞİ

Yeni yılın bu ilk yazısında bir kitap tanıtımı yapmak istiyorum. Geleceğin Fiziği: 2100 yılına kadar bilim, insanoğlunun kaderini ve günlük yaşantımızı nasıl şekillendirecek? "Bugün 1 Ocak 2100, yeni yılın ilk günü varsayın. Sizi nazikçe uyandıran ses "Molly"den geliyor. Molly bir yazılım programı ve bütün gün sizinle birlikte olacak. Gözünüze kontakt lensinizi yerleştirmezseniz bu dünyada size yer yok, çünkü artık 2100'de yaşıyoruz..." New York Şehir Üniversitesi'nde ders veren ünlü fizik kuramcısı Michio Kaku, kendini bilimsel keşiflere adamış 300'den fazla bilim adamıyla yaptığı görüşmelerden faydalanarak yazdığı kitabında bizi 2100'e götürüyor. GELECEKTEN KARELER * Kaku'ya göre tanrılara dönüşmek 2100'deki kaderimiz. Ama aracımız, ne sihir ne de iksir; bilgisayar teknikleri, nanoteknoloji, yapay zekâ, biyoteknoloji ve hepsinden öte tüm teknolojilerin temelindeki kuantum teorisi olacak. * Bu yıllarda robot sektörü, geçen yüzyılın otomobil endüstrisinden daha büyük olacak. Her iş için robot satın alabileceksiniz. * Gelecek yüzyıl "mükemmel kapitalizm çağı" olacak. Piyasaları bu kez gerçekten görünmez bir el değil, sınırsız bilgi şekillendirecek. Her ürünü en ince ayrıntısına kadar analiz eden kontakt lensler, fiyatları mükemmel doğruluğa çekecek. Yani kazık yemek yok! * Bugün kişiye özel üretim çok pahalıyken, 2100'de her giysinin bedenimize uygun olanını fabrikaya sipariş edeceğiz. Nasıl mı? Kredi kartlarında bedenimizin 3 boyutlu kaydı, siparişi verdiğimiz anda fabrikaya yollanacak. * Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler bebeklerinin ismi gibi, ne tip genlere sahip olacağı konusunda da uzlaşmak zorunda. MESELA GELECEKTE NELER OLMAYACAK? - Tümör 2100'lülerin anlamını bile bilmediği bir kelime olacak, çünkü tedavi yöntemleri tümör oluşumuna artık asla izin vermeyecek. - Güneş/Hidrojen enerjisi fosil yakıtların yerini alacak. - Kanser değil, kanserden ölmek tarihe karışacak. - Turist rehber kitapları ve haritalara gerek kalmayacak. Kontakt lensler yol gösterecek. - Yemek pişirmek artık sadece robotların işi olacak. OCAK 2100 CUMA, SAAT 06.15 * Kayıtlara göre 72 yaşındasınız ama organlarınızın biyolojik yaşı 30. Daha uzun yaşamak için genetik programlanmaya tabi tutulan ilk nesilsiniz. 30'lu yaşlarınızda yaşlanmayı durdurmayı tercih ettiniz. Mesleğiniz robot tasarımcılığı. * Yeni yılın ilk günü sabah 6.15'te ışıklar yanıyor ve duvarda tanıdık bir yüz beliriyor. Bu Molly, kısa bir süre önce satın aldığınız yazılım programı. Molly nazikçe "Uyan John. Kriz. Ofiste bekleniyorsun" diyor. "Bu kadar önemli ne olabilir" diye söyleniyorsunuz. YÜZÜNÜZÜ YIKARKEN SAĞLIK TARAMASINDAN GEÇİYORSUNUZ * Yatağı terk edip tuvalete gidiyorsunuz. Yüzünüzü yıkarken aynada, tuvalette, lavaboda gizlenmiş yüzlerce DNA ve protein sensörü harekete geçiyor, nefesinizde ve vücut salgılarınızdaki molekülleri analiz ederek en ufak hastalık belirtisini kontrol ediyor. * Tuvaletten çıkarken kafanıza sardığınız kablolar sayesinde evinizi telepatik olarak kontrol ediyorsunuz. Böylece sadece düşünce gücüyle dairenizin sıcaklığını artırıyor, robot aşçınıza kahvaltı siparişini veriyor, manyetik otomobilinize garajdan çıkıp kapıya gelmesini emredebiliyorsunuz. RETİNANIZDA PARLAYAN EKRANDA GAZETE MANŞETLERİNİ OKUYABİLECEKSİNİZ * Gözünüze bir kontakt lens yerleştiriyorsunuz. Retinanızda parlayan ekranda internete bağlanıyor, günün manşetlerini okuyorsunuz. Bu sırada bir mesaj geliyor: "Şehri saran duvarlarda çatlak tespit edildi. Tamir edilmezse tıpkı geçmişte başka yerlerde olduğu gibi tüm şehir sular altında kalacak." * Otomobilinize atlıyorsunuz, telepatik olarak sizi en kısa zamanda ofise götürmesini emrediyorsunuz. Manyetik otomobil anında internete bağlanıyor, GPS ve yoldaki milyarlarca çip trafiği anlık olarak gösteriyor. HOLOGRAFİK GÖRÜNTÜ SANDALYENİZDE OTURACAK * Ofise varıyorsunuz. Girişte plastik güvenlik kartı kullanmıyorsunuz. Kimliğiniz bedeniniz. İş arkadaşlarınız toplantıya yetişemese de sorun yok. Holografik görüntüleri sandalyeleri dolduruyor. * Sizi ofise getiren krizin sebebi de duvarlardaki çatlak. Robotlar duvarı tamir edemediği gibi çatlağa zarar da veriyorlar. Duvarların tamiri için insan müdahalesi gerekiyor. Dolayısıyla her hareketinizi algılayan kuantum robotları başka bir merkezdeki insanlarla tek beden oluyor. Avatar filmini hatırlayın. ELBİSELERİNİZ AMBULANS ÇAĞIRABİLECEK * Günün yorgunluğunu çıkarmak için eve döndüğünüzde Molly, robot doktorunuz Dr. Brown'ın sizinle görüşmek istediğini söylüyor. Dr. Brown, rahatsız ettiği için özür dileyerek söze başlıyor. Alplerde geçirdiğiniz kayak kazası sonucu yaralanan kolunuzun mekanik bir kolla değiştirilmesinin iyi olacağını söylüyor. O kazada bilincinizi yitirmiştiniz. Neyse ki üzerinizdeki giysiler bu durumu fark etti ve ambulans çağırdı. Sağlık geçmişinizi hastanedeki robot doktorlara yükleyen giysileriniz hayatınızı kurtardı. Bu sırada zarar gören organlarınız mikro cerrahi uzmanı robot doktorlar tarafından yenileriyle değiştirildi. ORGAN KLONLAMAK ARTIK BASİT BİR İŞ * Organ klonlamak artık basit bir iş. İşte bu yüzden Dr. Brown yeni organlarınıza check-up yapmak istiyor. Elinizde cep telefonu büyüklüğünde bir kart var. Organlarınız üzerinde gezdirip MR çekiyorsunuz. Pankreasınızda kanserli hücreler tespit edildi. Kanserli hücreleriniz, Dr. Brown'ın sipariş ettiği nanopartiküllerle değiştirilecek. Yoksa kalan ömrünüz 7 yıl. PAZAR GÜNÜ SİZE EŞLİK EDECEK BİRİSİNİ BULUYOR * Sonunda hafta sonu planı yapmaya vakit ayırıyorsunuz. Molly'den size eşlik edecek birini bulmasını rica ediyorsunuz. Bir saat sonra mesaj geliyor. Aradığınız özelliklere uyan Karen, (Bu arada kadınlar için de aynı teknoloji, eşit biçimde hizmette) davetinizi kabul etmiş. Molly rezervasyonları yapıyor ve "Karen'ın profil bilgilerini araştırayım mı" diye soruyor. "Hayır" diyorsunuz, "Sürprizi kaçmasın." Geleceğin Fiziği , Michio Kaku(*) Çeviren : Hüseyin Oymak/Yasemin Saraç Oymak Yayın Yılı : 2014, 454 Sayfa ODTÜ Yayınları (*) Michio Kaku (加來 道雄 Kaku Michio 24 Ocak 1947), City College of New York’ta teorik fizik alanında Henry Semat Profesörü unvanına sahip teorik fizikçidir. Bilimin popülerleşmesi ve insanlara ulaşması için çalışmaktadır. Fizik ve benzeri konular üzerine birçok kitap yazmış ve ekranlarda sıkça boy göstermiştir. Ayrıca birçok ağ günlüğüne yazı ve makaleler yazmaktadır. Çok satan kitaplar listesine giren İmkânsızın Fiziği (2008), Geleceğin Fiziği ve Beynin Geleceği(2014) adlı üç adet eseri bulunmaktadır. Kaku, BBC, Discovery Channel, History Channel ve Science Channel adlı kanallarda birçok program sunmuştur.