10 Nisan 2013 Çarşamba

Sivil Toplum - II

Sivil Toplum - II “Bir toplum at yarışı ve futboldan başka bir şey düşünmüyorsa; o topluma başkan olacağıma av köpeği olmayı tercih ederim” Bertrand Russell Ülkemizdeki sivil toplum gelişimini 4 dönem halinde incelersek; (Cumhuriyet Öncesi, 1923-1950, 1950-1980, 1980 ve günümüz.) Cumhuriyet Öncesi dönem Osmanlı geleneğinin sürdüğü devlet denetimine geçmiş güç odaklı vakıflarla sınırlı kaldığını görürüz. Türkiye’deki sivil toplum örgütlenmelerinin anayasal hak olarak görülmesi 1908 Anayasası ile ortaya çıkmıştır. 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu Genç Cumhuriyetinde ilk 15 yılında yani 1938 yılına kadar sivil toplum hayatını düzenleyen kanun olmuştur. Bağımsız modern bir ulus-devlet olarak ortaya çıkmaya başlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde sivil toplumun modern bir ulus kurma çabası içinde ki devletle organik bir bağ içinde olması çok normaldir. Ki her on kişiden dokuzunun kırsalda yaşadığı bir toplum yapısı hakimdir. Dolayısı ile bu dönemde sivil toplum örgütlenmesinin tabandan gelişmesini beklemek çok doğru olmaz sanırım. 1938 de yürürlüğe giren yeni Cemiyetler Kanunu 1946 yılında çıkarılan Dernekler Yasasına kadar bu boşluğu doldurmuştur. Dernekler Yasası göreceli olarak sivil toplum alanında ki özgürlükleri genişletmiş hem dernek hem sendika etkinliklerinde bir canlanma olmuştur. Ne yazık ki, bu özgürlükler bu yıllarda da devlet merkezli ve yukarıdan aşağıya modernleşme düşüncesi, sivil toplum alanının tabandan gelişmesine olanak vermemiştir. 1961 Anayasası ilk kez ülkedeki örgütleme özgürlüklerinin önünü açarak sivil toplumun genişlemesini sağlamıştır. Dernekleşme oranını arttığı, köylü ve kentli sınıfların toplumsal hareket içinde yer aldığı görülmektedir. Ve yine ne yazık ki, bu dönüşüm önce 1971 muhtırası, ardından 1980 darbesi ile duraklatılmış hatta işlevsiz hale getirilmiştir. Nerede ise örgütlenme hakkı yasal olarak engellenmiştir. 1983 yılında yürürlüğe giren yeni Dernekler yasası da rejimin yasakçı ideolojisinin devam etmesinden başka bir işe yaramamıştır. Siyasi partiler de devlet denetimine karşı mücadele etmek yerine örgütsel yaşamı kendi siyasi çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik araçlar olarak görmüştür. Bunun örneklerini yakın tarihlerde de yaşadık. Sivil Toplum örgütlerinin o an başarılı görülen yöneticileri Siyasal partiler tarafından meclise gönderilmiş, bir yerde kendi iç dinamikleri ile kişiler işlevsiz hale getirildiği gibi sivil toplum örgütleri de işlevlerinde sekteye uğramıştır. Ya da sivil toplum örgütü yöneticileri sivil toplumu geliştirme çabaları yerine başında bulunduğu sivil toplum örgütünü, siyasi partilere dolayısı ile meclise sıçrama taşı olarak görme yolunu seçmiş ve seçmektedir. Özellikle 1980 yıllarından sonra başlayan Güney Amerika, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliğinde sözde demokratik rejimlere dönüşüm sürecinde yaşananları bu sürece benzetiyorum. Hatta Sovyetler Birliğinde duvar yıkıldıktan sonra devlet destekli günde 200 adet derneğin kurulduğu bilinmektedir. Bu demokratik dönüşüm süreçleri bazı çevrelerce sivil toplumun başarısı olarak lanse edilmeye çalışılsa da ben bu örgütlenmelerin emperyalizmin bu sivil örgütlülüğü kendi çıkarları uğruna kullanması olarak görüyorum. Mondoros Mütarekesinden sonra Osmanlı Padişahı ve hükümetin taşradaki denetimini sağlamak ve işgalleri önlemek üzere Damat Ferit tarafından kurulan, Heyet-i Nasiha (Nasihat Heyeti) sivil bir kamuoyu yaratmak için kuruldu ve işgalleri önleyemedi ise, günümüzde yine devlet destekli Büyük Ortadoğu Projesine kamuoyu yaratmak için kurulan “akil adamlar” heyeti iki gündür incelediğimiz Sivil Toplumun tabandan gelişmemesine en güzel örnek değil mi? Bir sonraki yazıda ülkemizdeki sivil toplumu rakamlarla incelemeye devam edeceğiz.

Hiç yorum yok: