14 Mayıs 2013 Salı

İNSANSAL VAROLUŞ

Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil. Onlar, kendi yolunu izleyen Yaşam’ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınız ile geldiler ama sizden gelmediler, Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz ama ruhlarını hayır, Çünkü ruhları yarındadır, siz de yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. Siz onlar gibi olabilirsiniz ama sakın onları kendiniz gibi olmaya zorlamayın, Çünkü yaşam geriye dönmez, dünle de bir alış verişi yoktur. Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ileriye atılmış oklar Oku’nun önünde kıvançla eğilin. HALİL CİBRAN Bir birey insan ırkını temsil eder. Hem “kendisi”, hem de “herkestir”. Özellikleriyle bir birey, aynı zamanda insan ırkının tüm özelliklerinin temsilcisidir de. İnsanın bireysel kişiliği, tüm insanlarda ortak olan insansal varoluş özellikleri ile belirlenmiştir. İnsanın kutsanması olan akıl, aynı zamanda onun lanetidir de. İnsan yalnızdır. Aynı zamanda bağlantıları olan toplumsal bir varlıktır da. Bu insansal varoluş özelliklerimizi belirleyen ise kişiliktir. Ruh bilimcilere göre kişilik, bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünü olarak tanımlanır. Ve Latincede tiyatro oyuncularının rollerine uygun olarak yüzlerine taktıkları “maske” anlamına gelen “persona” sözcüğünden türetilmiştir. Kişiliğin bir yanı, insanın öteki kişilerle ilişkilerinde aldığı tavır, gösterdiği davranış, yani taktığı maskedir. Zorda kaldığımızda ya da eleştirildiğimizde “benim kişiliğim böyle” deyip kurtulmaya çalışırız. Çeşitli genetik özelliklere sahip olarak dünyaya geliriz. Kişiliğin gelişmesinde ve şekillenmesinde etkili olan bu özelliklerin, gelişmesi söz konusudur. Böylece, bu özelliklere sosyal öğrenmeler sonucu çevreden edinilen bilgilerin de eklenmesiyle kişilik, daha kararlı bir şekil alır. Kişiliğin çekirdekleri yaşamın ilk yıllarında atılır ve oluşur. Ancak, kişiliğin gelişmesi ve son biçimini alması, gençlik çağının sonuna kadar sürer, (Köknel, 1983 s. 37). Burada önemli olan, ailenin, çocuktaki eğilimlerin olumlu ya da olumsuz biçimde ortaya çıkmasını sağlayacak ortamı oluşturma gücüne sahip olmasıdır. Eğitimin kişilik üzerine etkisi, tartışılması söz konusu bile olmayan bir olgudur. Çağımızda uygulanan eğitim ile kişilik gelişimi aynı paralelde yol alırken, genetik yapının etkileri gerçeği araştırma konusu olmaya devam etmektedir. Günümüz teknolojik imkanları kullanılarak eğitime katkı sağlanmakla birlikte dünyanın toplumsal bilinci hala ilkeldir. Çünkü hala cinayetler, hırsızlık, ırkçılık, yayılan hastalıklar tüm bu eğitim ve teknolojiye rağmen hızla çoğalarak sorunlar olarak karşımızda durmaktadır. Ericson’a göre insan kişiliğinin oluşumu yaşamı boyunca geçirdiği 8 kritik döneme bağlıdır. Kişiliğin çok geniş kapsamlı tartışmasını yapmak değil amacım. Acaba belli bir dönemden sonra esnekliğini yitiren kişilik özelliklerimizi esnek hale getiremediğimiz için mi bu toplumsal paranoya? Özellikle hayatın erken dönemlerinde ve ailede şekillenmeye başlayan kişilik, çağımıza özgü bir çelişki olan özdeksel doyumumuzu çocuklarımıza yansıtmamız mıdır? Ve bu özdeksel doyumu aynı genetik kazanımlarımız gibi nesilden nesile aktarmakta mıyız. Kitap okunmayan bir evde yetişen çocuk bu alışkanlığı edinebilir mi? Yemek seçen, teknolojik aletlerin başından kalkmayan, bu nedenle yaşamı düzensiz hale gelen, her şeyi önüne getirilen, anneye destek olmayan bir baba, hatta ve hatta yeni doğan bebeği varken bu hizmetleri bekleyen bir baba çocuklarının kişiliğini olumlu etkileyebilir mi? Ve bu ailede ki bireylerin - anne başta olmak üzere – akıl sağlıkları bozulmadan kalabilir mi? Tabi kişiliğim böyle diyerek anneler içinde olumsuz örnekler verebiliriz. Yine de baba olgusunun etkisinin çocuk üzerinde önemini dikkate alırsak kişilik oluşumunun nesilden nesile olumsuz yansımasını görebiliriz. Daha da vahim olanı kendi kişiliğinin oluşumunu etkileyen bu olumsuz faktörleri, kişiliğini esnekleştirme çabası göstermemesi kanımca kişilik bozukluğu belirtisidir. Çünkü nasıl ki akıl rahatsızlıklarında hasta hastalığını kabul etmiyorsa, bu tür kişilikler de kendi yaptıklarının farkında olmayıp doğrunun bu olduğunu düşünmesi ve hayatından memnun olması çok doğaldır. Eğitimin sistemli olarak kişiliksiz hale getirilmesi, aileden de kişilik oluşumunda destek göremeyen nesillerin yetişmesi çok normal sanırım. Çağımız da gittikçe gelişen teknolojik özdeksel doyumu sağlayan araçları özellikle barış ve insanların mutluluğu için kullanmak arasında ki çelişki çözümlenemeyecek bir çelişki değil aslında. Yeter ki kişiliklerimizi, öncelikli olarak insansal varoluşumuz için esnetebilelim.

Hiç yorum yok: