10 Mayıs 2013 Cuma

HEKİMLİK VE ETİK - V

Vahşi küresel dünya düzeni, çağdaş insanda bir tedirginlik ve giderek artan bir şaşkınlık duygusu yaşatmaktadır. Doğaya üstün olmak için yeni ve güçlü araçlar yaratırken bu araçların ağına düşerek onlara anlam veren –asıl ereği- kendini yitirmiştir. Çünkü insansal varoluşun en önemli ve temel sorunları konusunda bilgisizdir. İnsanın yani kendisinin, ne olduğunu, nasıl yaşaması gerektiğini, içindeki sayısız güçleri nasıl özgürleştirebileceğini ve nasıl üretken hale getirebileceğini bilmemektedir. Bilinçli olarak içi boşaltılan eğitim sistemi ve demokratik yol gösterici örgütlerinde bu insansal uzaklaşmadan etkilenmemesi düşünülemez. Ve insanın kendinden uzaklaşması gün geçtikçe daha da vahim boyutlara ulaşmaktadır. Beşinci yazıdır sürdürdüğüm hekimlik ve etik konusunda son yirmi yıl içinde derlediğim örneklerden de anlaşılacağı gibi sağlık konusunda da bu etki kendini hissettirmektedir. Akademik çevrelerde de tartışılan konu hakkında son yıllarda ki akademik tartışmaların azaldığını veya halka yansımadığını gözlemlemek teknoloji sayesinde çok kolay hale gelmiştir. Ya da büyüklerimizden gördüğümüz duyduğumuz şekli ile yazarsak çok eski değil 15 - 20 yıl öncesine kadar hekimlere karşı korku ile karışık bir saygı hüküm sürerken günümüzde saygıyı bırakın şiddet egemen hale gelmeye başlamıştır. Tabi hasta olarak da hakların bilinmemesi gittikçe demokratik çözümlerden uzaklaşmayı getirmektedir. Hekimlerin de bu durumdan etkilenmemesi düşünülemez belki. Yine de kendi yaşadığım ve ele aldığım ilk örnekte ki gibi “hastalık hakkında bilgi alma” hakkının demokratik olarak kullanılmasının şikayet gibi algılanması bir yana etik olmayan durum; bu hakkı kullanan hasta yakınlarının “tedavi edilmeyeceğinin” açık açık söylenmesidir. Özellikle beyin rahatsızlıklarında keskin ince çizgilerle ayrılamayan, ve tanının sadece gözlemlere dayalı olması bu konuda daha da dikkatli olmaya sevketmelidir hekimleri. Verdiğim ikinci örnekte bir iki görüş sonrası manic depresif bir hastaya hiçbir şeyiniz yok denmesi eğitimle mi, etik le açıklanır artık çözemiyorum. Ya da üçüncü örneğimizde olduğu gibi teşhis konmuş bir hastaya farklı teşhis konulup yanlış tedavi uygulamak ve ısrarcı olmak “hekimde insandır” hata yapabilir düşüncesi ile affedilebilir ama meslek odasının durumu bir meslek dayanışması algısına neden olabilecek şekilde yeterince araştırmaması etik olmayan bence. Hasta yakını o psikoloji ile durumu tam yansıtmamış olabilir ama ortada ciddi bir sorun olduğu açık açık belirtilmişken yeterli incelemenin yapılmaması, hasta yakınına anlaşılmayan durumların sorulmaması, meslek odasının en ince detayına kadar yayınladığı etik kurallarla bağdaşmamaktadır. Ya da belki daha da vahimi şikayet edilen hekimin, hasta yakınını arayarak kinayeli bir şekilde serzenişte bulunması yeni bir hekim arayışı ve yeni tanı ve tedavilere sıfırdan başlamaya neden olmaktadır. Özellikle nörolojik ve ruh sağlığı konularının iç içe olması, geçmişinde nörolojik vakalar bulunan hastaların psikiyatr tarafından yönlendirilmemesi beklide kontrol altına alınabilecek psişik vakaların çok vahim durumlarla karşılaşılmasına hatta verdiğim örnekte ki gibi zaten intiharların en yoğun görüldüğü bipolar rahatsızlıklarda hastanın tedavide ki sürecin uzamasına ve karamsarlığa düşerek intihara bile neden olabileceği düşünülebilir. Şu ana kadar verdiğim olumsuz örneklerin vatandaşa yansıması sadece psikolojik değil ekonomiktir de. Zaten tedavi yöntemlerinin, ilaçlarının çok pahallı olması ve sosyal güvenlik kurumunun yeterli desteği vermemesi örneklerde ki gibi süreçlerin yeniden yeniden başlaması, hasta ve yakınını yeni süreçlerde hekimden uzaklaştırmakta, kaderciliğe boyun eğerek tedaviden vazgeçilmektedir. Fakat asıl trajik olan ve sonuçları açısından etiğinde ötesine geçen vaka ise genetik rahatsızlığı olup ta bunu yakınlarından gizleyip, olacağı ameliyat öncesi hekime söylemesi ve ameliyatın risk oluşturabileceğinin söylenmesi vakası dır ki sonuç olarak ta birkaç olumsuzluğu içermektedir. Bir, genetik rahatsızlık için hiçbir tetkik yapılmadan hastanın söylemleri ile tanı konması, iki, bu hatalı tanı ile ameliyatta büyük bir risk olduğunun hasta ve yakınlarında şok etkisi yaratacak şekilde açıklanması, üç, bu şok edici açıklama sonrası ameliyat olacak hastanın üzerinde psikolojik korku yaratılması, dört, bilinci açık olan bir hastaya bu risk açıklandıktan sonra, hasta yakınlarına ameliyat izni almak adına durumun panik yaratacak bir şekilde anlatılması ve hastanın gizlediği genetik rahatsızlığının açıklanması, beş, genetik rahatsızlığı takip eden hekime danışılmaması, görüş sorulmaması, altı, şuana kadar anlatılanlar trajik kısım, trajikomik olan ise hasta ve yakınlarında yaşatılan bu şok ve panikten sonra her önlemin alınacağının ve sorunsuz bir ameliyat olacağının gayet sakin bir şekilde açıklanması. Bilgi, korkuyu yok eder. Bilgisizlik ve bilinçsizlik şiddeti getirir. Akademik çevrelerde yapılan araştırmaların, hasta ve yakınlarının hakları konusunda halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlenmesi için demokratik kitle ve meslek örgütlerinin önemi açık şekilde görünmektedir. Sistemin kölesi haline gelmiş ve halkın sorunlarına kulak tıkayan siyasetçilere Albert Einstein ile yanıt vererek yazımı bitirmek istiyorum. “Gençlik yıllarımda biz aydınlar, “Tanrı’nın buyruğu ile” saltanat süren krallar ve imparatorların sonu gelince, insanlık için daha mutlu bir çağın başlayacağına inanıyorduk. Bunların büyük bir kötülük kaynağı olabileceği ortada. Eh artık kökleri kazındığı söylenebilir, ama insanlığın durumu daha iyi değil. Halkı kandıran politika cambazları gidenlerin yerlerini ustaca doldurdular.”(x) (x) Albert Einstein, Dünyamıza Bakış; Çev: C.Çapan; Alan Yayıncılık

Hiç yorum yok: