16 Mart 2013 Cumartesi

ÜÇÜNCÜ BİN YIL ?

ÜÇÜNCÜ BİN YIL? Dünden devam… Konumuz üçüncübinyılda kadın ve erkeğin rolü idi, ben insanın rolü olarak algıladığım için karamsar bir tablo çıkardım ama bu yeni yüzyıl bilgi çağı olacağından dolayı üretmeyen, çağı yakalamayı ülkesinde her şeyin bulunduğunu açıklayarak algılayan, tüketim toplumuna dönüştürülen ama bunun farkında olmayan toplumlar ne yazık ki bu yeni çağıda es geçecekler gibi geliyor bana. Genel olarak algılarsak, evrim tarihi insan beyninin gittikçe büyüyeceğini bilim kurgu misali anlatıyor. Kendi yarattığımız teknoloji canavarı ile birlikte şu an yüzde onunu kullanabildiğimiz beynimizin üçüncübin, dördüncübin yıllar da daha da işlevini kaybedeceği ve yine bilim kurgu filmlerinden fışkıran, büyüyen beyinle birlikte koca kafalı toplumlara ulaşacağımız gözüküyor. Dolayısı ile önümüzde ki yeni çağlara damgasını vuracak olanlar artık cinselliğin ötesinde belki de salt beyinlerden oluşabilecek işlevini kaybetmeyen beyinler olacaktır. Ya da insan olmanın erdemlerini anlayamayan insan kültüründe George Orwell’ın “Bindokuzyüzseksendört” ündeki büyük birader gibi devasa bir beyin mi çağa damgasını vuracaktır.? Bilim kurgunun gerçekleşeceğini son on yıllık gelişmeler göstermiyor mu? Korkunç bir bilgisayar ağı ve bu ağı ele geçirip tekelleşerek tüm bilgiyi istediği gibi kullanıp, hatta bunu tek elden yöneterek korkunç bir beyine dönüştürmeye çalışan insanlar. Kendi yarattığı canavarın dişlileri arasında ezilmemek için yeni dünya düzeninin babası, bu gelişmeler karşısında Hukuksal mücadele dahi başlattı ikincibin yıl sonlarında. Bu korkunç ağ ortaya çıkışından çok kısa bir süre sonra bizim gibi sadece çağı kopyalamaya çalışarak üretmeyen toplumları dahi etkisi altına almadı mı? Toplumumuzda buna övgüler düzmüyormuyuz. Evet teknolojiyi kullanmasını bilmekte bilgi, bana sorarsanız bilgiyi teknoloji ile depolamaya evet, ama şöyle gazetenizi alıp daha mürekkebi kurumadan kokusunu içine çekerek kahvenle birlikte sayfaları çevirip sindire sindire okumanın keyfini hiçbir teknoloji veremez bana göre. Bu süreç okuma alışkanlığı edinmeyip, bilgiyi hap gibi alıp işin kolayına kaçarak beynimizin o kullanılmayan yüzdelerini daha da arttırmıyor muyuz böylece? Evet çok kısa bir süreç olmasına rağmen on dokuzuncu yüzyıla kadar ve hala doğayı korumaya çalışan dinozorlar gibi insanı internet çılgınlığının etkilerinden kurtarmak için sempozyumlar yapmıyormuyuz.? Bilgiyi elinde bulunduran toplumlar çağada damgasını vuracaktır. Evet sanayi devrimini yaşayan, burjuva devrimlerini aşan toplumlar bugüne kadar doğayı yokederek her şey insan için sloganı ile ortaya çıkmadı mı? Drucker haklı değil mi.? Düşünüyorum da bilgi çağında acaba insan neslinin sonumu gelecek? Doğa karşısında galip gelen insan teknoloji karşısında da aynı galibiyetini sürdürebilecek mi? Diyeceksiniz ki bu karamsarlık niye. Evet ortalama 50-100 yıllık insan ömründe bu çöküşü görmek mümkün değil. Ama son çılğınlığa, sonucunu düşünmeden bizde kendimizi kaptırmış gidiyoruz. 4,5-5 milyar yıldır oluşumunu sürdüren yaşlı dünyamız acaba bu çılgınlığa ne kadar dayanacak.? Her toplum bilgiyi insan adına kullandığını iddia ediyor. Alfred Nobel bile dinamiti keşfettikten sonra pişman oluyor savaşlarda kullanıldığını görünce. Yine de bu nedenle koyduğu ödülde kimya dalını ödül dışında bırakıyor. Çünkü ihtirası öne çıkıyor. Ödülün koyulduğu yıl kimya dalında ödül alacak kimyacı Nobel’in sevdiği kadını elinden alan kişi? (Belki de bu bir söylence) Kısacası ihtiraslarımız, açgözlülüğümüz kısacık hayatta sadece ben dememiz ne yazık ki bilgi çağında da kendini gösteriyor. Bu böyle olmasa idi şu an milyonlarca aç ve sefil insan olur mu idi dünyamızda.? Büyük savaşların çoğu paylaşım savaşi değil mi dünya tarihinde? Kendi iş çevremizde bile onurunu ayaklar altına alarak tüm ahlaksal değerleri gözardı ederek sırf ihtirasları, çıkarları uğruna en yakınlarını bile satan insanlarla dolu değil mi? Üçüncübin yılda insanın rölü kendini insan ve teknolojiye karşı korumaktan geçiyor bence. Tartışmamız gereken konu üçüncübin yılda insanı insana karşı nasıl koruyacağız? İnsanlık tarihinde bu konuda bir yığın kavram, düşünce, felsefe, yönetim biçimi üretilmiş fakat gördüğümüz gibi hepsi yenilgiye uğramıştır. Ve zafere ulaşan doktrinler sonu hızlandırmaya yaramıştır. Önemli olan tüm uğraş Habil ile Kabil’den bu yana devam eden genetik bozukluğun üzerinde çalışmak. Ama bu öyle bir genki makro cosmostan mikro cosmosa kadar evreni çözmeye çalışan insan için kaos olan bir gen. Yinede ben, bu gidişin bilim ile çözülebileceğine inananlardanım fakat bilim ne kadar yardımcı olabilir kestiremiyorum. Çünkü bilim kurcaladıkça, insanı araştırdıkça karamsarlık daha da çöküyor. Bunun nedenlerini sınırlı bir deneme de örneklemek çok zor. Bir örnek vermek gerekirse; yapılan çok yeni bir araştırma, son 500 yılın 10.000 yaşam öyküsünü 20 yıllık bir çalışma sonucunda değerlendirerek bazı insanların nasıl otoriter, muhafazakar kişilikler kazanırken, bazılarının doğuştan devrimci olduklarını, genler, para, sınıf özellikleri veya dini öğretilerin mi kimilerini geri kafalı, diğerlerini ilerici yaptığını sorgulamış. Araştırmaya göre kardeşler arasında büyüklerin ilgisini çekmek için bir mücadele var ve ilk doğanla sonradan gelenler farklı yöntemlerle bu savaşı sürdürüyorlar. Ve bu taktikler kişilik özelliklerinin profilini belirliyor. İlk doğanlar, kardeşin gelmesi ile birlikte kendilerini yetişkinlere eş tutuyor ve kardeşlerine göre yaş avantajını kullanarak onlar üzerine otoriter bir güç kurmaya çalışıyorlar ve bu özelliği ömür boyu taşıyorlar. Sadece kendilerine ait ilgi ve sevgiyi kardeşleri ile paylaşmak onları hırçınlaştırıyor, kıskançlık, intikam arzusu ve ani şiddet patlamalarına eğilimli oluyorlar, ancak ilerki yaşlarda disiplin ve sorumluluk duygusu gibi özellikler daha ön plana çıktığı için bu duygularını biraz olsun bastırabiliyorlar. Sonradan doğanlar ise ebeveynlerin ilgisini çekmek için daha farklı yollara başvuruyor, büyük kardeşlerde olmayan bazı yetenekler geliştirmek zorunda kalıyorlar. Bu nedenle sonradan doğanlar yeniliklere karşı daha hazır oluyorlar, hep barışçıl ve uysal olmaya dikkat ediyorlar. Çünkü daha küçük yaşlarda büyüklerine karşı zayıf oldukları dönemde, şiddetten kaçınmaları gerektiğini öğreniyorlar. Ayrıca çocukken ezilmeleri adalete karşı çok hassas bir anlayış geliştirmelerine neden oluyor, bu onları kolaylıkla devrimci ve direnişçi yapabiliyor. Hatta araştırma politikada açık fikirli olmaları, gelişmiş adalet anlayışları sonradan doğanları tarihte reformcu ve propagandacılar olarak fakir ve ezilmişlerin lideri yaptığını, onların başlattıkları devrimlere daha sonra ilk doğanların katılması ve gittikçe gücü ele almlarıyla kısa zamanda olayların kanlı savaşlara dönüştüğünü öne sürüyor. Örnek olarak ta Fransız Devrimini vermiş. Son olarak son doğan olarak büyüyen ebevenlerin daha ılımlı çocuklar yetiştirdiklerini söylüyor araştırma. Ve eğer araştırma bu tezlerinde haklı ise üçüncübin yılda dünyamızın geleceği pek parlak değil. Çünkü tek çocuklarında bazı sınırlamalar la birlikte ilk doğanlar grubuna dahil olması ve sanayi ülkelerinde çocukların %50’sinin tek çocuk olarak büyümesi geleceğimizin pek parlak olmayacağının göstergesi sanırım. Okuduğunuz bu deneme 1998 yılında bir şirket içi yarışmada birincilik ödülü almış olup ilk kez yayınlanmaktadır.

Hiç yorum yok: