11 Mart 2013 Pazartesi

"AKILLI KADIN DAYAK YEMEZ"

“AKILLI KADIN DAYAK YEMEZ” “Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar” Nazım Hikmet RAN “Kadınının; karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” kültürü ile yetişen ülkemizde bir Kadınlar Günü daha coşku ile kutlandı. ! 8 Mart 1857’de New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. 40 bin kadın işçinin örgütlediği bu grev o zamana kadar ki en kitlesel kadın eylemlerinden biriydi. Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırmış, fabrika yönetiminin de desteğiyle binlerce işçi fabrikaya kilitlenmişti. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can vermişti. Ve yine 8 Mart 1917’de Şubat Devrimi’nin kıvılcımını çakan Pedrogradlı dokuma işçisi kadınların anısına çeşitli mücadelelerden sonra Birleşmiş Milletler 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını ancak 1977 yılında kabul etti. Tabi günün ve mücadelelerin tarihçesine değinmeden. Hala da internet sitesinde bu tarihçe yazılmadı. Eğer bir gün Birleşmiş Milletler bu anma gününün tarihçesini yazarsa; Dünya’da emperyalizme karşı mücadele eden Kurtuluş Savaşımızın kadınlarının anısının da eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Kadınlar gününün tarihçesine baktığımızda bir emek, daha güzel bir dünya, daha güzel bir ülke mücadelesi olduğunu görüyoruz. Ne yazı ki 21. yüzyılda biz bu gün ülkemizin bir çok ilinde olduğu gibi yaşam hakkı elinden alınan kadınlar için sokaklarda yürüdük. Kadına yönelik şiddet mücadelesini konuşuyor ve tartışıyoruz. Toplantılarda kadına şiddeti içeren nutuklar atıyoruz. Bunlarda ne kadar samimiyiz acaba? Yapılan resmi bir kutlamada Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, kadına yönelik şiddeti insan hakkı ihlali, halk sağlığı sorunu, ilerlemenin, büyümenin, önünde büyük bir engel olarak gördüklerini belirterek, "Hukuk devletinde çıkarılabilmesi gereken bütün yasaları Anayasa başta olmak üzere çıkardık. Yaşanan olaylardan sonra Türk Ceza Kanunu çıkmadan önce özellikle terör ve namus cinayetlerinde birçok indirime gidiliyordu. Çevre baskısı, töre baskısı, etkiler deyip 2 yıl ceza alıp çıkarken, bugün artık yapılan değişimlerle en az 15 – 20 yıl cezalar alınarak, cezalar ağarlaştırılmıştır. İkincisi geçen yıl 8 Mart Dünya Kadınlar gününde biz aile de kadına yönelik şiddetle ilgili özel bir yasa çıkardık. Bu yasayı çıkartırken de İstanbul Anlaşması dediğimiz ve bugün uluslararası Avrupa Konseyi'nde en önemli anlaşmayı çekincesiz olarak ilk imzalayan hükümet ve devlet olduk. Arkasında iç hukukumuzu da buna göre dizayn ettik. Kadına yönelik şiddeti nasıl önleyeceğiz, nasıl cezalandıracağız anlamında çok temel önemli bir yasayı sivil toplum örgütleriyle ve bu işten damdan düşenlerle bir araya gelerek başardık" dedi. Ya ben Mars’ta yaşıyorum ya da gerçekten yönetenler beni aptal yerine koyuyor. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni incelerseniz Madde 5 – Devlet Yükümlülükleri ve gereken özeni gösterme sorumluluğu 1.Taraflar, kadına yönelik şiddet eylemlerinde bulunmaktan kaçınır ve devlet adına faaliyet gösteren devlet yetkilileri, görevlileri, kurum, kuruluşlar ve diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun davranmalarını sağlar. 2.Taraflar devlet dışı aktörlerce işlenen ve işbu sözleşmenin kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır. der. Sözleşmenin hemen hemen tüm maddeleri bir yaptırım içermeyip tavsiye kararları şeklindedir. Sözleşmenin uygulanıp uygulanılmadığını denetlemek adına da maddeler düzenlenmiş. Yine de uygulamayı taraf devletlerin insiyatifine bırakmış. Peki Sn.Şahin’e sormak gerekiyor. 24 Ocak 2013’te meclisten geçen ve 31 Ocak 2013’te yürürlüğe giren ve 04.02.2013 tarihinde “Bilinçli Toplum” başlıkla makaleme de konu olan 6411 sayılı Denetimli Serbestlik Kanunu’nu bu hükümet çıkarmadı mı.? Bu Yasa kadına şiddet uygulayan erkeklerin önündeki engelleri kaldırmıyor mu?. Kadına yönelik şiddet kapsamında suç işleyen ve çoğu eşini kasten yaralama (2-5 yıl), hakaret (3 ay-2 yıl), tehdit (6 ay-2 yıl) gibi suçlardan birkaç yıl ceza verilen kocalar hiç hapse girmeden cezası da ertelenebilecek. Kadına şiddet uygulayan erkekler ceza almazken, şiddet uyguladıkları kadınları öldürürse sorumlusu kim olacak ? Son 5 yılda 700 kadın öldürüldü. Nerede İstanbul Anlaşması ? Erkek şiddeti için yeni düzenleme af gibi işlemeyecek mi? Tabii bu sorular sadece Bakana değil, 8 Mart’ta kutlama mesajları gönderen, nutuklar atan tüm muhalefetteki siyasetçilere, örgütlere de soruluyor aslında. “Sadece erkekler dövüyor diye bir şey yok, kadınlar dayak yiyor gibi geliyor bana. Kadının kaşınanı var, kaşınmayanı var, haksız yere dayak yiyeni var. Dayak konusunda bazı kadınlar hafif kaşınıyor. Adamı tahrik ediyorlar. Akıllı kadın dayak yemez” Yukarıda ki sözler 8 mart 8 kadın projesinde, eşinden gördüğü şiddet nedeni ile hayatını kaybeden Ayşe Paşalı’nın özel makyajla yerine geçen Hülya Avşar’a ait. Böyle bir projede bu düşünce de olan kişilerin seçilmesi projenin samimiyetini zedelemez mi? Ayşe Paşalı ve öldürülen kadınlar aptal mı ya da kaşınmış mıydı ? Sağlıklı toplumlar, beden ve ruh sağlığı sağlam olan bireylerde oluşur.

Hiç yorum yok: