7 Ocak 2015 Çarşamba

TAKINTI, YALAKALIK, KILIÇDAROĞLU

Son üç haftadır kafamda bir düşünce takıntı şeklinde dönüp dolaşıyor. Akıl sağlığı ile bu kadar ilgilenirsen olacağı bu diyebilirsiniz. Haklısınız. Öncelikle şu takıntı ne imiş ona baktım. “Obsesyon; düşünce takıntısı, İnsanın kendi beynine hükmedememe durumu” ve bu durum bellidir ki ruhsal yahut psikolojik olarak zayıflama anlarıyla bağlantılıdır. Evet, bu ülkede yaşamakla çok uyumlu bir düşünce. Çünkü bu ülkede yaşamak ruhsal ve psikolojik olarak zayıflamayı tetikliyor. Birde psikiyatri sözlüklerinde ki tanıma bakalım. “Bilince takılarak korku ve bunalım yaratan, kişinin istemli çabalarına karşın kurtulamadığı ısrarla tekrar eden düşünce, hayal ya da tepiler olarak” tanımlanır. Yok psikiyatri tanımına tam uymuyor benim takıntım. Bilincime takıldı ama bunalım yaratmıyor, kurtulamayacağım bir takıntı değil. Korku, evet ama kişisel bir korku değil. İsterseniz kafama takılan düşünce ve getirdikleri soruları açıkarsam daha iyi anlaşılacak korkum da. “Yalaka dan sanatçı olmaz.” Ve devamı “Herkes bunu böyle bilmek zorundadır. Gücün karşısında eğilen kişiye sanatçı denmez. Bütün dünyanın ortak söylemidir bu. Sanatçı aykırıdır, aykırılığın umududur sanat. “ Yalaka, yağcı, dalkavuk, evet efendimci… adına her ne derseniz deyin. Bu cümleyi sarf eden kişiye sormak istediğim ilk soru yalaka dan ne olur.? Hangi meslek olunur.? Biliyorsunuz bu sözler Y-CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na ait. Hele hele ana muhalefetin başı ise insan durup düşünmeli bir laf ederken. Tutarlı olmalı. Sormazlar mı; Partiyi, vatanın bölünmez bütünlüğüne inanmayanlarla, İktidar partisinin zihniyetinde ki dincilerle doldurup, Paralel yapıdan birini CB adayı olarak belirleyip karşı çıkan 5-10 vekili ihraç istemi ile disipline vererek, Bunu yaparken de Parti disiplinini demokrasi diye yutturarak, Parti içinde biatçı bir kültür yaratıp kuzuların sessizliğine bürünen vekillerle mi bu ülke aydınlığa çıkacak.? “ Nedir işin sırrı? Neden bir insan dalkavuk olur ki? Öbür taraftan niye bir dalkavuğa esir olunur? “ Bu soruları soran bir Psikiyatri uzmanı. Prof.Dr.Kemal Arıkan. Yanıtlarını da şöyle vermiş; “Yakın ölçekte bir bakalım… İlk akla gelen şey güvencesizlik, sonra kendine güvensizlik, ardından başkalarının sırtından geçinmeyi alışkanlık haline getirmek, kurnazlık vb. birçok olumsuz hal… Düşünsenize kolay yoldan işini sağlama almanın daha pratik bir şekli var mı? Bazı toplumlarda davranışın “norm” olduğuna tanık olursunuz. O toplumlardan biri de biziz diye aklınızdan geçmiyor değil, biliyorum! Genelleme yapmak gerekirse, tanımı icabı, işin ehline verilmediği, torpilin alıp başını gittiği, hakkın, hukukun yerlerde süründüğü, otoritenin benden başkasına geçit yok deyip her şeyi onaylamak istediği bir ortamda dalkavukluk gerçekten “zekice”, bir çare olabilir. Şaka şaka… Yalakalıkta zekâ ne gezer… İş başa düşünce o yolla elde ettiği pozisyon burnundan gelmez mi? Sürekli bir bilen aramaz mı? Sorumluluk kendisinde ve yetki otoritede… Arada sıkışıp kalmaz mı? Bir kere “evet efendim” (İngilizler tam da uygun bir ifadeyle yalakaya -Yes Man!- derler) dediği o büyüğe sürekli boyun eğmek zorunda kalmaz mı? Uykular kaçmaz mı? Kişilik silinmez mi? Ruh sağlığı iptal olmaz mı? Kurnazlık, fırsatçılık ya da daha farlı bir isim bulmak gerekir dalkavuğa özgü… Peki ya dalkavuğa teslim olan otoriteye ne demeli? İnsan ikide bir, “sende mi Brütüs?” Sendromuna yakalanmaz mı? Altının oyulduğunu gördükçe derin pişmanlıklar içinde kıvranmaz mı? Aslında dalkavuğun ne mene bir insan olduğunu bile bile ona hemen her istediğini verecek şekilde davranmaz mı? Karşılıklı güven sıfırın altında bir ısıda adeta morgda yaşamaz mı? İnsanın “vah vah!” diyesi geliyor… Bu oyunun sonu hüsranla bitmez mi? “ Yukarıda anlatılanlar tüm siyasal yapıda var ama olmaması gereken tek yer Atatürk’ün partisi. Hem otorite olarak benim düşüncelerimden başkasına geçit yok diyeceksin sonrada yalakalıktan bahsedeceksin. Bu konuda en son konuşacaklardan biri sizsiniz Sayın Dersim’li Kemal. Birde özrünüz yok mu? Duyunca aklıma hemen bir fıkra geldi. Tabi önce özrünüzle başlayalım. “Siyasetin yapması gereken sanatın ve sanatçının eleştirisine tahammül etmektir. Asıl görevimiz o bizim. Eleştirmek değil, tam tersine tahammül etmek. Sizler dünyaya farklı bakarsınız, dünyayı bizim görmediğimiz gözlerle görürsünüz. Bizim bakmadığımız çerçeve içinde dünyaya bakarsınız. Aykırılıkların uyumunu sağlarsınız, sanatçı olarak. Biz de zaten sizi örnek alıyoruz.” Özrünüz bile çelişkilerle dolu. Eleştiriye tahammül edilmez asıl göreviniz eleştirilere yanıt vermek, düşünce üretmek olmalı. Susmak değil. Hem eleştiriye tahammül edeceksin , diğer yandan seni eleştiren sanat ve sanatçıları örnek alacaksın. Ne yaman bir çelişki ? İşte korkum yaklaşan seçimlerde de bu zihniyetle ülkemin aydınlık günlere ulaşamayacak olması. Prof.Dr.Kemal Arıkan’ın uyarısı tüm yalakalara ders verir sanırım. “İnanın ya da inanmayın, son söz şu olmalı bence, madem argo başladık argo bitirelim; kısa yoldan, yalakalık yaparak bir noktadaysanız, en kısa zamanda geri vitese takıp o ölüm açmazından kurtulmak için daha ne bekler insan? “ Ve hikayemizle bitirelim yazıyı. Kralın birinin canı çok sıkkındır. Dalkavuğunu çağırır ve “Bana öyle bir şey yapacaksın ki özrün kabahatinden büyük olacak. Yoksa kellen gider.” Dalkavuk kara kara düşünmeye başlar. Bir gün kral merdivenleri çıkarken poposunda bir el hisseder ve hışımla ardına bir bakar ki dalkavuk. Hiddetle “Sen canına mı susadın be adam” der. Dalkavuk; “Özür dilerim Kralım sizi Kraliçe zannettim.” Yazmakta aslında bir nevi terapi. Yazarak anlattım takıntım hafifledi. Sizler okuduğunuzda da geçmiş olacak.

Hiç yorum yok: