11 Mart 2015 Çarşamba

Trakya’yı Kurtar(may)alım mı?- 1

''Şu anda yarının artık bugün olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Çok geç kalmış olmak diye bir şey vardır.Sayısız uygarlığın beyazlamış kemikleri üzerinde şu acılı sözcükler yazılı: "Çok geç." Eyleme geçmezsek, merhameti olmadan güce, ahlakı olmadan kudrete, kavrayışı olmadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına sürükleneceğimiz kesin.'' Martin Luther King Yine bir seçim dönemi ve yine tatlı su entellerinin, ya da “tamam biz de görüyoruz yanlışları, ama seçim dönemi eleştiri yapmak yanlış” diye her şeye gözlerini kapayan takım tutar gibi parti tutup, seçimlerde tıpış tıpış gidip oy kullanmayı demokrasi olarak algılayan kişilerin bu görüşüne karşın, kişisel eleştirilerde olduğu için yanıtımı onsekiz yıl önceden vermek istiyorum. 1997 de ne seçim vardı, ne AKP o zaman da bizler eleştirilerimizi yapıyor, bu eleştirileri yapan dostlar görmüyor, duymuyor, konuşmuyordunuz.. Şimdi bu şekilde düşünenlere “AKP’nin hizmetkarlığını yapıyorsunuz” suçlamasını karşın o günlerde de iktidarımızı engelliyorsun söylemleri vardı.! İşte bu zihniyetiniz Martin Luther King’in elli yıl önce söylediği gibi “Merhameti olmadan güce, ahlakı olmadan kudrete, kavrayışı olmadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına” sürüklenmemize neden olmadı mı? Hala çok ama çok geç değil mi ? “Uzun bir kış’tan sonra şu son günlerde İstanbul dışına Tarkya’ya doğru bir yolculuğa çıkarsanız, hele hele biraz yağış varsa farkedeceğiniz ilk şey gözleriniz kapalı dahi olsa buram buram toprak kokusu olacaktır. Bunun üzerine gözlerinizi açtığınızda baharla birlikte uyanan doğanın o yeşil örtüsü ıle karşılaşırsınız. Yolculuğunuz daha bakir bir bölgeye ise ve gelincik mevsimine rastlarsa yemyeşil buğday tarlaları içindeki kızıl gelinciklerin seyrine doyum olmaz. Hele hele yeşille mavinin bütünleştiği kıyı şeritlerine ulaştığımızda duyulan haz, mutluluğun resmini yaptırtabilecek bir dinginlik verir insana. Hiç kimse böyle bir yolculuğa hayır diyemez sanırım. Ama ne yazık ki yıldan yıla butür manzaralarla karşılaşmak için çok daha uzun yollar katetmemiz gerekiyor. Ve bu uzun yolları katederken daha bir kaç yıl önce yeşillikler arasında sadece kiremitlerinden ve saman yığınlarından köy olduğunu anlayabildiğimiz yerleşim birimlerinin gittikçe betonlaştığını, artık beton yığınları arasından ağaçların göğe uzanmak istercesine direndiğine tanık olursunuz. Sınırlarının ağaçlardan, derme çatma çalılardan oluştuğu o eski büyük bahçelerin içindeki tek katlı, sundurmalı, bahçenin bir kenarındaki ahırlı köy evlerinin yerlerini kat kat beton yığınlarına terk ettiğine şahit olursunuz. Ama bizler, burunlarımızı tıkayarak, gözlerimizi kapayarak daha yeşile, daha maviye ulaşmak ve oralarıda -önceleri kısa tatillerde keşfedip daha sonra - yoketmek için son hızla gitmekteyiz! Özellikle sanayi devriminden sonra Batı’da, daha çok tüketen insanın daha mutlu olduğu, kişi başına üretilen, demirin, çeliğin çimentonun mutluluğun göstergesi olduğu kabul edilmiştir. Doğal kaynakların kısıtlı oluşu gözönüne alınmadığı içinde bir yandan doğal kaynaklar tükenmekte diğer yandan işlenen hammaddeler doğaya atık olarak dönmektedir. 2. Paylaşım savaşından sonra kapitalizmin büyüme tutkusu “tüketim için üretim” yerine “üretim için tüketim” sürecini başlatmıştır. Artık üretim, insanların doğal ihtiyaçları için değilde oluşan tröstlerin devleşmesi ve ayakta kalabilmesi için yapılmaya başlanmıştır. Bu da çevre sorunlarının korkunç boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Bizim gibi daha sanayileşme ve demokratikleşme aşamasına dahi gelememiş ülkelere çöreklenen dev tröstler tüm dünyanın yaşanamaz hale gelmesine neden olmuştur. Bilindiği gibi bu tüketim çılgınlığı süreci ülkemizdede 12 Eylül 1980 darbesini takip eden hükümetler sonrası büyük bir hız kazanmıştır. Bir yandan uluslararası tröstler ve yerli tekeller ülkemizde çevreye duyarlı gözükmeye başlamışlar ve hatta son yıllarda çevre ödülleri dağıtır hale gelmişlerdir. Ama diğer yandan kurulan montaj fabrikalarının en verimli tarım arazilerinde kurulmasından hiç mi hiç çekinmemişlerdir. Çevre konularına en çok duyarlı vakıflarımız ise özel üyeliklerini dolar üzerinden yapmakta ve bu tür kuruluşların desteğini almaktan çekinmemektedirler.” (*) Trakya’yı kurtaralım – İlhan VARDAR, Bilim ve Ütopya Dergisi, Mayıs 1997, Sayfa 7

Hiç yorum yok: