26 Kasım 2014 Çarşamba

ROSETTA, CÜBBELİ AHMET, Prof. RENNAN PEKÜNLÜ

"İnandıklarını görenler, görmediklerine inananlar arasından çıkar " T. H. Aldous Huxley Bir uzay aracı ismi, bir isim ve yan yana gelmesi mümkün olmayan bir bilim adamı nasıl bir araya gelebiliyor. Gelebilir efendim gelebilir. Rosetta bilimin zaferini, ikinci isim din tüccarlarını, yani engizisyonu, son isim haksızlığa uğrayan bir bilim adamını ifade ediyor. Galileo gibi engizisyonda yargılanan bir bilim adamı. Bugün engizisyonun değil, Galileo’nun haklı olduğu biliniyor. Galileo cezasını çekti , Pekünlü’de hapsedilerek geçirecek haklı iken haksız durumda bulunmasını, ama ülkemin gidişi sırf evrenin sonsuz ve eş dağılımlı olduğunu söyleyen Giordano Bruno gibi sapkın ilan edilip diri diri yakılan bilim adamları çağına bir adım sanki. Geçen yazımda anlattığım, Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından 10 yıl önce fırlatılan ve 67P/Çuryumov-Gerasimenko Kuyruklu Yıldızı'na "Rosetta" adlı uzay aracı tarafından indirilen "Philae" sondası tüm bilim çevrelerini heyecanlandırırken, kendisini her konuda otorite ilan eden Cübbeli Ahmet Hoca ise meseleyi 'gereksiz iş' olarak gördü. Yolculuğun 1,3 milyar avroluk maliyetini 'masrafa değmez' diye yorumlayan Cübbeli Ahmet, "Hâlâ birinci kat semanın aşağısında olan gezegenler ve yıldızlar hakkında; "Mars'ta su var mı?" "Et var mı-but var mı" manyak manyak işler.. Ben sana söyleyeyim, sen oraya çıkamadan dünya kopacak" diyor. Ayrıca Cübbeli Ahmet, kendisine 100 bin dolar vermeleri halinde uzaya ilişkin her şeyi söyleyeceğini de açıklıyor. Kendini otorite olarak gören bu tür din tüccarlarının özellikle bilim hakkında ki yorumlarını okuduğumda aklıma imam olan rahmetli babamın anlattığı bir hikaye gelir. Hikaye şöyle; Eski zamanlarda bir köye 3 adet gezici vaiz gelir. Birinci vaiz başlar anlatmaya. “Ben Peygamberimizin gezdiği yedi kat semayı görebiliyorum. Birinci katta Adem, ikinci katta Yahya ve İsa’yı, üçüncü katta Yusuf’u, dördüncü katta İdris’i, beşinci katta Harun’u, altıncı katta Musa’yı, yedinci kattı İbrahim’i görebiliyorum.” Sazı ikinci vaiz alıyor ve başlıyor anlatmaya. “Ben, yedi tabaka olan cehennemi görebiliyorum. En yukarısı cehennemdir ki; orada müminlerin en asilerini görüyorum. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir. 2.si Lezadır. Burada Nasara(Hristiyanları) görüyorum. 3.sü Hutamedir. Burada Yahudileri, 4.sü Sairdir. Burada Sabileri görüyorum. 5.si Sakardır. Burada Mecusileri, 6.sı Cahimdir. Burada müşrikleri, 7.si Haviyedir. Burada da münafıkları görüyorum. Bir de Allahlık davası güdenleri görüyorum. (Firavun, Nemrut gibi)” Üçüncü vaiz altta kalır mı. O da başlar anlatmaya; “ Cennetü’n-Maim’de refah, huzur, mutlu hayatı görüyorum. Rabbinden korkan O’na saygı gösterenleri Adn cenettinde görüyorum. İçinde üzüm bulunan, iman edip güzel amel işleyenleri Firdevs cennetinde görüyorum. Allah’ı görme şerefine nail olacakları Hüsna’da (daha güzel karşılık) görüyorum. Ebedi ikamet olan Darü’l-Mukame’dekileri görüyorum. İman edip amel işleyenleri de Cennetü’l Me’va da görüyorum.” Vaazları dinleyen köyün akıllı ve zeki muhtarı vaizlerden akşam yemeği hazırlığı yapmak üzere izin ister ve evine giderek hanımından tavuklu bulgur pilavı yapmasını ister. Ama karısına, üç tepsiye alta tavukları koyarak üzerlerini pilavla örtmesini, diğer tepsilere ise önce bulgur pilavını üzerlerine tavukları koymasını söyler. Akşam olur sofraya oturulur tepsiler gelir ve muhtar tavukların pilavla örtülmüş olduğu tepsileri vaizlerin önüne, tavukların pilavın üzerine konulmuş tepsileri de ailesi ve köylülerinin önüne koyar. Vaizlerin yemeğe başlaması beklenir ama onlar şaşkın şaşkın birbirlerine bakarak bir türlü yemeğe başlamazlar. Sonunda biri dayanamaz; -Muhtar, muhtar biz gibi alimlere tavuksuz, cahil köylüne tavuklu pilav sunman revamıdır” diyerek patlar. Zaten bunu bekleyen muhtar kaşıkla pilavları aralar ve alttaki tavukları göstererek, -Sizi gidi mendeburlar, burnunuzun ucunda ki tavukları göremiyorsunuz da yedi kat semayı, yedi kat cennet ve cehennemi görebiliyorsunuz. diyerek bunları aç bilaç kapı dışarı koyarak köylüsü ile afiyetle yemeklerini yerler. İşte Cübbelinin bunlardan ne farkı var. Dünyadaki haksızlıkları görmüyor da tüm kainatı görebiliyor. 30 Kasım’da hala yürürlükte olan türban kanunu hatırlattığı için öğrencilerine, hapse girecek olan Astronomi ve Uzay Bilimleri emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye yapılan haksızlığın yeni bir boyutunu İstanbul barosu başkanı Ümit Kocasakal çarpıcı bir şekilde açıklıyor. Pekünlü'ye verilen cezanın 2 yıldan 1 ay fazla olması nedeniyle CMK'ya göre hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına tabi olamadığını vurgulayan Kocasakal şöyle devam ediyor: “Bazı şeyler gizlenmeye çalışılsa da olmuyor. Eğer Pekünlü'ye verilen ceza 2 yıl olsaydı kanunen hükmün açıklanması geri bırakılabilir ya da ertelenebilirdi. Mahkeme ne ilginçtir ki 2 yılın bir ay üzerine çıkarak bu yolları kapatmış. Bu kimsenin dikkatinden kaçmış değil. Ben ceza hukukçusuyum. Haklı olarak bir şüphe taşırım. Pekünlü'nün cezaevine girmesi için özellikle 2 yılın üzerine çıkılmış.”

Hiç yorum yok: