Son haftalarda değerli bilim adamlarımız CBT’de Türkiye’de Bilim var mıdır, yok mudur diye tartışıyorlar. Ben ise bu tartışmaya örnekleri ile farklı bir boyutta yaklaşmak istiyorum.
Türkiye’de bilimin var olup olmadığının en güzel yanıtını 16 Agustos 2000 gecesi bir Sn.Bakanı’mız Kanal D’deki tartışma programında tarihe geçecek bir cümle ile çok güzel verdi. Bu programı izleyemeyenler için kısaca konuyu açıklamak istiyorum.
17 Agustos faciasından sonra bu Bakanımızın imzası ile yayımlanan iki genelge hakkında görüşlerini soruyor bir konuk Sn.Bakan’a. Genelgeler kısaca şunlar “İzinsiz inşaa edilmiş orta hasarlı binaların affedilmesi ve tadilatının yapılması o binanın bulunduğu Valilik ve Belediye yetkisindedir.” İkincisi “Depremde hasar gören çok katlı binanın yerine yenisinin yapılması Belediyelerin sorumluluğundadır” Hani bir söz vardır özrü kabahatinden büyük diye.
Bilim bu konuda ne diyor ; izinsiz yani kaçak yapıyı ne yapacağını ben yasalarla bildirdim sana, ve sen yasaları uygularsan hiçbir sorun olmaz. Şimdi de Bakanımızın (siyasi gücün) dediklerine bakalım. “Sn. ……… bir de çıplak gerçekliği görelim. Adamı zaten deprem vurmuş. Bizden yardım istiyor. Ne yapmalıydık”
Şimdi yüzyılın felaketinden sonra hasar gören bir kaçak binayı affedeceksin, veya zaten 2-3 kattan fazla yapılmaması gereken, fakat kaçak yapılan çok katlı bir binayı aynı yerde aynı şekilde çok katlı olarak yapılmasına izin vereceksin. Benim memurum işini bilir misali sen halkı kanunsuzluğa teşvik edeceksin.
Bu tek ama çok önemli örnekten sonra aynı soruyu tekrar soralım. Türkiye’de bilim var mıdır.?
Bu soruya yanıt vermeden önce acaba Bilim nedir? Ana Britannica şöyle tanımlar bilimi. “Nesnel dünyaya ve bu dünyada yer alan olgulara ilişkin tarafsız gözlem ve sistematik deneye dayalı zihinsel etkinliklerin ortak adı. Bütün bilimlerin amacı, genel doğruların ya da temel yasaların bilgisine ulaşmaktır.” Bu tanıma Bertrand Russell “Din ile Bilim” adlı eserinde şunları ilave eder. “Bilimin bu kuramsal yönünden başka bir yönü de, bilimsel düişünceden yararlanarak, bilim öncesi çağlarda elde edilemeyen, ya da çok pahallıya malolan yaşama kolaylıklarını, çok üstün yaşama olanaklarını sağlayan, bilimsel tekniktir. Bu ikinci yönüyle bilim, bilim adamı olmayanlar için bile büyük önem taşır.” Yani, kısacası bilim insan içindir.
Ne yazık ki insanlık tarihi ile başlayan bilim sürekli savaşarak günümüze kadar gelişimini başarılı bir şekilde sürdürebilmiştir. Sanayi Devrimine kadar Dinsel erg, sanayi devriminden sonra ise ekonomik ve siyasal erk tarafından sürekli denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Özellikle bizim gibi ülkelerde bu olgu halen devam etmiyor mu? Son felaket bunun örnekleri ile dolu değil mi?
Şimdi, bu şartlar altında istediğin kadar bilim üret, istediğin kadar bilim adamı yetiştir. Bilim adamların Dünya bilim örgütlerine seçilsin, ürettikleri bilim dünyada kabul görsün. Kendi rektörünü seçmekte bile bilim adamına güvenmeyen siyasal erk (çünkü bu kurulu siyasal erk atıyor), bilim adamının ürettiği bilgiyi gözardı eden siyasal erk özgür düşüncenin geliştirdiği bilim kurumlarını dogmatik bilim adamlarına terk ediyorsa ve bu üretilen bilimleri insanı için kullanmıyorsa böyle bir ülkede bilimden söz edilebilir mi?
1930’lu yılların sonlarına doğru Bilim düşmanı Nazi’lerden kaçarak Almanya’yı terk eden bilim adamlarına kucak açıp, onlara kolaylıklar sağlayan çağdaşlaşma yolundaki bu genç Cumhuriyet 1961 Anayasası ile yozlaşmaya başlayan bilim kurumlarını Özerkleştirerek özgür bilimsel kurumlar yapmasından kısa bir süre sonra tekrar siyasal erk tarafından kemirilmeye başlanmadı mı?
Bu yıllardan bir örnek vermek istiyorum.
20 yıl kadar önce hocalarımız ünlü astro fizikçi Çek asıllı Amerikalı Prof. Tibor Herçek’in Fakültemize gelerek bir dizi seminer vereceğini duyurdu. Bu isim bizler için hikayesini dinleyene kadar hiç bir anlam ifade etmiyordu.
“1968 Mayıs’ında Sovyet’lerin Çekoslovakya işgalinden sonra o ülkedeki bilim adamlarıda dünyanın çeşitli ülkelerine dağılıyorlar. O zamanlar Doçent olan Sn.Herçek’te Alman bilim adamlarına kapılarını sonuna kadar açan Ülkemizin o dönemdeki koşullarını düşünerek en önemliside bir Türk dostu olduğundan ülkemize geliyor. Mevzuatlara bakılıyor ki yabancı bir bilim adamı ülkemize geldiğinde Prof.’luk haricindeki kariyerde ise bulunduğu akademik kariyerin bir alt sevisenden göreve başlıyabiliyor. Herçek ülkemizde çalışmayı kafasına koymuştur. Bunu aşmak için bir formül düşünülüyor. O yıllarda Hamburg Üniversitesinde aynı branşta görev yapan Prof. bir yıl sonra emekli olacaktır. Ve Herşek otomatikman Prof. Ünvanı ile o kürsünün başına geçecektir. Dolayısı ile bir yıl Hamburg Üniversitesinde çalıştıktan sonra Ülkemize gelmek üzere ayrılıyor. Bu arada Herçek’in Hamburg üniversitesinde çalıştığı zaman diliminde ön yatırımları da yaparak belki de şu an hala kullanmakta olduğmuz teleskobu çalışmaya başlayacaği Üniversite Rasathanesine bağışlattırıyor. Fakat Herçek’in bir yılı dolmadan ABD’deki bir Üniversite kendisine Prof. kariyeri ve vatandaşlık hakkı vererek ülkesine davet ediyor. Tabi Herçek o ülkeye giderek alanında (çift yıldızlar) dünyanın sayılı bilim adamlarından biri oluyor.”
Yoruma gerek yok. Ve 12 Eylül darbesi bilime son darbeyi indiriyor. Işin hüzünlü tarafıda bu olayı bize aktaran Hocamın 12 Eylül’den sonraki dönemde YÖK’ün kurbanı olarak bir Arap ülkesinde bilim üretmeye gitmesi. Sadece o mu? Yüzlerce bilim adamı ayn akibete uğramadı mı?
Bunun yanında bilimsel düşüncenin gelişmesi için çaba harcaması gereken Medya’yı eline geçiren ve kendi çıkarları için kullanan ekonomik gücün yaklaşımı konusunda geçmişten kısa bir örnek verdikten sonra aynı soruyu tekrar soralım. Günümüzden örnek vermeye gerek var mı bilmiyorum. Ben gerek olmadığını düşünerek ve hafızalarımızı tazelemek için geçmişten örnek vermek istiyorum ki günümüzde bu durum ne kadar gelişmiş onu anlayalım!
Bu kez 80’li yılların başı o zamanlar daha il olmamıştı Niğde-Aksaray. Ve basında bomba gibi bir haber veriliyordu. Aksaray’da uçan daireler görülmüştü. Ve hatta uçan dairelerin fotoğrafları bile yayınlanıyordu. Ve bu fotoğrafların hikaseni de bölgeye araştırma yapmaya giden hocalarımız anlatmıştı.
“Muhabirlerimiz gecenin kör karanlığında kibrit çakarak ve onu haraket ettirerek fotoğraflarını çekiyorlar. Ve ertesi gün gazetelerin baş sayfalarında kibrit alevleri uçan daire oluyor. Bunu yanlış olduğunu söyleyen hocamıza verilen yanıt “halk böyle istiyor”. Bilimsel sonuç mu: Halk arasında Akşam yıldızı olarak tarif edilen gezegenin atmosferik olaylardan dolayı daha parlak ve daha hızlı hareket eder gibi görünerek göz yanılgısı yaratması.
Geriye gitmeden son bir yıldır bu ülke yüzyılın feleketini yaşadığı halde, siyasal erk,medya hangi konuda bilimsel gerçekliğe göre davrandı?
Şimdi aynı soruyu şöyle sorsak bu şartlarda Türkiye’de “Bilim” mi? “çıplak gerçeklik mi” var.?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder