“Bu yazıda STÖ’ların tarihçesini vermek istemiyorum ama yinede başlangıç noktasını bir kaç cümle ile özetlersek, 12. Yüzyılda feodalizmin ortaya çıkması ile, kentlerin önem kazanması, feodal askerlerin bu zenginlikten yararlanmak istemeleri, bunun karşılığında kentleri koruma altına almaları, kentlerin güçlenerek kendilerini yönetir hale gelmeleri, hatta birkaç kentin birleşerek güç odakları haline gelmeleri, asillerin bu gelişimi kabul etmek zorunda kalmaları ile ilk sivil toplum temelleri atılmış olur. Feodal sistemin ortaya çıkışı, daha sonraki yüzyıllarda güçlü merkezi devletin ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Fakat ilginç olan devleti ortaya çıkaran ilk sivil girişimler, günümüzde devleti yönlendirmek için oluşturulmaktadır. Aydınlanma çağını aşan, sanayi devrimini geçiren Batı artık daha çok söz sahibi olabilmek, direkt yönetime katılabilmek için yeni yeni sivil örgütler kurmakta, devleti küçülterek siyasal etkinliklerini arttırmaya çalışmaktadırlar.
Batı da 12.yüzyılda başlayan bu girişim günümüze kadar şekillenerek demokrasilerin oluşmasını sağlamıştır. Türk tarihinde de ilk Sivil Toplum Örgütlenmeleri yine Batı ile başat 12. Yüzyıla dayanır. Selçuklular zamanında ilk Vakıfların tohumları atılır. Fakat gittikçe güç odakları haline gelen Vakıflar 1800’lü yıllarda Merkezi iktidarın denetimine geçer. Batı Sivil Toplum Örgütleri olgunlaşarak Hukuk devletleri ve Demokrasileri yaratırken Doğu örgütlenmeleri ise güce ulaşmayı hedeflemiştir. Bunun nedenleri araştırılabilir ama konumuz bu değil. Ümmetçilikten Ulus’a ulaştığımızda ise bu değerleri atmak tabi ki çok zor. Dolayısı ile Batıdaki gibi bir Demokrasi kurmak da hayal oluyor.
Ülkemizde özellikle 1980 sonrası atak yapan Sivil Toplum Örgütlenmeleri açıkça pek işlevsel olarak gelmiyor. Çünkü bunların çoğu ya Devlet tarafından kurulmuş, yada belirli çıkar gruplarının ortak çıkarları için oluşturulmuş örgütlenmelerdir.
Habitat-2’den sonra Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile Tarih Vakfı’nın Sivil Toplum Kuruluşları ile ilgili yürüttüğü çalışma sonucunda bir “Sivil Toplum Kuruluşları Rehberi” hazırlanıyor. Bu rehbere göre ülkemizde tahmini olarak 2700 vakıf, 50 bin dernek, 1200 sendika, kooperatif ve meslek odası faaliyet gösteriyor. Rehbere alınan önemli 1,749 kuruluşun %39’u İstanbul’da, %25’I Ankara’da , % 11’I İzmir’de faaliyet gösteriyor. Geri kalan %25’lik oranı ise diğer 77 il paylaşıyor. Bu kuruluşların yüzde 52’si dernek, yüzde 30’u vakıf, yüzde 5’i sendika, yüzde 8’i meslek odası, yüzde 2’si kooperatif, yüzde 2’si yurttaş girişimi.
Yüzde 39’u İstanbul’da bulunan Sivil Toplum Kuruluşlarının faaliyet alanlarında eğitim ilk sırayı almakta, bunu çevre ve ekoloji, spor, tıp, topluluk dayanışması ve dostluk kurulları izlemektedir.
Ve şimdi gelelim işin can alıcı noktasına bu örgütlerde çalışan gönüllü sayısı 130 bini evet yanlış okumadınız yüzotuzbini geçmiyor. Bu da gösteriyor ki bu tür kuruluşlar kitle hareketi olmaktan ziyade resmi hareketi temsil etmektedirler. Dolayısı ile uygulamaya sokulan projelerde halkın katılımı sağlanamamakta, resmi görüş tarafından politik kaygılar gözetilerek kısa dönem için hazırlanan planların sonuçları ancak uzun dönemlerde alınabilmekte, tabi bu arada iş işten geçmektedir.
Demokrasimiz gelişmediği için daha ziyade serbest meslek erbabı örgütlenebilmekte kamu kesimi bu örgütlülükten çekinmektedir. Ekonomik olarak da daha güçlü olan serbest meslek erbabı bu tür örgütlenmeler yerine siyasi gücü ele geçirmeye yönelik örgütlenmelere yönelmektedir. “
Lüleburgaz Görünüm Gazetesi - 22 Temmuz 1997 - Bu Dünya Bizim –İlhan VARDAR
On bir yıl önceden aldığım bu alıntının yazarı halen Demokrasilerde Sivil Toplum Örgütleri’nin önemine inanmaya devam ediyor fakat geldiğimiz noktanın hiç de iç açıcı olmadığını düşünüyor.
Yazının kaleme alındığı tarihlerde ülkemizde kurulu Sivil Toplum Örgütlerinden bir çoğu bir çatı altında toplanmaya ve daha güçlü olma çalışmalarına başlıyor. Günümüzde işte bu birliktelikten temelleri Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB) ortaya çıkıyor. Ve geçtiğimiz günlerde USTKB bir basın toplantısı çağrısı ile birlikte basın mensuplarına dağıtılacak “iş birliği çağrı metni” yayınlıyor. Bu çağrı ve metinden birkaç paragraf almak istiyorum ki; düşüncelerimi daha anlaşılabilir kılayım.
“Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB) Yürütme Kurulumuz; Cumhuriyetimizin karanlık bir döneminin yerel seçimleri öncesinde, bir basın toplantısı ile, Cumhuriyet Değerlerini savunan tüm siyasi partilere, yerel seçimlerde 'her il ve ilçede tek bir yurtsever ortak adayla seçime gidilmesi' çağrısı yapmayı kararlaştırmış bulunmaktadır. “
“Bu toplantıya basının ve muhatap partilerin yanı sıra siz değerli aydınlarımızın da gereken ilgiyi göstermesi ve konunun kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulması en büyük dileğimizdir. Aramızda izleyici olarak bulunmanız gücümüze güç katacaktır.”
Çok güzel bir girişim olmadığını söyleyemeyeceğim.Buradaki en büyük handikap ne yazık ki yumurta kapıya dayanınca bazı şeylerin aklımıza gelmesi. Yine seçimler olacak, yine çok tartışılacak sonuç, yine bizlere olacak. Bu çağrı 22 Temmuz 2007 seçimlerinden en geç bir hafta sonra yayınlanmalı ve bu güne kadar USTKB’nin temel amacı olan “Türk Ulusu’nun var oluş felsefesini oluşturan Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak , yüceltmek , bu doğrultuda kamuoyu bilinci ve dayanışmasını oluşturmaktır.” İlkesi doğrultusunda bu amaca hizmet etmek değil mi idi.? Sanırım o coşkulu Cumhuriyet Mitingleri hepimizi rehavete sevk etti.
Çağrı metninden de birkaç paragraf
“Atatürk ilke ve devrimlerinin yozlaştırıldığı, anayasamızın temel niteliklerinin, ülke bütünlüğünün tartışmaya açıldığı bu günlerde, Cumhuriyetin savunulmasından yana olan tüm partilerin, coşkulu Cumhuriyet Mitingleri'ni gerçekleştirmiş olan halkımızın da en büyük isteği olan bu "işbirliği çağrısını" duymalarını istiyoruz.”
“Bu nedenlerle, ulusalcı partilerin ön koşulsuz, yapıcı bir yaklaşımla, birbirleriyle ve sivil toplum örgütleriyle görüşmelerini, sonrasında da her yörede şaibesiz, lekesiz ortak adaylar belirlemelerini istiyoruz.”
Sivil Toplum Devlet ten destek almayan ve siyaset üstü bir baskı grubudur. Sanki bu ülkede yaşamıyor ve 12 Eylül anayasasının mirası Siyasi Partiler yasasının siyasetçiler tarafından nasıl kullanıldığının ve bu tür girişimlerde ön koşulsuz hiçbir şeyi kabul etmediklerinden habersiziz. Adı sosyal Demokrat yada Ulusalcı bile olsa hangi partimizde parti içi demokrasi var ki? Ve ya böyle bir çağrıya ne kadar kulak verecekler.? Ne yazık ki “Akl-ı beşer nisyan ile malüldür” özdeyişi ne kadar da doğru. Yoksa bunları sürekli tekrarlama ihtiyacını kimse hissetmezdi. Bu yüzden hala sivil toplumun ülkemizdeki yetersizliğine inanmaya devam ediyorum. Sadece bu konuda değil çok konuda bu böyle. Sıralamada birinci olan eğitim konusundaki sivil toplum kuruluşları sadece başarılı gençleri topluma kazandırmakla çok büyük bir iş başarıyorlar, fakat eğitim sistemimizin iç açıcı(!) durumu ortada demek ki yeterli bir baskı kurulamayıp halkın katılımı sağlanamamış. Tabi katılım sadece maddi olarak sağlanıyor. Bunu yadsımıyorum yinede amacın sisteme etkisi olması gerekliliğini düşünüyorum.
Daha da ilginci sıralamada ikinci sırayı işgal eden çevre örgütleri ise bu konuda çok daha büyük handikaplar yaratıyorlar. Etkili(!) bir çevre sivil toplum kuruluşunun, kuruluş aşamasında zamanın Başbakanı iş adamlarına sesleniyor: “Bu örgüte destek çıkın hem de elli, yüz bin dolarlarla destek çıkın” diyebiliyor. Ve bu kuruluş bundan çok memnun oluyor. Yine aynı çevre örgütünün kurucularından birinin şirketi nükleer santral yapımı için ihaleye giriyor. Güler misiniz, ağlar mısınız? Örnekleri çoğaltmak zor değil ve bu örnekler ,hala sivil toplum bilincinin ne yazık ki ülkemizde yerleşmediğini halktan kopuk olduğunu göstermektedir. Rakamlar da zaten halkın katılımını açıkça belli ediyor. Bu da STÖ’nin halkı bilinçlendirme ve halka ulaşma konusunda sınıfta kalmalarına neden oluyor.
Bir birine bağlı bu konuda çok şey tartışılabilir. Yinede yerel seçimlerle ilgili olarak konumuza dönersek STÖ’lerinin çağrıdan ziyade bahsedilen değerleri savunan siyasal partilere yaptırım gücü yüksek eylemler düşünülemez mi.? Bugüne kadar STÖ’lardan siyasi partilere parti başkanının iradesi ile bir yığın milletvekili ya da yerel seçim adayı verilmedi mi? Ne yazık ki sanki aday olanlar ve seçilenler bir yerde bu STÖ’lerini kullanmadılar mi? Buradan da şu sonucu çıkarabiliriz STÖ kurucuları dahi sivil toplum bilincine ulaşamamış olmuyor mu? Seçimlerin parti başkanının seçtiği adayın halkın onaylaması olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu konuda da eleştiri gelince en büyük tepkiyi STÖ’lerden siyasete geçen kişiler göstermiyor mu? Yoksa ben mi yanlış düşünüyorum STÖ felsefesi siyaset ile iç içe olmak mıdır. ?
12 Eylül’ün yok ettiği sendika-parti organik bağından sonra –tabi Devrimci sendikalara yapılan baskılarında etkisi ile - dikkat ederseniz sosyal demokrat oylardaki düşüşler gözle görülür şekilde artmıştır. Ve sendikaların partiler üzerindeki sivil baskısının kalkması partileri rahatlatmış ve partiler parti başkanlarının hegemonyasına girmiş parti içi demokrasinin olmadığı oluşumlara dönüşmüştür. Tabi diğer kurulan STÖ’lerde aynı sivil baskı konusunda başarılı olamamıştır.
Aday belirleme konusunda yapılan yanlışlıklar sonucu geçmişte de olduğu gibi “fırıldak” lakaplı milletvekili Cumhuriyet değerlerini savunan parti sayesinde meclise girmedi mi? Ya da günümüzde o ilde hiç Demokrat aday bulunmuyor da; muhalefet edilen siyasal partilerden transfer edilen adaylar aday gösterilmiyor mu?
Küçük yerleşimlerde ise gösterilen adayların çoğu daha öncede bahsettiğim gibi serbest meslek erbabı ve ekonomik gücü olan kişiler. Ve halkın bir kuruşu hesap etmesini hesap edemeyecek şekilde yaklaşımlar sergilerken nasıl halka inebilecek? Bunu bir örnekle vermek istersem insanları alışveriş yaptıkları yerlere göre kınayan bir aday bu ülkede bakliyat üretiminin %100’nün gıda üretiminin de %80’lere varan bir oranda yeşil sermayenin elinde olduğundan nasıl bi haber olabilir. Yani vatandaş ucuz mal peşinde koşarken sen kalkıp nasıl bir siyaset uygulayacaksın vatandaşın halini nasıl hissedeceksin. Çünkü zaten dar gelirli bir kişi alışveriş yaptığı yeri seçerken en büyük kıstasının bir kuruş daha ucuz olmasını göremez.
Sonuç olarak özellikle yerel seçimler konusunda çok geç kalınsa bile çağrı ve ricadan ziyade ulusal, demokratik STÖ’ler birleşerek partilerin beceremediği laik, demokratik, şaibesiz adayları tespit ederek partilerin karşısına bu adaylarla çıkıp partilere sivil baskı uygulamak ve değerlendirmede benim adayımı da değerlendir bende senin adayını değerlendireyim eğer ortak noktada birleşemezsek ben bu yerde belirlediğim adayı bağımsız olarak seçimlere sokarak destekleyeceğim diyemez mi acaba? Böyle bir girişim daha yapıcı ve yaptırıcı olmaz mı? Bu sayede gerçekten bilgili, yöresine faydalı olabilecek ama ekonomik gücü olmayan sivil halkın içinden çıkan aydın kişiler bu ülkeye yararından çok fazlasını partileri demokrasiye yöneltmek konusunda çok daha iyi hizmet etmezler mi. ?
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte internetteki gruplarda aslında birer STÖ olarak kabul edilebilir. Bu konu bir başka yazının konusu olabilecek genişlikte olduğu için kısaca değinmek gerekirse yüzlerce aynı amaca hizmet eden ulusalcı, demokrat grup olduğu halde görülüyor ki hala hastalığımız ortak noktalarda birleşememe hastalığımız sürüyor. Ve bu grupların bazılarının ortak amacı bir yerde ayrı ayrı siyasallaşmak ve partileşmek. (Biz kaç kişiyiz hareketi mesela)
Daha öncede değindiğim gibi iç içe konular ve tartışma alanları. Dolayısı ile aydınlarımızın ve basının durumu ise ayrı ayrı inceleme konuları. Ama mademki bu yazıda STÖ leri ele aldık ve onların ortak amaçlarının sadece kamuoyu bilinci ve dayanışmasını oluşturmak olması gerektiğini kabul edersek; aydınlarımızın ve basınımızın da bu amaç içinde ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Amaç bu ülkeyi belli bir iktidardan kurtarmaktan çok Atatürk Devrim ve İlkelerinin ilelebet sürmesi ve sosyal devlete ulaşmak için mücadele etmek değil mi?
28.12.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder