9 Haziran 2013 Pazar

GEZİ PARKI ve ÖTEKİLEŞTİRME

“Günün birinde kocaman bir karga yakaladı, kanatlarını kırmızıya, boynunu maviye, kuyruğunu da yeşile boyadı. Bir karga sürüsünün kulübemizin üzerinden geçtiğini görünce koy verdi kurbanını. Aralarına karışır karışmaz amansız bir savaş başladı. Siyah, kırmızı, mavi ve yeşil tüyler uçuştu havada. Kargalar yükselmeye başlamıştı birden, kurbanımızın döne döne tarlalara düştüğünü gördük. Kuş yaşıyordu hala. Gagasını açıp kapıyor, kanatlarını oynatmaya çalışıyordu boşu boşuna. Kardeşleri gözlerini oymuşlardı.” Jerzy Kosinski, “Boyalı Kuş” romanında, ‘ötekileştirme’yi böyle tanımlıyor. Ötekileştirme, kendinden farklı görülen diğer insanları aşağılama, değersizleştirme ve düşman haline getirmektir. Üç temel adımda gerçekleştirilir. Bölme, değersizleştirme ve ahlaki dışlama. Psikanalitik düzlemde ise Lacan, öteki’yi üç temel başlıkta tartışıyor: İlki, bir ayna evresinin sonucu olarak, simgesel öteki: Bir çocuğun kendini aynada ilk gördüğü andan itibaren ben’i inşa etmeye başlaması ve biyolojik kimliğinden kopuşu olarak özetliyoruz. İkincisi, öznel olmayan kurallar bütünüyle sosyal varoluşumuzun esası olan yasalar: Leibniz etiğinde bu düzlemin Tanrı gibi mutlak olduğunu kavrıyoruz. Sonuncusu ise, herkes için tehlike potansiyeli taşıyan, biz’im dışımızdaki, ‘diğeri, beriki’ olan öteki. “Psikanalitik açıdan baktığımızda aşağılanma, incinme, öfke ve intikamın birbirini izleyen süreçler olduğunu görürüz. İster bir bireyin, ister bir grubun aşağılanması, değersizleştirilmesi, adaletsiz davranılması o kişi ya da grupta incinme, öfke ve intikam duygularına yol açar. Ayrıca birey, bir grup içinde yer aldığında bireysel davranışlarından farklı da harekete geçme özelliği kazanır. Tüm bu bilgilerin ışığında, gerek ilkel savunma düzenekleriyle harekete geçen bireysel ötekileştirmeler, gerek kitle psikolojisiyle devinen ötekileştirme ve düşman yaratma eylemleri, hem bireyi hem toplumsal yapıları ciddi ölçüde incitir, örseler ve şiddetin doğuşunun temellerini oluşturur. Oysaki hem bireysel hem de toplumsal farklılıkları kabul ederek ve farklılıklara saygı duyarak yaşamak hem bireyin hem de toplumun zenginliğidir.” (Psikiyatr Dr.Nur Ergindeniz) “Bir insan topluluğunu yıkıp geçen ve doğasını bütünüyle gerçekleşmesini engelleyen tek bela ve tek sakatlık yalnız kalmaktır.” (levi strauss, 1997) Demek ki merak ve korkuyla başlayan süreç birçok defa birbirini tanıma ve kabulle devam edebilmiş ve bu sayede büyük medeniyetlerin temelleri atılmıştır. Başkalarının bizim gibi olmasını, bizim gibi düşünmesini, kısacası bize tabi olmasını ve bizden bağımsız özgür ve özgün varoluşuna saygısız davranmayı doğru gördüğümüzde, ötekileştiririz ötekini. Ötekileştirme, kişiler arasında problemler yarattığı gibi, toplumlar ve kültürler arasında da aynı şey söz konusudur. Aslında sorun ötekinin varlığı ile ilgili değil, onunla gerçekleştirilecek ilişkinin niteliğidir. Bir devleti totaliter veya demokratik hukuk devleti yapanda öteki olarak algılananlara karşı yürüttüğü politikalarla ilgilidir. Bir devlet öteki olarak algılananlara karşı üç değişik politika geliştirebilir. 1) Asimile etmek 2) Yok etmek 3) Olduğu gibi kabul etmek. Birinci ve ikinci tavır totaliter devlet modelleri ve her türlü askeri ve yarı askeri diktatörlüklerde görülür. Üçüncü tavır ise demokratik hukuk devletlerinin temelinde olması gereken tavırdır. Ötekileştirmenin altında yatan asıl neden, kendi ayrıcalıklı ve seçkin durumlarının devamını isteyen sınıfların, var olan maddi eşitsizlik yapısını devam ettirme şekli olarak kendinden olmayanları aşağı görmesinin gerekliliğidir. Heinz Kohut’a (1972) göre, ötekine karşı duyulan saldırganlık ve öfkenin temelinde yaralı bir öz/benlik vardır, bu da gelişim süreçlerinde gerekli ihtiyaçların sağlanmamış olmasından kaynaklanan narsisistik bir öfkedir. Grupların narsistik öğelerine değinen Moses da (1982),‘ötekiler’i saldırgan olarak görme ve tanımlamanın temelde kollektif bir savunma mekanizması olduğuna değinir. Son dönemlerde ülkemizde yaşananlar ve Gezi Parkı direnişlerinin yansımalarında “ötekileştirme”’nin etkilerinin de göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, ülkenin tüm değerlerinin talan edildiği, satıldığı, çevreye, doğaya saygısızca politikalar üreten yönetenlere karşı direnmeyen ve apolitik bir gençlik olarak eleştirdiğimiz gençlerimizin bir simge olarak 3-5 ağacı korumadan başlayan kıvılcımın ateşinin altında “ötekileştirme”nin en büyük neden olduğu, yukarıdaki anlatmaya çalıştığım araştırmalardan ortaya çıkmaktadır. Yönetenlerin hala iddia ettiği gibi siyasal bir direnişten ziyade, yaşam tarzlarına, değerlerine saldırıp incitmek, dayatmalarda bulunmak, demokratik taleplerini göz ardı etmek, kısacası ötekileştirmek, bunu hükümet politikası haline getirmek, günlük yaşamda farklı düşüncelere sahip olsalar da kitle psikolojisi ile tek vücut olmalarına neden olmuştur. İnsanlık tarihi kadar eski ve kapsamlı olan ötekileştirme’yi, bazı basit nedenleri ve yansımalarına çok kısa olarak değinmek sadece fikir verme amacı gütmektedir. Yoksa insanlık tarihinin yaşadığı acılar, zülümler, savaşlarda hep bir “öteki” vardır. Demokratik hukuk devletlerinde “olduğu gibi kabul etmeyi” başaramazsak, gelecekte de tarih yazacak olanlar “ötekilerin” acılarını anlatan hikayelerinden başka yazacak bir şey bulamayacaktır.

Hiç yorum yok: