30 Ağustos 2014 Cumartesi

SİNEMADA AKIL SAĞLIĞI

Geçtiğimiz günlerde ünlü aktör Robert Williams 63 yaşında kendini asarak hayatına son veriyor. Bir insanın yaşamını kendisinin sonlandırmaya karar vermesi, o en büyük günahı işlemesi nasıl bir ruh hali olabilir. Bu tercihin beynimizin bir oyunu olduğunu Williams’ın olayında da görüyoruz. Eşi, Parkinson hastalığının (beynin alt kısımlarındaki gri cevher çekirdeklerinin bozukluğuna bağlı bir sinir sistemi hastalığı) ön safhasında olduğunu, intihar etmeden önce endişe ve depresyondan muzdarip olduğunu dile getiriyor. İntihar olaylarının akıl sağlığımız ile olan bağlantısı bilinen bilimsel bir gerçek. Ne yazık ki bunu yazarak anlatmak, farkındalık yaratmak hele hele bizim gibi okumayan toplumlarda çok zor. O yüzden 7. sanata başvurmak en doğru tercih sanırım. Bizim sinemamızda, sanatımızda, edebiyatımızda akıl ve ruh sağlığı ile ilgili konuları yazmak, çekmek hala tabu da olsa, dünya sinema tarihinden konu ile ilgili filmleri tavsiye etmek istiyorum. Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) Film, aynı adlı kitaptan senaryolaştırılmıştır. Esasen, John Nash adında bir şizofren matematikçinin hayat hikâyesidir. Nash, öğrenciliği sırasında oyun kuramı üzerine büyük başarılar elde etmiş parlak bir matematikçidir. Nash,(Russell Crowe) öğrencilik yıllarından itibaren hayaller görmeye başlar. Mezuniyetinden sonra, zamanla paranoid şizofreni olur; fakat hasta olduğunun farkına varamaz. Bir konferans sırasında aniden bir psikiyatristin karşısına çıkması ile olaylar zinciri değişir. Hastaneye yatar ve bu nedenle akademik çalışmalarından uzaklaşır. Hastalığı kendi çocuğuna zarar vermesine neden olacak noktaya gelince eşi yeniden hastaneye gitmesi gerektiğini düşünür. Uzun süre hasta olduğunu kabul edemese de sürekli gördüğü kız çocuğunun hiç büyümediğini fark eder. Bu durum onun hastalığını kabul etmesini sağlar. Nash, yaşadığı hayali gerçekleri görmezden gelerek onlarla yaşamaya çalışacaktır. Gördüğü tedaviler etkili olmasa da eşi ve eski iş arkadaşlarının desteğiyle her şeye yeniden başlar. Kendi akıl hastalığını yine kendi aklı ile dizginleyerek akademik çalışmalarına yeniden hız verir. Tekrar üniversitede ders vermeye başlar. Sonunda gösterdiği sıradışı mücadeleyle şizofreni ile birlikte yaşamına devam eder. Ve tarih bu müthiş dehaya, akıl hastalığını yine aklıyla yenerek hayatının geri kalanını bilime adamasından ve hastalığının başlamasından evvel yaptığı buluşlardan dolayı Nobel Ekonomi Ödülünü armağan eder. Sylvia Nasar'ın Akıl Oyunları kitabından Akiva Goldsman’ın senaryosu ile yönetmen Ron Howard tarafından 2001’de beyazperdeye aktarılıyor. Russell Crowe,Ed Harris,Jennifer Connelly,Paul Bettany, Christopher Plummer, Josh Lucas, Judd Hirsch başlıca oyuncuları. 2002’de altı dalda Oscar Ödülüne aday olmuş 4 dalda Oscar almıştır. Yağmur adam (Rain Man) Los Angeles'da yaşayan ve bir ithal araba satıcısı olan Charlie (Tom Cruise), başkalarının düşüncelerine saygı duymayan bencil, üçkağıtçı ve fırlama bir şehir çocuğudur. Senelerdir görmediği ve uzak kaldığı babasının öldüğünü ve 3 milyon dolar miras bıraktığı haberini alır. Babasının cenazesine gittiğinde, kendisine sadece 1949 model bir Buick Roadmaster marka araba bıraktığını ve tüm mirasını daha önce varlığından bile haberdar olmadığı ağabeyi Raymond'a (Dustin Hoffmann) bıraktığını öğrenir. Raymond özürlülerle ilgilenen bir klinikte bakıma muhtaç, Otistik bir dahidir. Charlie mirasın en azından bir kısmından vazgeçmek niyetinde değildir. Bunun için Raymond'u kaldığı klinikten kaçırıp ülke çapında bir seyahate çıkarır. Yol boyunca abisinin yaşamı zorlaştıran alışkanlıklarıyla, takıntılarıyla çileden çıksa da otistik abisinin matematik ve hafızalama konusundaki insanüstü yeteneği karşısında hayretler içerisine düşer. En sonunda Las Vegas'taki kumarhanelerde abisinin bu az bulunan kabiliyetinden yararlanarak hile yapmaya ve büyük paralar kazanmaya çalışır. Yol boyunca Charlie, sadece Raymond'u değil, geçmişinin bir parçasını ve belki de kendini keşfetme fırsatı da bulacaktır. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Orijinal Senaryo dallarında Oscar Ödülükazanan Yağmur Adam ın yönetmenliğini Barry Levinson yapıyor. Başrollerde Tom Cruise ve Dustin Hoffman yer alıyor.(1988) Teklikeli İlişki (A Dangerous Method) Aşağılanmak, kimileri için zevktir Aşağılanmaktan zevk alıp cinsel tatmin yaşayanların, kendi dünyalarında hangi duygu fırtınalarıyla boğuşmak zorunda olduklarını düşündünüz mü hiç? Ya da delilikle bastırılmış arzuların ilişkisini? Öyleyse, sıra dışı insanların düşünülse bile gözlemlenmeden anlaşılamayacak bu çelişkiler dünyasına cesur bir yaklaşım olan Tehlikeli İlişki filmindeki‘iç ses’e kulak vermekte fayda var! Zürih’teki bir akıl sağlığı kliniğinde başlayan öyküde 1904 yılından İkinci Dünya Savaşı sonrasına uzanan bir süreç işlenmekte. Küçük yaştan itibaren babasından dayak yiyen ve dayak sonrası el öpmek zorunda olan bir kadının histeri kriz durumunun gözlendiği sahnelerin devamında gelişen psikolojik analizler ve sapkın bir ilişki… John Kerr’in1994 tarihli eseri ‘A Most Dangerous Method’dan uyarlanan TEHLİKELİ İLİŞKİ, yönetmeni David Cronenberg. film insan bedeni ve ruhuyla bilimi birleştiren bir yapım. Yönetmenin diğer filmlerindeki gibi ortaya çıkardığı yeni yaklaşımını sükunetle birleştirip seyirciye durağan ama bir o kadar da derin analizlerle dolu bir öykü sunmakta. Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung'un psikanaliz konusundaki fikirlerini karşılaştıran ve uzun konuşmalarla seyirciye yansıtan TEHLİKELİ İLİŞKİ, deneysel tedavinin ve Freud’un sorgulandığı bir süreç. Her bozukluğun altında cinselliğin yattığı tezini savunan çok çocuklu Freud’un yer yer ahlak timsali gibi resmedilmesi abartısıyla göze batan yapımda, Gustav Jung da mazbut yaşamını önüne çıkan ilk fırsatta yıkan ve hastasıyla aynı çizgiye gelen bir kişilik olarak yansıtılmakta. Sabina Spielrein ise kendisini tedavi eden Gustav Jung sayesinde, aşağılanmayla ulaştığı cinsel doyumun suç olmadığını kabullenip ruhunu ve isteklerini özgürleştiren bir kadın. Daha sonra kendisi de çocukların ruhsal durumlarını tedavi eden bir psikanaliste dönüşen Sabina Spielrein’i canlandıran Keira Knightley'in oyunculuğu gerçekten takdire değer. Yer yer yüz ifadelerinde aşırıya kaçsa bile rolünün hakkını fazlasıyla vermekte. Sapkınlığın iç sesini ‘melek’ olarak gösterip Almanca konuşturarak göndermede bulunan ve araya Nazilerin soykırımını sıkıştıran öykü, senaryoda ‘psikolojiksorunlar’ve ‘tedavi’iç içe geçmiş durumda. Bu anlamda, normalle anormal kavramlarını yoruma açık bırakan bir film, TEHLİKELİ İLİŞKİ! Viggo Mortensen Freud'u, Michael Fassbender Jung'u, Keira Knightley ise Sabina Spielrein'i canlandırıyor. (2011)

27 Ağustos 2014 Çarşamba

ÇILDIRDIĞIMIZIN RESMİ ONAYI

CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın 31/07/2013 tarih 7/28644 esas nolu “2007-2012 yılları arasında stres, depresyon, ruh ve sinir hastalıkları yaşayan vatandaşlara ve aile içi şiddete ilişkin” soru önergesine Sağlık Bakanı’nın süresi geçtikten sonra verdiği yanıt, 5 yıldaki intihar, antidepresan ilaç kullanımı ve tedavi görenlerin sayısında artış olduğunu ortaya koydu. 2012’de 25 milyon 958 bin 726 kutu antidepresan kutu ilaç tüketildi Ruh ve sinir rahatsızlıkları nedeniyle 2013’te 9 milyon 258 bin 37 kişinin sağlık kuruluşlarına başvurdu, 2012’de intihar sayısının 3 bin 225 olduğu ve 25 milyon 958 bin 726 kutu antidepresan kutu ilaç tüketildiğini bildirdi. Yaklaşık on milyon kişi sağlık kuruluşuna başvurdu Soru önergesini yanıtlayan Sağlık Bakanı, ruh ve sinir rahatsızlıklarına ait sağlık kuruluşlarına başvuran hasta sayısına ilişkin bilgi verdi. Buna göre 2009’da ayaktan 3 milyon 128 bin 29 kişi, 2013’te 9 milyon 258 bin 37 kişi sağlık kuruluşlarına başvurdu. Artışın nedenini “uzmana ulaşımın kolaylaşmış olmasına” na bağladı Sağlık Bakanı, yıllar içinde görülen başvuru sayısının artışında birçok etkenin rol aldığını belirterek, “Sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde sağlık hizmetlerine ulaşılabilirliğin artmış olması, psikolojik rahatsızlıklar konusunda halkın farkındalık artışının sağlanması ile tedaviye başvuru sayısının artması, her ilde ve çoğu ilçede psikiyatri uzmanı bulunması sayesinde uzmana ulaşımın kolaylaşmış olması bu sebepler arasında bulunmaktadır” dedi. Kadınlar daha çok gitti Sağlık Bakanı, Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre 2009-2012 yıllarında ruh ve sinir rahatsızlıklarına ait sağlık kuruluşlarına başvurulara ilişkin de bilgi verdi. Buna göre; 2013’te kadınlar sağlık kuruluşlarına daha çok gitti. 2013’te ayaktan hasta sayısı 3 milyon 222 bin 456 erkek, 6 milyon 35 bin 581 kadın olmak üzere toplam 9 milyon 258 bin 37 kişi oldu. 10-14 yaş arasında yaklaşık 250 bin kişi sağlık kuruluşuna başvurdu 10-14 yaş arasında ruh ve sinir rahatsızlıklarına ait sağlık kuruluşlarına başvuruların sayısı 249 bin 176, 15-19 yaş arasında 556 bin 999 oldu. Ruh ve sinir rahatsızlıklarına ait sağlık kuruluşlarına başvurulanların yaş dağılımında en yüksek rakam 50-54 yaş arasında oldu. 50-54 yaş grubunda 815 bin 706 kişi sağlık kuruluşuna başvurdu. 30-34 yaş arasında ise 764 bin 887 kişi sağlık kuruluşuna gitti. 42 bin kişi intihara teşebbüs etti Sağlık Bakanı yıllara göre intihar ve teşebbüs sayılarına ilişkin de bilgi verdi. Sağlık Bakanı’nın verdiği bilgiye göre 2007’de 32 bin 224 kişi intihara teşebbüs etti, intihar sayısı ise 2 bin 793 oldu. 2010’da intihara teşebbüs sayısı 50 bin 68, intihar sayısı ise 2 bin 933, 2011’de intihara teşebbüs sayısı 48 bin 869, intihar sayısı 2 bin 677, 2012’de intihara teşebbüs sayısı 42 bin 754, intihar sayısı 3 bin 225 oldu. Yaklaşık 26 milyon kutu antidepresan ilaç tüketildi Sağlık Bakanı, antidepresan tüketimi hakkında da bilgi verdi. SGK’dan alınan verilere göre 2007 yılında 12 milyon 878 bin 313 kutu, 2012’de 25 milyon 958 bin 726 kutu antidepresan tüketimi yapıldı. Rakamlara bakıldığında yıllara göre antidepresan tüketiminin belirli oranlarda arttığının görülmekte olduğunu belirten Sağlık Bakanı, “Antidepresan kullanımının Avrupa’da 1995-2009 arasında her yıl ortalama yüzde 20 oranında arttığı görülmüştür. Ülkemizdeki söz konusu artışın da birden fazla sebebi bulunmaktadır. Bunlar; depresyon tedavisinin uzun süreli ilaç kullanımı gerektirmesi, antidepresanların depresyon dışında da bazı psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde kullanılması, depresyonun sık görülen bir rahatsızlık olması nedeniyle birinci basamakta tedavisinin sağlanması konusunda yapılan çalışmalar, bu grup ilaçların diğer branş hekimlerince de reçete ediliyor olması, sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde sağlık hizmetlerine ulaşılabilirliğin artmış olması, her ilde ve çoğu ilçede psikiyatri uzmanı bulunması olarak sıralanabilir” dedi. “Ruh ve sinir rahatsızlığı için hastanelere başvuran her üç kişiden biri gençtir” Soru önergesine verilen yanıtı değerlendiren Nazlıaka, “Ruh ve sinir rahatsızlığı için hastanelere başvuran her üç kişiden biri gençtir. Bu gelecek yıllar için kaygı verici bir durumdur. Ruh ve sinir rahatsızlıklarının artması nedeniyle antidepresan kullanımı çığ gibi büyümüştür. Ülkemizde antideprasan kullanımı her yıl yüzde 20 artmaktadır” dedi.

23 Ağustos 2014 Cumartesi

CB SÜRECİ, DEMOKRASİ, Bİ’AT ve CHP - 2

Bi’at aslında İslam’a özgü bir kavram olarak bilinir. Ama sözlük anlamına baktığımızda alışveriş etmek, alış – verişte el ele tutuşmak olarak kullanılmıştır önceleri. İslamiyet’in ilk yıllarında Muhammed’in elini tutarak ona inanıldığı ve bağlılık göstermek için yapılan hareketlere biat denilmiş. Sonraları İslam ve Türk kökenli devletlerde halife ya da hükümdarın elini eteğini, tahtının kenarını öpmek suretiyle bağlılık bildirme biçimini almış. Bu dönem ve sonrasında artık bir yerde kula kulluk dönemi başlamıştır. Günümüzde de, gerek İslam kuralları ile yönetilen, gerekse de demokratik cumhuriyet olduğunu iddia eden Türkiye gibi ülkelerde devlet başkanlarına, parti liderlerine sorgusuz sualsiz bağlılık biçimine dönüşmüş. Atatürk bu kula kulluk sistemini yurttaşa döndürmeye çalışsada kurduğu parti yöneticileri özellikle son dönemlerde bi’at kültürünü iyice yerleştirilmiştir. Bu sınıfsız, sömürüsüz bir dünya isteyen, eşitlik ve kardeşliği şiar edinmiş, cins ayırımına, sınıf ayırımına, ulus ayırımına karşı çıkan sosyalist hareketlerde de aynen devam etmektedir aslında. Ve ne ironiktir ki bi’at hem ilk anlamı hem ikincil anlamı ile sözde demokratik partilerde ve ne üzücü ki CHP’de had safhaya ulaşmıştır. En güzel örneğini de CB seçiminde yaşadık. Parti başkanı bilemedin tepedeki 2-3 kişi aday belirliyor; vekillere, seni bir daha ki seçimde aday göstermem diyor ve imza alıyor. Tamamen bir alış veriş değil mi sizce de ? Ya da il, ilçe, belde örgütleri belirlenirken tamamen bir alış veriş değil mi ? Ben sana siyasal güç vereceğim sende bana bi’at edecek beni eleştirmeyecek sorgulamayacaksın. Seçmende sanki bu parti kararı imiş gibi kraldan çok kralcı oluyor. Çok kısa sürede kurultay kararı alınıyor. Muharrem İnce adaylığını açıklıyor. CB sürecinde imza verdi mi verdi. Ve hatipliğinden dolayı konuşmalarında parti kararı olduğu için verdim diyor. Peki parti kararı olmadığını bilmiyor mu? Seçildi diyelim kendi bi’at kültürünü sürdürmek istemeyecek mi ? İlk yazıda Kılıçdaroğlu’nun verdiği ama tutmadığı sözleri yazmıştım. Aday’a parti kararı diye imza veren bi’at eden Sn.İnce’ye neden güvenelim? Kurultayda seçim aynı delegelerle yapılmayacak mı? Bu delege ağalığı sisteminin demokratik olmadığı bilinmiyor mu? 2015 Genel Seçimlerine bu çapsız, CHP geleneğinden habersiz, ülkenin sorunlarını değil, kendi ikballerini düşünen başkan ve yöneticilerle girildiği takdirde sonuç ne olur sizce. Kurultayda adayların mutlaka ama mutlaka ilkeleri olan bi’at etmeyen parti kararı diye başkanın kararına imza vermeyen bir aday olmalı ya da dışarıdan bir aday olmalı. Ve en önemlisi de seçim delegeler bazında değil de üyeler bazında olmalı ki demokratik bir seçim olsun. PKK’NIN TERÖRİST LİSTESİNDEN ÇIKARILMA KAMPANYASI Bu ara CHP bi’at edilecek ve onunda ABD’ye bi’at edeceği başkanını seçmeye çalışırken, üyeler, seçmenler birbirine düşman hale getirilmişken Ulusal basında yer almayan, alamayan bir gelişmeyi yazmak istiyorum. CHP’nin bi’at ettiği Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde imzaya açılan Obama Yönetimine yazılan bir dilekçe bulunmaktadır. “Bu dilekçemiz Obama Yönetimine PKK’yı Uluslararası Terör Listesinden çıkarmanız hakkında. Amerikan yasalarına göre PKK ( Kürdistan İşçi Partisi) 2004 Ocak ayında terörist örgüt olarak ilan edildi. PKK bir Kürt politik ve askeri organizasyonudur ki 1984’ten 2013’e kadar Kürtler politik ve insan hakları için Türk Hükümetleri ile silahlı mücadele etti. 2014 Ağustos ayından itibaren ABD Hükümetine, Amerikan Diplomatlarının ve personelinin konuşlandığı her bir şehrin savunmasında Irak Merkezi Hükümetine yardım ediyor. Amerikan Hükümeti aynı zamanda Şengal dağlarında kıstırılmış Yezidi göçmenlere yardım etmektedir. PKK İşid’e karşı Kürdistan ve Irak savunmasında birlikte hareket ediyorlar. Bu yüzden derhal ABD, PKK’yı terör listesinden çıkarmalıdır.” 10 Ağustos 2014 Ayrıca bu kampanyanın başarıya ulaşması için 9 Eylül’e kadar 100,000 imza gerekli olduğu belirtiliyor. 22 Ağustos sabahı itibarı ile imza sayısı 26,111 e ulaşmıştır. https://petitions.whitehouse.gov/petition/remove-kurdistan-workers-party-pkk-list-international-terrorist-organizations/pxgNYqFD Not: Sayfanın çevirisini yapan Genç Değişim Dershanesi İngilizce Öğretmeni Sn. Necdet Özevin’e teşekkürlerimle.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

CB SÜRECİ, DEMOKRASİ, Bİ’AT ve CHP - 1

21.Yüzyılın cahilleri, okuma-yazma bilmeyenler değil; okumayanlar, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştiremeyenler ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır… Alwin Toffler Aklımız unutkanlıkla sakattır ya, üç yıl kadar önceye dönelim, bir TV konuşması ile başlıyalım; "CHP'nin başarılı olmasını istiyoruz...%40, çizgimizdir. Ulaşamazsak, Genel Başkan ve Yönetim olarak bırakır gideriz...Oyların anlamlı şekilde artması lazım... Olmazsa, Halk'a gideceğiz, diyeceğiz ki, "Biz çalıştık, ama beklediğimiz sonucu alamadık, ha'di bize eyvallah...Yeni grubumuz gelir, CHP bu açıdan çok zengin bir partidir. Biz insanımızı, ülkemizi seviyoruz... Bireysel çıkar peşinde değiliz, koltuk peşinde değiliz... Başarılı olursak eyvallah, başarısız olursak yine eyvallah" İşte demokrasi budur diyeceksiniz haklı olarak. Atatürk’ün CHP’sinde görmek istediğimiz demokrasi zihniyeti bu diyeceksiniz. Hadi biraz daha geriye gidelim 19 Kasım 2009 Cihan Haber Ajansından bir basın açıklaması CHP Grup Başkanvekili CHP'lileri, uyanık olmaya ve tahriklere kapılmamaya çağırdı. Ve ekledi; “CHP geleneğinde AKP'deki gibi biat kültürü yoktur. Biat kültürünü içselleştirmiş olanlar bunu anlayamazlar. Çünkü biat İslam literatüründe iman ile ilişkili olan önemli bir kavramdır. Biat peygamber efendimizin İslam’a ilk girenlerden aldığı bağlılık sözüdür.” Bu sözleri ve açıklamaları kim yapmış hemen aklınıza gelmeyebilir, söyleyeyim “tıpış tıpış gideceksiniz” diye seçmenini bi’at’a çağıran Kemal Kılıçdaroğlu. Ayrıca muhalefet eden ve CB sürecinde Hukuk Mücadelesi veren Hulki Cevizoğlu’nu Yurt gazetesinden, Nihat Genç’i Halk TV’deki programından bir “ALO” ile attıran kim. “Alo Fatih”’in gündemde olduğu dönemleri hatırlatmak istemiyorum. Ve utanıyorum yazmaya. Evet daha önce yazdığım gibi özellikle sosyal medyada biat etmeyenlere karşı yürütülen linç kampanyası ne yazık ki çok üzücü idi. Aralarında olmaktan onur duyduğum biat etmeyen o azınlığın partisi yoktur, ilkeleri vardır. Onları, partilerin genel başkanlarının yönlendirmesi çok zordur. O ilkelerde Atatürk ilkeleridir. Misak-ı Milli ruhudur. Ve Atatürk düşmanı olarak adlandırılan, küfredilen o azınlık içinden hala süreci bitirmemek adına hukuk mücadelesi veren, bu konuda halkı bilinçlendiren, ilkeli bireyler, yurttaşlar çıkmaktadır. Özellikle CHP’nin yapması gereken Hukuksal Mücadele’yi bile eleştirenler çıkmaktadır. Ki üzücü olanda Atatürkçülüğünden şüphe duymadığım bir Hanım gazetecimizin bu köşede yayınlanan “Süreç Bitmedi” başlıklı yazıya yolladığı eleştiri tam bir akıl tutulması bence. Prof.Tolga Yarman’ın AİHM’sine dava açmasını şu şekilde yorumluyor. “Bizi yok etmeye çalişan AB ve mahkemelerine şikayetçi olmak çok acınası bir durum! Atatürkcü'nün yapacaği iş değil, Batıya biat etmişlerin yapacağı bir iş...” Atatürk’ün bu ülkeyi kurarken emperyalizmle mücadelesinde tarih boyunca Akdenize ulaşma hevesi uğruna bizleri yok etmek isteyen Rusların yardımını kabul etmesini unutarak. Bu gün yine iki Hukuk Mücadelesi’ni duyurmak, bir sonraki yazıda da şu heryerde karşımıza çıkan meşhur Biat’ı tartışalım neymiş görelim. “BASIN DUYURUSU (18.8.2014, Pazartesi, saat 10.00, Antalya Adliyesi önü) Değerli Basın Mensupları bu suç duyurusu, bir "Uygar Direniş" eylemidir. Bu eylemle Yargıya, Kamuoyuna ve Yurttaşlara RTE hakkında suç duyurusuna katılma çağrısı yapmaktayım. Diyorum ki: HERKES AŞAĞIDAKİ DİLEKÇEYİ KAPTIĞI GİBİ KENDİ ADLİYESİNİN YOLUNU TUTSUN, SAVCILIK KALEMİNE KAYDA VERSİN, KAYIT NUMARASINI VE TARİHİNİ ALSIN VE MÜMKÜNSE BİZE SOSYAL MEDYADAN DUYURSUN! BU BİR "UYGAR DİRENİŞ" EYLEMİDİR! LÜTFEN KATILIN. Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, Hukukçu Emekli Öğretim Üyesi --------------------------------------------------------------------- RTE hakkında Suç duyurusu için dilekçe örneği -------------------------------------------------------------------- CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNAN : Adı ve Soyadı, T.C. Kimlik No: Adres.................................................... ŞÜPHELİ : Recep Tayyip Erdoğan, Ankara SUÇ FİLLERİ : Cumhurbaşkanı seçilmesi nedeniyle Milletvekilliği düştüğü halde başbakanlık görevini sürdürmesi, bir siyasal partinin başkanlık işlerini yürütmesi, tarafsızlık ilkesini ihlal etmesi SUÇ TARİHİ : 15/8/2014 ve devamı AÇIKLAMALAR : Cumhurbaşkanı seçilmesi nedeniyle Milletvekilliği düştüğü halde başbakanlık görevini sürdürmekte, bir siyasal partinin başkanlık işlerini yürütmektedir. DELİLLER : Başbakanlık işlem ve eylemlerindeki imzaları ve basında yer alan kişisel açıklamaları. TANIKLAR: Tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları HUKUKİ NEDENLER : TCK ve öteki ilgili mevzuat SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda kısaca açıklandığı üzere şüpheli hakkında kamu davası açılmasına ve cezalandırılmasının sağlanmasına karar verilmesini saygıyla talep ederim. 16/8/2014 Adı ve Soyadı İmza” Diğer Hukuk Mücadelesi beğenirsiniz, beğenmezsiniz fikirlerini ama hukukun üstünlüğüne, demokrasiye inanıyorsanız bu süreçleri görmezden gelemezsiniz. İşte Halkın Kurtuluş Partisi, Erdoğan’ın Anayasa’nın 101′inci maddesine göre, dokunulmazlığının düştüğünden bahisle bekleyen yargılamalarının devam etmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulundu. Dilekçe özeti; ''10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’nın 101/son maddesi uyarınca TBMM üyeliği sona ermiş bulunduğundan, adı geçenin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde işlediği iddia edilen ancak dokunulmazlığı nedeniyle Meclis’te beklemekte olan; “zimmet”, “kalpazanlık”“cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” dosyalarıyla ilgili soruşturma ya da yargılamanın kaldığı yerden devam ettirilmesi için Soruşturma ve Kovuşturma Makamlarını harekete geçirmek üzere gereğinin yapılmasını müvekkil parti adına vekâleten dileriz.''

16 Ağustos 2014 Cumartesi

ÜLKENİN FELAKETTEN ÖNCEKİ SON ŞANSI!

Bugün yine bir Hukuk Mücadelesini köşeme taşımak istiyorum. Sn.Prof.Dr.Hayrettin Ökçesiz’in uyarılarına kulak verelim lütfen. “C BT – 15 Ağustos 2014 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com/ Hukuksuz demokrasi olamayacağını bir kez daha gördük. Demokrasiye hukuku dayatmak zorundayız. Bu yüzden 1) yurttaşlara, yargıçların hukuksuzluklara dikkatlerini çekmek görevi düşüyor. 2) Hukuksuz yargı da olmaz. Siyasetçilerin yargıçlara hukuku dayatmaları gerekiyor. 3) Şu halde hukuka gönülden bağlı yurttaşlar, yargıçlar ve siyasetçiler bu görevlerini birbirlerine karşı derhal cesaretle yerine getirmeye çalışmalıdır. Şimdi daha somut söyleyeyim: Bu seçim sürecinin Anayasa'ya aykırılığını AYM'de ısrarla gündeme getirmelidir. Bu sözlerimi lütfen ciddiye alınız! *** Sevgili Yurttaşlar, şimdi ikinci perdeye geçiyoruz. Bu oyun üç perdedir. Bu perdede lütfen seçim sürecinin iptali için AYM'ne bireysel başvuruda bulununuz. Hukukça düşünüldüğünde AYM'nin bu süreci iptal etmesi bir zorunluluktur. Ancak cesarete ihtiyacı olacaktır. Bu cesareti sizin başvurularınızın sayısı sağlayacaktır. Üçüncü perdedeyse özlediğiniz bir seçimin kapıları açılacaktır. Ayrıca, bir yan ürün olarak da, zırhları dökülmüş olan tüm hırsızlar adaletin pençesine düşeceklerdir. Bu başvuru için benim yaptığım başvuru metnine bakabilirsiniz. Hukukçu arkadaşlardan yardım alabilirsiniz. Bununla bu kez siz ülkenin makus talihini yeneceksiniz! Belki yaşamınızda bu kadar büyük bir sorumluluk taşımamış olacaksınız. Daha fazla ve daha başka ne söyleyebilirim ki! *** SEÇİM SÜRECİNİN İPTALİ İÇİN 17 TEMMUZ, PERŞEMBE GÜNÜ AYM'NE VERDİĞİM BAŞVURU DİLEKÇESİDİR T. C. ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA, 2014 Yılı Cumhurbaşkanlığı seçim süreci meşru değildir. Anayasa'ya göre TBMM içindeki siyasi partiler aday gösteremezler. Milletvekillerinin aday göstermelerini engelleyemezler. Bu hak, partilerinden bağımsız davranmak görev ve yetkisinde bulunan Milletvekilleriyle, TBMM dışındaki siyasal partilerinindir. Meclis partileri, Milletvekillerine - fiili tehdit tutumlarıyla ve demeçlerle - bu yolu kapatarak da Anayasayı çiğnemişlerdir. AKP, CHP ve MHP, BDP/HDP Halkın, yurttaşların özgürce seçme seçilme hakkını hiçe saymışlardır. Hep birlikte bir partiler oligarşisi kurmuşlardır. Demokrasiyi askıya almışlardır. Bir taşeron gibi davranmışlardır. Tüm bu nedenlerle 1) 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı seçimi yasasının, yanlış yere dayandıkları ilgili hükmünün (md.7) eşit ve özgür seçme ve seçilme hakkımı bu ve gelecekteki seçimlerde korumak amacıyla iptalini ve 2) Bu siyasal partilerin söz konusu eylemleri ve işlemleri eşit ve özgür seçme ve seçilme hakkımı kullanmamı imkansızlaştırdığından, başlatılan seçim sürecinin de aynı bağlamda Anayasa’ya aykırı bulunması nedeniyle, 3) Yurttaşların ve benim eşit ve özgürce seçilme ve seçme temel hakkımızın korunabilmesi için anayasal ve yasal gereğini arz ederim. Yukarıdaki vargılarımın dayanağı olan mevzuat bilgisini aşağıda sunuyorum: 1) T. C. Anayasası, madde 101 – (Değişik: 31/5/2007-5678/4 md.) (...) Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer." 2) Partilerin dayandıklarını düşündüğüm 6271 sayılı yasa ve ilgili hükmü: Madde 7: (...) En son yapılan milletvekili genel seçimlerinde, aldıkları geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında, yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir. Her bir siyasi parti ancak bir aday için teklifte bulunabilir." (...) 3) Anayasa'nın 101. maddesinin gerekçesi: "Bu maddeyle, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve görev süresinin 5 yıl olması ile bir kişinin iki defadan fazla Cumhurbaşkanı seçilemeyeceği; Meclis içinden veya dışından Cumhurbaşkanlığı adaylığı için en az yirmi milletvekilinin yazılı teklifinin gerekli olduğu, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen partilerin ortak aday gösterebilmesi hususları düzenlenmektedir." 4) Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesiyle, ilgili protokolleri ve T. C. Anayasası’nın seçimler, seçme ve seçilme haklarıyla ilgili öteki hükümleri… Bu başvuru formunda vermiş olduğum bilgilerin doğru olduğunu; formda belirtilen bilgilerde, adreslerimde bir değişiklik meydana geldiğinde mahkemeye bildireceğimi beyan ederim. Başvurucu: Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, Tarih: 17.7.2014 --------------------------------------------------------------------------------- ÖNEMLİ NOT: Başvuru için kimlik fotokopisi, başvuru harcı (206 TL) gerekiyor. Ayrıca başvuru verilen form doldurarak yapılmalı, belge ve bilgiler eklenmelidir. Önceki kararlar vs. kısmına da, herhangi bir idari ya da yargısal bir karar bulunmadığı da yazılmalı.”

13 Ağustos 2014 Çarşamba

CB SÜRECİ BİTMEDİ!.

Bugünkü yazımı CB seçimleri sonunda özellikle CHP’li seçmenlerin oy kullanmayan ya da geçersiz oy kullanan seçmenlere yönelik ithamlarını, suçlamalarını tartışmayı planlarken posta kutuma Sn.Prof.Dr.Tolga YARMAN’ın “Süreç Bitmedi” başlıklı yazısı düşünce konunun öneminden köşem yettiğince özetleyerek vermeyi daha uygun buldum. Sn.Yarman yazısına “Değerli Dostlar, Sevgili Yurtseverler: 10 Ağustos 2014 günü yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi sonuçları belli oldu.” diye başlayarak CB seçim sürecinin başından beri verdiği Hukuk Mücadelesini ekleri ile birlikte uzun uzun anlattıktan sonra tüm hukuk yolları tıkandığı için AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’ne müraacat ediyor. Dilekçe ve talebi aynen şöyle : “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Cour Européenne des Droits de l'Homme Conseil de l'Europe 67075 Strasbourg Cedex Fransa İlgi: Bu davanın ne münasebetle açılığına dair, kısa maruzatımızdır. Yüksek Seçim Kurulu (YSK), yukarıda sunduğum; ilk turu 10 Ağustos 2014’te, ikinci turu ise, 24 Ağustos 2014’te, gerçekleştirilmesi planlanmış, Cumhurbaşkanı Seçimimiz’de, aday olmama ilişkin 3 Temmuz 2014 ve müteakip (tamamlayıcı) 5 Temmuz 2014 tarihli dilekçemi, öteki bütün gerekler, tarafımdan ve eksiksiz yerine getirilmiş olduğu halde. Anayasamız’ın ilgili, en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilme gerekliliği, yaptırımına atıfta bulunarak, reddetmiş bulunmaktadır. Oysa, yukarıdaki dilekçemde ayrıntısıyla ortaya koyduğum gibi, söz konusu “en az yirmi milletvekili tarafından aday gösterilme gerekliliği”, fevkalade antidemokratiktir, kısıtlayıcıdır, ayırımcıdır. Bu yaptırım, Anayasa’da yer alsa dahi, demokratik bir anayasa kavramıyla, seçme ve seçilme haklarını, fena halde hırpaladığı için, açıkça çelişmektedir. Seçmensiniz, ama aday olamıyorsunuz, yirmi milletvekili, imza vermezse, aday gösterilemiyorsunuz, kendiniz ya da üyesi olduğunuz demokratik kitle örgütleri yönetim unsurları olarak, birisini aday gösteremiyorsunuz, sakilliklerini bildiğiniz bir adaya itiraz edemiyorsunuz... Bu demokrasi değil, tam anlamıyla, erki ellerinde tutanların, hile yoluyla yutturmaya çalıştıkları, çarpık çurpuk, uyduruk, olsa olsa bir çadır demokrasisidir. Söz konusu, yirmi milletvekilinin imzalarının istihsal edilmesi koşulu, demokratik bir anayasada bulunamaz. Böylesi bir şart, Avrupa Komisyonu Müktesebatı’na, tümüyle aykırıdır. YSK, yirmi milletvekilinin imzalarının istihsal edilmesi, şekil şartına hapsolmuştur; bu çerçevede, dilekçemin özüne girmemiştir. Oysa isteğim doğrultusunda, pekala esasa girebilir ve re'sen (yirmi milletvekili imzasının işaret ettiği, “şekil şartı”, tartışmasız antidemokratik olduğu için), adaylığımın uygunluğuna, doğrudan karar verebilirdi. Olmadı, isteğim uzantısında, Anayasa Mahkemememiz’den görüş sorabilirdi. Hatta, söz konusu anayasal yaptırımı, “demokratik anayasa” ile bağdaşmadığı gerekçesiyle ve iptali istemiyle, Anayasa Mahkememiz’e, rahatlıkla, taşıyabilirdi. Bunları yapmamakla, "adil yargılama" yapmamış olmakta, “seçme - seçilme haklarımızda” bariz ihlale, sebebiyet vermiş, bulunmaktadır. Seçilme hakkım, daha vahimi, şahsımı seçmeyi dileyecek milyonlarca seçmenin seçim hakkı, açıkça gasp edilmiştir. Süreç, dediğim gibi, bütünüyle, Avrupa Komisyonu Müktesebatı’na aykırıdır. Anayasa, bir “Dernek Tüzüğü” değildir; yirmi milletvekilinin imzalarının, Cumhurbaşkanı Adayı olmak üzere toplanması zorunluluğu, abestir. Kaldı ki, bir Dernek Tüzüğü’nde dahi böylesi abes bir yaptırım bulundurulamaz. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Adayı, milletvekili peşinde imza için mi, koşar!.. Böylesi bir yaptırım, hele anayasanın, içinde, zinhar olamaz. Demokratik anayasada, bir defa, antidemokratik hüküm bulundurulamaz. Adaylaşmaya saygısı olmayanın, demokrasiyle saygısı yoktur. Bütün bu sebeplerle, hak ihlaline ve adaletsiz yargılamaya, milyonlarca seçmenimle beraber, duçar olmuş bulunuyorum. Yüksek Seçim Kurulumuz’un, hakkımda verdiği ekli kararın bozulmasını, talep ediyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Sejdic Vefinci’nin açtığı dava zemininde verdiği, 22 Aralık 2009 tarihli ve 27996106 sayılı, Bosna Hersek’teki, Yasama Organı / Cumhurbaşkanı Seçimi’nde, her türlü ayırımcılık ve kısıtın kaldırılması yönünde olarak verdiği abide karar, bu dilekçemle, dikkatinize taşıdığım davada emsal teşkil edecek, davamızın olumlu olarak sonuçlandırılmasına, kolayca rehberlik edecektir, kanaatini taşımaktayım. Kararınız, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne, yetişirse, harika olur. Yetişmezse, antidemokratik baskılarla, adaylaşmayı, fena halde kısıtlayan Cumhurbaşkanlığı Seçimimiz’in, tarafınızdan, yok hükmünde sayılmasını, talep ediyorum. Güzel dileklerle, sevgiler, derin saygılar sunuyorum… Tolga Yarman, Prof. Dr.” Yazısını ise şöyle tamamlıyor Sn.Yarman; “Niye bu güne kadar durduğum, girişimlerimizi kamuoyuna duyurmadığım, sorgulanabilir. Yanıt basit: AİHM'ne, son yazımı (elime, 6 Ağustos 2014'te gelen YSK kararı uzantısında), ancak geçen Cumartesi Günü, 9 Ağustos 2014'te, tamamlayabildim, AİHM'ne, yollayabildim. AİHM'nin, talebimi KABUL EDECEGİNİ ve CUMHURBASKANLİGİ SECİMİ'NİN, bu sebeple, TEKRARLANMAK ZORUNDA kalınacağına, kuvvetle, inanıyorum... Seçimin, çeşitli veçhelerine dönük görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim... ** Bu aşamada yalnız, şu kadarını, söylemek isterim: CHP Yönetimi, çok üzgünüm, zaten İFLAS ETMİSTİ; şimdi ise artık TAMAMEN BİTMİSTİR. Ama asıl söyleyeceğim şudur ki (milyonlarca oya ve onların gittiği öznelere derin saygım saklı olarak ifade ediyorum), bugünkü hezimette imzası olan hiç bir basiret özürlü, CHP Üst Yönetim mensubu, bundan sonrasına dönük olarak - halisane tavsiye ederim - burnunu, sütre gerisinden çıkartmasın!... ** Omuzdaslarımı temsilen, dikkatlerinize, güzel dilekler, sevgi ve saygılarımla sunuyorum... Tolga Yarman, Prof. Dr. “

9 Ağustos 2014 Cumartesi

BİPOLAR AŞKLARIN ANATOMİSİ – 2

“Evet Sevgili, Önceki mektubumda yaşamın belirsizliklerinden ve beni sana anlatmıştım. Bu kez ise duyguların belirsizliği ve seni sana anlatmak istiyorum. Çünkü başka da anlatılacak konu yok zaten. Benim duygularım net, yaşamım belirsiz belki de senin de tam tersi dolayısı ile bir de bunun yanında duyguları net olanların aşktan beklentileri de nettir, o yüzden aynı netlik olmadığı oranda o aşk kişiye acı verir ve bazen de paranoyak yapar işte bu paranoyak senaryomu da senle paylaşmak istedim açıkçası. Son buluşmamızdan döndükten sonra senin duygularının gerilemesi öncekinden daha fazla olduğunu hissettirmeye başladı açıkçası. Her buluşmadan sonraki geri dönüşlerinin heyecan ve coşku katsayısı gittikçe düşüyordu. Ve ilginç olan zaten bu kadar kısa süreli görüşmelerin sonucundaki değişimlerinde çok hızlı olması idi benim için. Aslında son buluşmamızın gelişinde de bir durağanlık hissedilse bile özellikle sahildeki davranışların, duygularının coşması o durağanlığın geçici olduğunu düşünmeme neden oldu açıkçası. Tabi belki bir anlık coşku idi bunlar çünkü sekste bu durağanlık çok daha belirgindi. Döndükten sonraki hafta ise arayışlarımın veya mesajlarımın karşılığında araman tüm coşku ve heyecanının da yok olması hissi veriyordu. Tabi yanıtların sürekli kısa ve net olsa da "seni seviyorum" dediğimde ve ya "öptüm" dediğimde eskiden aynı yanıtları verdiğin halde son hafta "bende" lerle ya da hiç yanıt vermeden geçiştiriyordun. Bunun yanında gelecek için planlar yapıyor, sonra planlarından vazgeçerek noktayı koyuyordun. Bu plan değişiklikleri de sadece duygularının değil düşüncelerinin de sürekli değişken olduğunu gösteriyordu. Ve iş çıkışı olan konuşmamızda yine cımbızla çekilecek bir cümle kurman "kafam karmakarışık". Sonraları gayet resmi konuşmalar. Sen bir yanda bana verdiğin sözleri tutmaya, dürüst olmaya çalışıyor ama o değişken duyguların ve ruh halin farklı çevrelerin planlarına seni yönlendiriyordu. Çünkü heyecan ve macera arayan, değişen duygularını cezbediyordu. Tabi hakkımdaki yorumlarda etkiliyordu açıkçası. Ve yeni maceralar ve yeni heyecanlar ancak ruhunu dengeye sokabilirdi. Bir yanda da söz verdiğin ve belki de hayatında bugüne kadar sana en çok değer veren bir adam. Çelişkiler seni etkilese de o coşkun ruh durulmalıydı, duyguların seni sürükledi. Peki çözüm ne olacaktı: telefonu kapamak açmamacasına. Fakat bu ince planlar aslında paranoyaklaşanları hiç mi hiç engellemez. Hayatının bu gizemli yanı da zaten duygularının değişkenliği değil mi? Tabi bu gerçek olmayabilir ama gelişmeler ve yaşananların seven bir insanda düşündürdükleri başka türlü olamaz. Birde her zaman söylediğim gibi aşkta dürüstlüğün önemi. Evet ordayım burdayım demen belki kendi vicdanını rahatlatsa da karşındakini yanlış düşüncelere sevk eder önemli olan duyguların değişken bile olsa geçmişte verdiğin sözleri tutarak dürüstçe en azından bir mesaj çekerek "beni arama bundan sonra" demen çok daha dürüst bir davranış olacaktı. Şimdiye kadar sadece olaylar ve yansımalarından bahsettim. Ama asıl önemli olan seni sana anlatmak. Bu süre zarfında aşırı mutlu ve heyecanlı seni'de yaşadım, mutlu ve eğlenceli iken birden agresif bir seni’de yaşadım, yerinde duramayan enerjik bir sen, konuşkan bir sen, düşünceleri değişken bir sen, çok büyük ve güçlü planlar yapan ve bunları hayata geçirmeye çalışan bir sen, cinsel güdüleri artmış bir sen, duygusallığı had safhada bir sen, buluşmalarımızdaki sıkıcı olayların karşısında bunları ilginç bulan bir sen, ilk tanışma süresince beni baştan çıkartan ve bundan haz alan bir sen, iliklerine kadar zevk alan bir sen; bunların yanında; huzursuz rahatsız bir sen, sürekli bazı mazeretlerin ardına sığınan bir sen, en ilginci ilk buluşmamızdaki sabah ölümü düşünebilen bir sen, ve buluşma dönüşlerinden sonra sanki pişmanlık yaşayan bir sen, son buluşmamızda aynı anda seksten haz duyan ama sonra sadece beni mutlu etmek adına seks yaptığı hissi veren bir sen, bazen bazı şeyleri gizleme gereği duyan bir sen, kısacası bunların hepsini hissettim ve yaşadım. Evet Sevgili, duygularının değişken olduğunun farkındasın aslında her insanın duyguları değişebilir benimde mesela sana karşı olan o ilk dönemlerdeki yoğun, yürek hoplatan, sesini duyunca titreyen, konuşamayan duygularım değişkenlik gösterdi. Ama nedenlerim aşka bakış açımız ve her zaman söylediğim gibi aşk iki kişiliktir. Hoş belli dönemlerde sana kızdıktan sonraki senin duygularına göre benim duygularımın coşkusunu her zaman hissettirdiğimi fark ediyordun aslında. Dolayısı ile bendeki iniş çıkışlar senin duygularına göre oluşuyordu. Ve yorucu olanda bu zaten. Aşkı yaşamadığını söylüyorsun ama bu sürekli ve hızlı değişken duygular arasında aşkı yaşamak ve yaşatmak zaten mümkün değil. Dolayısı ile şikayet ettiğin ailenin de sana karşı davranışları, ilgisizliği, takip edildiğin hissi, yapmak istediklerini ve yaptıklarını gizleme ihtiyacın bu duygu değişimlerin olabilir çünkü bunlar sadece aşkta değil günlük yaşamda da etkilidir ve bazen en yakınlarını bile rahatsız edebilir. Hoş aslında en yakın olarak ben seni gördüğüm halde sen hiçbir zaman kendini bana tam ifade bile etmedin. İşte Sevgili bu coşku ve pişmanlıkların sonu nereye varacak. Belki sen hayatı basite alacaksın derken bu yaşamından mutluda olabilirsin. Ama pişmanlık kimseyi mutlu etmez. Dolayısı ile mutlu bir aşk yaşamak duygularını kontrol altına almaktan geçer. Kendi geçmişimi sorgularken veya hayatta verdiğim kararlarımı sorgularken bu güne kadar kesinlikle pişmanlık hissine kapılmadım çünkü yanlışta olsa bunlar benim kararlarım ve düşüncelerimdi. Hatalarım benimdi önemli olan o hatalardan ders alarak pişmanlık duyacağıma gelecekte aynı hataları tekrarlamamaktı doğru olanı. Çünkü pişmanlıklar yeni yeni hatalara ve yeni pişmanlıklara neden olacaktı benim için. Şu an bile bunca sitem ettiğim halde, sana kızdığım halde ilişkimizden kesinlikle pişmanlık duymayacağım sadece nerede hata yaptım diye düşüneceğim. Evet Sevgili, ilk tanışmamızdan beri bana sürekli sorduğun bir soru var "bana ne teşhis koydun?" Ben bir hekim değilim. Sadece sana şunu söyleyebilirim eğer ki bu duygularının değişkenliği seni rahatsız ediyor veya gittikçe kendini kötü hissediyorsan profesyonel destek al demekten başka bir yorum yapamam. Bana yoğun olarak yaşattığın ama karşılığını göremediğim aşktan sonra ve bu şekilde sürerse daha çok acı çekeceğimi biliyorsam ve seni unutmanın bu yaşananları en hasarsız ve hafif şekilde atlatmak için hekimimden destek alacaksam ancak sana bunu tavsiye edebilirim. Ve Sevgili bu değişken duygularını kontrol altına alamadığın müddetçe bugüne kadar o yaşamadığını söylediğin aşkı ömür boyu da yaşayamazsın. Ve o muhteşem duyguları o aşkın coşkusunu her insan hayatında bir kez de olsa yaşamalı. Hele hele belli yaşlardan sonra o gençlik aşklarının anlamsızlığını hissettiren olgunluk aşklarının muhteşemliğini bana yaşattın ve bu duyguları senin de yaşaman ancak senin elinde. Ya kendi çabanla ya destekle duygularını kontrol altına aldığın oranda bunu yaşamamak ancak istememekle olur. Hele hele bu güne kadar hiç bir erkek tarafından bu kadar değer verilmediğini söylediğin halde bunları bu duyguları sana aşırı değer veren bir erkekle yaşayamamak gerçekten hiç bir anlamda yaşayamamak demektir. Fazla söze gerek yok sanırım Sevgili, bu şekilde bir aşk coşkuları ne olursa olsun hangi mutluluğu verirse versin erkek veya kadın farketmez aşkı yaşarken acı çekmek aşkın doğasında yoktur bence. Böyle bir aşkta olamaz. Kendi mutluluğun adına her şey sana bağlı ve her şey senin elinde. Aşk iki kişilik ve yüce bir duygu bir taraf değişken diğer taraf acı çekerse sanırım sende bana hak vereceksin. Kısa bir süre olsa da bana o duyguları, gençliği, aşkı yaşattığın için ömür boyu minnettar kalacağım sana.......Ve unutmak çok zorda olsa yüreğimin bir köşesinde daima taşıyacağım seni... Hoş çakal benim kısa süreli ama yoğun duygular yaşatan aşkım, sevgilim hoş çakal.....” SADECE VAZGEÇMEYİ BİLDİM Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, ...Ya da asla birini severken karşılığını beklemedim. Dostluğuma değer biçmedim,sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim. Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim. Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım. Ama hata insana mahsustur dedim. Affettim, af diledim. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine de affettim. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belki de içten içe sinsice güldüler. Ama asıl unuttukları şuydu; Ben aldanmadım..! Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar. Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için, Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için. Oysa ben hiç insan kaybetmedim. Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar Can Yücel Evet sonuç biten aşklar ve acılar. Birde düşünün bu ilişkiler evliliğe gidiyor, çocuklar oluyor ve eş farkettiğinde iş işten geçmiş olup biten evlilikler, çocukların psikolojisi. Özellikle kadın hastaları örnek vermeye çalıştım bu mektup denemelerinde. Kadına şiddetin, öldürmelerin arttığı son yıllarda bu konunun önemine dikkat çekmek amaç. Kadının hastalığını göz ardı eden erkek egemen toplumlarda ortaçağdaki gibi sonuç yakılma olmasa bile öldürme ile sonuçlanabilir. Namusu, kadın gözüyle gören toplumlarda ise bu çok daha etken bence. Bu duygusal değişkenlikler kadını iffetsiz konuma getiriyor bu toplumda ne yazık ki.Bu tür akıl hastalıkları göz ardı ediliyor. Hatta açıkça ifade etmek gerekirse konunun uzmanlarının, konu ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının önemi daha da çok artmaktadır. En büyük görev de Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türkiye Tabipler Birliği düşmektedir. Ne yazık ki bu sivil toplum kuruluşları siyaset yapmaktan (TTB), gündem tartışmaktan, gündeme göre zamanın uygun olmadığı savları ile kendilerini ve toplumu uyutmaya çalışmaktadırlar. Ya da kurumların kalıcı, kişilerin geçici olduğu gerçeği görmezden gelinerek, geçmiş yönetimlerin çalışmaları rafa kaldırılarak sözde yeni yoğun çalışmalarla oyalama taktikleri uygulamaktadırlar. Sivil Toplumun önemi ve handikaplarını sürekli tartışan köşe yazarına göre akıl sağlığı konusunda tüm imkanlar seferber edilerek hemen şimdi harekete geçmek gerekmektedir. Siyasal gündem kesinlikle etkili olmamalıdır.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

BİPOLAR AŞKLARIN ANATOMİSİ - 1

Bu güne kadar bipolar yaşamların zorluğu konusunda yazmaya çalıştım. İlk kez bu duygu iniş çıkışlarının aşka yansımalarını, çeşitli vakalardan kurgulayarak sevgiliye mektup şeklinde, denemek istiyorum. “Sevgili; Yine yazıyorum sana, ama bu kez seni değil kendimi anlatmak istiyorum... Yani sitem değil aslında yazacaklarım... Benden sana yansımalar da diyebilirsin ya da yazdığın gibi "seni sana anlatmak isterdim eğer seni tanısa idim", yerine beni, bana anlatmayı ; beni sana anlatarak yapmak istiyorum açıkçası... Sevgili; aslında sende her şeyin farkındasın ama nedense bunları sözle ikrar etmeyip sadece kelime aralarında belirtmen benim anlamamı beklemen, bunun yanında birlikteliklerimizdeki sıcaklığın, yakınlığın, ve özverin çelişkiden çok belirsizlik olması açısından beni bunları yazmaya itti açıkçası. Çünkü belirsizlikler, özellikle zamana bırakılan belirsizlikler gerçekten aşırı duygusal olan ruhlar için bazen çekilmez oluyor o yüzden beni sana anlatmak stiyorum... Evet Sevgili, sana yaptığım sitemlerde gerçeklik payı olsa da bu konuda sana hak vermiyor da değilim açıkçası. Ama bunları da açık açık konuşmaktan kaçınmak işte adamı ben gibi yapıyor ve de duyguların değişken bile olsa bu değişkenliği etkileyen nedenlerde mutlaka değişkendir, dolayısı ile bu konunun da açıkçası konuşularak aşılacağına inanıyorum. Sevgili, belki senin açından çok yanlış bir zamanda ama benim açımdan doğru bir zamanda karşılaştık. Sevdiklerimin mutluluğu hep birinci planda idi. Ve mutluluk için bu aracı kullandım ama yeri geldi yine mutlu olmak adına bir çırpıda her şeyi kaybetmesini bildim. Tabi yaşam bu silinmelerin acısını fena çıkarıyor aslında... Ve geçmiş yaraların kabuk tutarak kapanması için çaba harcadım. Hayattan pekte fazla bir beklentim olmadı... hani geçen mektupta sana yazdım ya kendini bir fanusa kapamışsın ondan çıkmak istemiyorsun diye işte aynı şekilde ben etrafıma duvarlar örerek kendimi soyutladım hayattan. Hayat bir yerde anlamsızdı benim için. Zaten aşk çok uzaktı çünkü sonu hep hüsrandı, yeni yeni hüsranlar yaşamak istemiyordum. Hoş küçük yerlerin küçük düşünceleri farklıdır. Beni toparlayacak, yani evimi çekip çevirecek, hayattan beklentisi olmayan köleler bulmakta olanaklı buralarda. Ama tabi sadece o kadar... Önemli olan sadece bu değil birlikteliklerde. Benim için önemli olan ruhuna hitap edebilmesi, birlikte bir evi değil bir yaşamı paylaşmak her yönü ile. Kısacası gün geldi duvarımın etrafına yeni bir kat çektim... Hoş bu arada ara sıra duvarın dışına çıkarak yine hobilere devam etmek, ama yine o ördüğüm duvara sığınmaktı son nokta... Yaşam devam ediyor ve yaşamın verdiği sorumluluklarda devam ediyordu... Ve o kendi ördüğüm duvar artık üzerime gelerek beni sıkıştırmaya başlamıştı... O beni ezmeden ben yıkmalı idim yaşam her türlü pisliğine rağmen devam ediyordu. Ama yine de yaşamak tüm sevgileri yüreğine sığdıran ben bu olamazdım. İşte o yıllandıkça güzelleşen iki şeyden biri olan eski dostlukların önemi de burada ortaya çıkıyordu. Diğeri biliyorsun Şarap... Ve Sevgili ben o ördüğüm duvarları yıkmaya çalışırken ve yeniden hayata tutunmaya başlamışken sen karşıma çıktın...Ve o unutmak istediğim duyguların çoşkusu ile birden bire aniden çıktın karşıma ve bana yaşamın belki de en güzel duygusu olan aşkı yeniden hatırlattın. Evet hayatın eksik yönü olan duygusal çoşkuyu da yakalamışken elime balyozu alarak o etrafıma ördüğüm ve yavaş yavaş yıkmaya çalıştığım duvarı paramparça ettim senle karşılaştıktan kısa bir süre sonra. Çünkü senle bir yaşamı paylaşabileceğimi bana hissettirdin. Sende çoşkulu idin, belki sende geçmiş acıları unutabileceğini düşündün tabi sonrada yaşamın gerçeklerini... İşte bu andan itibaren sana sitemlerde bulunduğum o duygularının çelişkileri aslında çelişki değil gerçeklerle yüzleşmekti. Bir yanda belki de gerçekten aşkı bulduğuna inanmak ama bunun yanında yaşam... O kafa karışıklıkları yaşamın ta kendisi... Evet Sevgili, ne kadar çoşkulu bir aşk yaşamak istesem de yine de senin bu tür konularda yani yeni bir yaşama adım atmak için verdiğin süre beni daha da heyecanlandırdı ve sana karşı olan duygularımı frenlememi engelledi. İşte Sevgili, senin bazı tavırlarından hissettiğim kadarı ile küçük şeylerden mutluluk duyabilecek bir kişiliğinde var ve buda bana daha büyük bir hayata tutunma hırsı veriyor... Dolayısı ile sitemlerimde zaten burada geliyor sana...Çünkü senin de hayattan beklentilerin var... Tabi ki bu şartlarda kafa karışıklığı çok doğal.. Aslında baştan beri bunun farkındayım ama senin biraz konuşmaktan kaçınman bunun yanında bazen duygularına kendini kaptırarak onları hissettirmen bir yerde beni de çelişkilere itiyor. Sevgili ne olursa olsun seni kaybetmek pahasına da olsa bugüne kadar hayata olduğu gibi sana da dürüst davrandım ve davranmaya devam edeceğim... Ve bu aşamada benim için önemli olan şu, belirsizliklerin aşılması... İşte sevgi, aşk bu aşamada daha da etken olacaktır. Evet Sevgili uzatmadan hayattan beklentilerini tam olarak bilemediğim için sadece yansıttıkların kadarı ile bunları yazıyorum, o değişken duygularının o aşkı ömür boyu sürdürmek istermiş hissini verdiğin için yazıyorum bu ve gelecek konusundaki tüm düşüncelerini açık açık söylemen bu şekilde ki belirsizlikleri yok edeceği gibi benimde seni kelime aralarında sana anlatmamı engelleyecektir. Ve inanıyorum ki bu kafandaki belirsizlikleri aştığımız oranda çok daha mutlu bir geleceğin beklediğine inanıyorum. Çünkü sitemlerime rağmen senin kapalı bir kutu olmana rağmen ben seni keşkelerinin olmayacağı, pişmanlık duymayacağın ömür boyu bir yaşamı paylaşabileceğim için açık açık yazıyorum... Sana karşı sadece hissettiklerim yada hissettirdiklerin bunlar, belki de özellikle ölüm karşısındaki handikapların mı bu tür davranmana neden oluyor. Çünkü buraya geldiğin süreçte şu lanet rahatsızlık konusundaki endişelerini belirtmen, ve gideceğin sabah uyandığımızda hiç yokken "şu an senle burada ölmek isterdim" şeklindeki düşüncen, aşırı bir çocuk sahibi olma isteğin, "özellikle senden" demen, bugün telefonda yine "beni öldüreceksin" serzenişime "hayır ben senden önce öleceğim" yanıtın, hepsi birleştiğinde benle birlikte olmayı istediğin halde "Canimsin sen nasil bu yola çıksak ya da çıktık desek ne kadar basarili oluruz ben en çok seni incitmekten ve kaybetmekten korkarım çünkü bendeki bu kalp çok yorgun üzüntüye yenik düşer. Ne dersin sevsek mi adam gibi …?" demenle bir bağlantısı olabilir mi? Yani beni üzmemek adına kendi duygularını feda gibi yani. Şunu unutma ki aşk insana yaşama sevinci verdiği gibi aşkta acıma duygusuna yer yoktur. Dolayısı ile bu endişelerinin de benle veya bir başkası ile gerçekten gerçek bir aşk yaşadığında geçeceğini düşünüyorum. Özellikle her zaman söylediğim gibi senle bir gelecek kuramasam bile bu çok kısa sürede verdiğin heyecan bana çok şey kattığı gibi yaşama sevincimi geri getirdiği gibi sende gerçekten bu düşünceleri aşarak o aşkı istediğin gibi yaşadığın sürece endişelerinden arınacağına inanıyorum. Tabi ki o kapadığın kapıları aralamadığın sürece bu karamsar düşünceleri dışarı atman mümkün olmayacaktır. İşte güven duygusu burada önemli benim için. Bu güven sesksuel anlamda yada aldatma anlamında bir güven değil karşılıklı kapıları sonuna kadar açma. Ve çok acık söylüyorum bu senin duygularının netleşmemesi davranışlarına yansıdığı gibi bana da acı veriyor yeniden söylüyorum. Aşk acıdır bir yerde kabul lakin kötü olan bu çoşku ve karamsarlık hezeyanları içinde git geller. Asıl yıpratıcı olan duygular bunlar. Son olarak Sevgili mutluluğu birlikte yakalamak adına acıda olsa kafandaki belirsizlikleri ve karışıklıkları anlatman beni bu şekilde davranmaktan daha çok mutlu edecektir. Sevdim Seviyorum ve geleceğimi paylaşabileceğim aşkı bulduğuma inandığım aşkım lütfen güven ve anlat ya da yaz... Sevgi ve hasretle kucaklıyorum seni...................”

2 Ağustos 2014 Cumartesi

KADINLARIMIZ, SEÇİMLERİMİZ !

Hatırlarsınız RTE, bir futbolcuya basının önünde dövmelerini sildirmesini söylemişti. Fetvayı alan bir Müftü yardımcısı hemen bunu gündeme getirip, dövmenin dinen caiz olup olmadığı tartışmasını başlattı basında. Bu habere bir göz atalım önce neler döktürmüş, fetvayı dinden değil de RTE’den alıp gündeme getiren Samsun Müftüsü Yrd.Doç.Dr. Hayrettin Öztürk. Öztürk; dövme yaptırmanın İslam dininde kesinlikle caiz olmadığını ve haram olduğunu söylemiş. Müftü Yrd.Doç.Dr. Hayrettin Öztürk, özelikle gençlerde dövme yaptırmanın yaygınlaştığını ancak, İslam dininin dövmeyi kabul etmediğini belirtti. Dövme yaptırmanın Allah’ın yarattığı vücut üzerinde değişiklik yaptırmak anlamına geldiğini belirten Yrd.Doç.Dr. Öztürk, şöyle dedi: "Dövme yaptırmak İslam dinince kesinlikle caiz değil ve haramdır. Allah’ın yarattığı; en güzel olandır. Dövme yaptırmak vücuda eziyet verir. Dövmesi olan kişinin abdest ve namazı kabul olur. Bu açıdan bir sıkıntı yok. Ancak insanını kendine acı vermesi vücudunu değiştirmesi nedeniyle caiz değildir. Yapılan dövmenin silinmesi de pek mümkün olmuyor. Bunun yanı sıra yapılan dövmeyi gören kişilerin bundan rahatsız olması da ayrı bir durum. İnsanların gözüne hoş gelmiyor. Göreni de olumsuz etkileyemezsiniz. İslam dini güzeli daha güzel yapar. Allah’ın yarattığı da en güzeli en temizidir." * * * ÇÖL ÇİÇEĞİ : KADIN SÜNNETİ VAHŞETİ VE CESUR KADIN.. Üç yaşında küçük bir kız çocuğuyken bir sabah anneniz sizi apar topar uyandırıp evden çok uzakta kimsenin olmadığı bir araziye götürüyor. Nemrut suratlı yaşlıca bir kadınla buluşuluyor, kadın pis bohçasından paslı bir jilet ya da kırık cam parçası çıkarıyor. Anneniz bacaklarınızı ayırıyor ve sünnetçi kadın klitorisinizi kesip, sadece çişinizi yapabileceğiniz şekilde bir açıklık bırakarak vajinanızı boydan boya hasır bir iple dikiyor. Şanslıysanız, hayatta kalıyorsunuz. Eğer değilseniz kan kaybı veya enfeksiyondan ölüyorsunuz. Afrika’da kadın olmak için bir bedel ödemeniz gerekiyor. Hiçbir şeyden haberinizin olmadığı ve savanlarda hayvanlarla oynayarak geçirdiğiniz mutlu çocukluğunuzun ortasında sizi hiç istemeyeceğiniz bir acıya ve hayatınızın sonuna kadar taşıyacağınız bir yaraya mahkum ediyorlar. Kadın(!) olmak için kadınlığınız elinizden alınıyor. Afrika’da ve bazı Ortadoğu ülkelerinde her yıl 3 ila 12 yaş arasında milyonlarca küçük kız çocuğu bu vahşete maruz kalıyor. Genel olarak müslüman Afrika ülkelerinde gözlemlenen bu ritüel, kızlıktan kadınlığa geçmenin ve gerçek bir kadın olmanın değişmez şartı. Erkek egemen toplumun dayattığı, fakat kadınlar arasında sessiz sedasız halledilen bir pratik. Sünnetli kadınlar, hayatları boyunca regl dönemlerinde ve cinsel ilişki sırasında dayanılmaz ağrılar çekiyor. Sünnetsiz kadınlar ise kabilelerine ve soyadlarına ihanet etmiş sayılıyor, dolayısıyla aile tarafından reddediliyorlar. Hayat kadını veya fahişe statüsünde kabul edildikleri için asla evlenemiyor ve her türlü sosyal grubun dışında kalıyorlar. Bu duruma düşmekten ve ‘kirli’ adledilmektense yüzyıllardır anneler, kendi elleriyle küçük kızlarının çığlıklarını duymazdan gelerek onları sünnet ettiriyor. İffetli birer kadın olabilmeleri için.. Peki kadınların sünnet edilmesinin geleneksel nedenlerinin yanında sosyolojik sebepleri de yok mu? Tabii ki var. Sünnetli kadınlar, klitorisleri olmadığı için hiçbir zaman haz duyamıyor. Bu da kadını cinsel açıdan nötralize ediyor ve sadece bebek yapan bir makinaya dönüştürüyor. Ayrıca dikişi genişlememiş veya açılmamış kadının bekareti, dışarıdan bakıldığında kolayca anlaşılıyor. Dolayısıyla bu ritüelin, bir nevi ‘bekaret kontrol mekanizması’ olduğu da söylenilebilir. Yani Türkiye’deki gibi işi şansa bırakmamışlar. Belki kızlık zarı geridedir, esnektir, doğuştan yoktur gibi durumları düşünmelerine gerek bile yok. Kadın dikiliyse, tamamdır. İlk sünnet vakasının milattan önce Mısır’da bir mumya üzerinde gözlemlenmiş olması, geleneğin ne kadar uzun süredir devam ettiğini kanıtlıyor. Yüzyıllardır var olan bu geleneğin İslam’la hiçbir ilgisinin olmadığını söyleyenlere rağmen, her gün 8 bin kız çocuğu sünnet ediliyor. Waris Dirie, o kızlardan sadece bir tanesiydi. Somalili Waris, 4 yaşında sünnet edildi ve hayatta kaldı; fakat küçük kız kardeşi onun kadar şanslı değildi. 12 yaşında babası tarafından 3 deve karşılığında 65 yaşında bir adamla evlendirilmek istenince annesinin yardımıyla evden kaçtı. Günlerce yürüdü, çölü aştı ve Somali’nin başkenti Mogadişu’ya ulaştı. Mogadişu’daki akrabaları sayesinde Somali Büyükelçiliği’nde temizlikçi olarak çalışmak üzere İngiltere’ye gitti. Orada çok ünlü bir fotoğrafçı tarafından keşfedilen Waris Dirie, başarılı bir top model oldu fakat içine girdiği görkemli ve parlak hayat mutsuzluğunu gizleyemedi. Waris, artık ‘Afrika’nın çölünden Paris podyumlarına’ başlıklı röportajlar vermek istemiyordu. Anlatmak istiyordu, kadın sünnetinden bahsetmek, tüm dünyaya haykırmak ve bununla savaşmak istiyordu. Bir gün gazeteye verdiği bir röportajda başına gelenleri anlattı. Basında çok büyük yankı uyandıran röportaj sayesinde herkesin Waris’in ve milyonlarca Afrikalı kadının maruz kaldığı bu vahşetten haberi oldu. Daha sonra Waris, kadın sünnetine karşı verdiği mücadeleye odaklanmak istediğini açıklayarak modelliği bıraktı. 1997 yılında BM tarafından Kadın Sünneti Özel Elçisi olarak seçildi. 2002 yılında Desert Flower Foundation’ı (Çöl Çiçeği Vakfı) kurdu. Waris Dirie’nin aynı zamanda kendi yaşam öyküsünü anlattığı 3 kitabı ve bir de Çöl Çiçeği adlı kitabından uyarlanmış, aynı adı taşıyan bir filmi var. ‘’ ..Kadın sünneti bir kültür değildir, kadın sünnetinin dinle bir ilgisi yoktur. Bu durum değişmelidir ve değişim bizim ellerimizdedir. Afrika’nın liderleri, çocuklarınız ağlarken siz neredesiniz? .. Afrika Ana sen bize onca varlık, onca doğal zenginlik ve güzellik verdin. Senin gücün ve güzelliğin sonsuza dek yaşayacak. İnsanlar seni hem iyiye hem kötüye kullandı. Senin gibi bir yer daha yok; ama Afrika’nın yeni bir ruha ihtiyacı var. Benim bir hayalim var. Savaşıp birbirimizi öldürmediğimiz, dayanışma içinde birbirimize destek olduğumuz bir Afrika hayal ediyorum. Kadınların erkeklerle eşit muamele gördüğü bir Afrika hayal ediyorum..’’ – Waris Dirie, Anneme Mektup Bu zatı muhtereme sormak gerekiyor, bir yandan “Allah’ın yarattığı en güzeli” derken, kadını sanki Allah yaratmamış gibi sıra kadına gelince hem de özgür iradesi dışında vücuduna işkence ile geri dönüşümü olmayan bir işlem yapmak mübah. Kadın kahkahasından bile orgazm olmaya hazır beyinlerden, kadının iffetini sünnet ve kızlık zarında gören zihniyet hukuka bile yansıyarak karısını yaralayan adama kadın tayt giydi diye ceza indirimi uyguluyorsa… İşid terör örgütünün kadın sünneti fetvası ile ülkemiz sınırlarına dayanan bu uygulamayı da göz önüne aldığımızda, kadını dışlayan zihniyeti bu ülkeye dayatanlara verilecek cezada en büyük pay siz kadınlarımızın olacaktır.